Paylaş
Dünkü yazıma beni çok düşündüren yorumlar geldi. Yorumlar çok uzun ve detaylıydı. Fazlasıyla kişiye özellerdi. Aralarından seçmek zorunda kalmak istemezdim; ama hepsini yayınlamak mümkün değil. Ha mümkün ama okumazsınız. Sıkılırsınız. Hem çok ilgili, hem ilgisi çabuk dağılan insanlar olduğumuz da bir başka gerçek.
Yorumların birkaçı aslında birçoğunun da özeti gibiydi. Onları seçtim.
Eğitim konusunda uzun bir süre düşünelim istiyorum. Keşke... Yani...
Eğitimden kastım da, okulda alınan verilen eğitim değil. Bizim verdiğimiz, aldığımız aile eğitimi.
Okullar kapandı ya, sakince ve o koşturmanın içinde değilken daha salim kafayla düşünebiliriz hem. Umarım yani...
Bunları yazmamın sebebi ne biliyor musunuz?
Dubai’de Mart ayından bu yana 2 çocuk ölmüş. İkisi de çakmak gazı koklayarak...İkisi de 16 yaşında... Yani vahim şeyler her yerde vahim. Bir tek bizim ülkemizde olmuyor. Bu konuyu da açacağım sonra.
Bir de bu haber üzerine Pazartesi günü bizde yayınlanan trenler arası saçma sapan adrenalin oyunu oynarken yaralanan çocukların haberlerini okudum. Düşünceler aldı beni.
Ama dün anladım ki, tek düşünen ve dertlenen ben değilmişim.
Peki buna sevinmeli miyim?
Yonca
“planlı”
* * *
Yonca, bu bence son dönemde yazdığın en güzel yazılardan biri. Neden mi? Çünkü özgüveni olmayan bir toplumun çocuklarıyız da ondan. Ülkemizin yeterince gelişememesi, hatta bağnazlık, öfke, şiddet bile bu "özgüven" ile ilgili.
Ne zaman ülke kurtarma muhabbetinin içine düşsek, annem hep: “Büyük resme değil de küçüğe bakın!” der. Aile, aileler toplumun en küçük kurumu. Orada yaşanan, öğrenilen, tecrübe edilen her şey hayata, iş yaşamına, politikaya, kurumlara, yönetime, devlete kadar yansıyor. Özgüveni gitmiş çocuklar büyüdüklerinde içlerinde şişeledikleri sorunları bir bir dışa döküyorlar ve kötü yönetici, kötü devlet adamı, kötü sevgili, kötü eş ve kötü ana-baba olup hayata karışıyorlar.
Alim Erginoğlu
* * *
Her yazınızı olduğu gibi, bugün yazdığınızı da okudum. Nedendir bilmem, sizin yazılarınızı okuduktan sonra hep duygusallaşırım. Kendi hayatımdaki eksikliklere dalarım. 34 yaşındayım. Mühendisim. Huzur ve sevgi dolu bir evliliğimiz, 3 yaşında ve mutlu olduğuna inandığımız bir oğlumuz var. Yakında dünyaya gelecek kızımızla ailemiz daha da büyüyecek.
Yaptığınız şeyden takdir görmemenin ezikliğini, yaptığınız şeyin aslında hiç de özel bir şey olmadığını düşünmenin ne demek olduğunu, dünyaları bile yaratsanız aslında iç dünyanızda bazen bir hiç olduğunuza inanmayı gayet iyi bilen bir çocuk olarak, parmak bastığınız noktalara canı gönülden katılıyorum.
Anadolu Liseleri sınavında 2. tercihim olan Kadıköy Anadolu Lisesi'ni kazandığımda babam: “Neden 1. tercihin İstanbul Erkek Lisesi'ne giremedin? diye sormuştu. Yıllar geçti, üniversite sınavında YTÜ Makine Mühendisliği'ne girdiğimde babam İTÜ Makine Mühendisliği olsa daha iyi olacağını belirtmişti. Haksız olmadığını bilsem de, yapabildiğimin kıymetinin olmadığına inanmak, oldum olası özgüvenimin de tamam olduğuna inanamamayı kazıdı içime. O zamanlarda kendimi tatmin ettiğim tek şey omzuna başımı dayayıp ağlayabilecek kadar, kardeşim kadar yakın, birkaç tane arkadaşımın olmasıydı. Oysa babamın bu kadar yakın arkadaşı da hiç olmamıştı.
Sevgi görerek büyüseniz bile, saygı görmeden veya hayatınızın idolleri tarafından takdir edilmeden büyümenin sıkıntısını aptal olmadığımı bildiğim halde ömrüm boyunca çektim. Kendi çocuklarımın ve en azından sizin çocuklarınızın çekmeyeceğinden eminim. Sizin duygularınızı ve sizin hayata bakışınızı çok sevdiğimi ve takdir ettiğimi belirtmek istedim.
Uygar S.
***
Benim oğlum da bazı rakamları ters yazıyor. Demek ki bekleyeceğiz, yani geçecek değil mi? Ben de çok sinirleniyorum hata yaptığında. Kendimi durdurmaya çalışıyorum nafile. Bu “özgüvenini yok etme” konusu beni derinden etkiledi. Kendime çeki düzen vermeliyim, en son isteyeceğim şey güvensiz bir çocuk yetiştirmek.
Tuğba Ç.
***
İçimi burkan bir yazı daha. Anneyim ya, çocuklar ve eğitim ile ilgili her yazı içimi burkuyor. Hem başarılı, hem kendine güvenen, hem iletişimi kuvvetli bir çocuk yetiştirmeye çalışırken biz de, çocuklar da perişan oluyoruz.
Geçen gün Tıp Üniversitesinde eğitmenlik yapan arkadaşım, üniversiteyi kazanan yüksek başarılı çocukların hastalar ile iletişim kurmakta çok zorlandığını söyledi. O kadar hayatlarını ders üzerine oturtmuşlar ki, hayatı ve insanları atlamışlar. Hastayla iletişim kuramayan doktor onu nasıl tedavi edecek?
Bir gün de şu SBS’ ye değinsen ya. Madem yanlış bir uygulama, niye bu çocukları daha da hırpalıyorsunuz yazsana! Ben yazdım Milli Eğitim Bakanlığı’na, ama daha bir cevap gelmedi.
Hani sizler de dile getirseniz, bir de yol gösterseniz... Belki insafa gelirler de çocuklarımızın yaşayacağı son çocukluk senesi; şöyle spor yaparak, sosyal aktivitelere katılarak doyasıya eğlenerek, doya doya çocuk olarak geçer. Böylece adam olmayı öğrenmeye de halleri kalır.
Serpil S.
***
Öğretmeni eğitim anlayışı yüzünden taktir ettim. Seni ve eşini, öğretmenin bu davranışına karşılık "Ne biçim öğretmen, olur mu hiç öyle?" tarzında abuk bir tepki vermediğiniz için tebrik ettim. Ve bu anını bizimle paylaştığın için yine sana teşekkür ettim.
Benim hem annem hem de babam öğretmendir. Ben inanıyorum ki öğretmenin tutumu kadar evde ailenin tutumu da çok önemli. Çocuk okulda öğretmenine kızabilir ya da aile bir sebepten ötürü öğretmene sinirlenebilir. Ama bunu çocuğa yansıtmamalılar bence. Çocuğu gaza getirip, öğretmeninden ve dersinden soğutmak kadar kötü bir davranış yoktur herhalde. Evde öğretmenin herhangi bir tutumundan ötürü yapılan eleştiri çocuğun öğretmene olan saygı, sevgi ve güvenini zedeler diye düşünüyorum. Benim etrafımda çok vardı böyle örneklerden.
Benden bir okul anısı:
İlkokulu mahellenin Devlet Okulu’nda okudum ben. Sınıfta tam 63 kişiydik! Düşünebiliyor musun 63 tane her kafadan ses çıkaran minik afacan. Otorite sağlamak gerçekten zor, üstüne bir de bir şeyler öğretmeye çalışmayı düşün.1. sınıfın ilk aylarıydı daha ve sınıfta birkaç kişi yaramazlık yaptı. Öğretmenimiz ise yaramazlık yapanları değil, tüm sınıfı cezalandırdı! Ben o akşam eve geldiğimde salya sümük bir vaziyette bir daha okula gitmeyeceğimi ilan ettim. "Ben bir şey yapmadım, ne hakla beni cezalandırır? " diye ağlıyorum. Annem sakince oturdu yanıma ve kendi tecrübelerinden bahsettikten sonra: “Bak güzel kızım, öğretmenin senin bir şey yapmadığını biliyor ve seni seviyor. Amacı tüm sınıfta sakinliği korumak, o kadar kişiyi nasıl kontrol etsin yoksa?" tarzında telkinlerde bulundu. Eğer annem: "Ben sorarım o öğretmene, ne hakla seni cezalandırıyormuş, kimmiş o?" şeklinde bir yaklaşım sergileseydi, ben bir daha o öğretmeni sevebilir miydim, sayabilir miydim? İlkokul öğretmenimi düşününce hala burnum sızlar, hem eğitim hem de öğretim konusunda çok başarılıydı gerçekten. 63 kişilik o devlet okulundaki sınıftan tam 20 kişiyi Anadolu Liselerine yerleştirmeyi başarmıştı. Ben de onlardan biriydim :).
Sibel C.
Paylaş