Yonca Tokbaş

Alfabetik sıraya göre teşekkürname…

7 Nisan 2011
Nereden başlamalı bu yazıya hiç bilemedim, hiç. Dağınık olacak ama, aklıma ilk gelen yerden başlıyorum...

Siz ve ben resmen hiç tanışmadık. Yani bir yerlerde yüzyüze gelmedik. Ne yazdıysam oyum sizin için, ki zaten aynen böyleyim... Yazılarımdan bilirsiniz beni. Ben de sizi aynen, bana yazdıklarınızdan biliyorum. Bazılarınızla hiç yazışmadık bugüne kadar. Oralarda bi yerlerde, şu ekranın karşısında görünmez, sessiz ama orada olduğunu bildiğim birileri daha var tanışık olamadan tanışık olduğum.

Kiminiz benden çok şikayetçi.

Kiminiz bana çok kızgın.

Kiminiz bana çok kırgın.

Kiminiz de seviyor beni, yüzüm kızarıyor bunu yazarken; ama çok onur duyuyorum...

Kiminiz benden nefret ediyor. Hem de feci şekilde. Bozulmuyorum inanın. Buna hakkım yok.

Herkesin kendine göre haklı sebebi vardır her zaman. Hepsine, herkese, tüm duygulara saygım var. İnsan asla kimseyi sevmek zorunda değildir çünkü. Bu işin özü de bu. Duygulara neden olan, duyguları ortaya çıkaran şey yazı ve yazan kişi. Küfür edene bozuluyorum sadece. “Ne olur beni lime lime eleştirin; ama ne aileme ne çocuklarıma ne de bana küfür etmeyin, çok ayıp...” diyorum. Bazen anlaşıyoruz. Bazen anlaşamıyoruz. Ama ben bu tartışmayı da seviyorum.

Yazının Devamını Oku

Özrüm kabahatimden beter…

6 Nisan 2011
10 günde Amerika’yı keşfettik, döndük geldik.

Uyumadan işe gittim. Bütün gün perperişan sürünerek çalıştım. Dün yazamadığım için, havada olduğum için, yetişemediğim için vicdan azabı çektim.

 

İşe gelince dakika bir gol bir, Perşembe günü iş yerimde 30 kişiye eğitim vermem gerektiğini öğrendim. Beynimden vuruldum. Hazır değilim. Hazırlanacağım elbette. Hayır deme şansım mı var. Yok tabi. İşe boynumuz kıldan ince.

 

Saat farkları, iklim farkları vesaire... bunların hepsi bahane ve hiçbiri aslında mazeret olamaz eminim de...

 

Oldu işte.

 

Yazının Devamını Oku

Fırat öldü... suçlu herkes

31 Mart 2011
Biz bir çocuğu korumaktan aciz bir toplumuz.

Küçücük bir çocuğun işkence görerek yaşadığını bilip de hiçbir şey yapamamış, aciz bir toplumuz işte.

 

Komşu, aile, polis, devlet hiçbiri ne sahip çıkabilmiş, ne koruyabilmiş, ne de kurtarabilmiş küçücük çocuğu. Korumasız, savunmasız, masum küçücük çocuğu paramparça edene kadar iki manyak, hiçbir şey yapamamışız işte.

 

İş işten geçti şimdi, yazmaya bile utanıyorum. Hepimiz yazsak kaç yazar?

 

Bitti. Fırat öldü. Parçaları kaldı geriye.

Yazının Devamını Oku

Kitap toplatma olayı

29 Mart 2011
Uzak herşeyden çok uzak olmak güzel. Ama ne inanılmaz bir genetik yapımız var ki, ne kadar uzakta olursak olalım memleketten yine de kopamıyoruz. Zaten kopmak da istemiyoruz.

Uçaktan iner inmez hastalık varmış da bağımlıymışız gibi hemen blackberrylerden ülkeye bağlanıp haberleri okuyup sürekli “tıh tıh tıh” deyip duruyoruz. Sözümona bu tatile sinir bozukluğu katmayacaktık. Elden geldiğince sinirleri bozmamayı deniyoruz işte.

Ama...

Dünyanın “ileri”olduğu bir yerde, “ileri” gitmeyi hedeflediğini söyleyen bir ülkenin insanları olarak, bir kitabın daha basılmadan toplatıldığının haberini almak, insanın dengesini bozuyor. Saat farkları, yol halleri, hasret, özlem,yorgunluk vesaire inanın bunların hiçbirisi koymuyor insana. Ne soğukta donuyorsunuz, ne yolda yaşadığınız saçma aksaklıklara kızıyorsunuz, ne de çocukların mızmızlanmalarına ses ediyorsunuz havanız tatil havası olunca; ama ne zaman ki böylesi abuk, böylesi geri, böylesi felaket ötesi saçma bir haber alıyorsunuz, ayarınız kaçıyor.

Ben gazeteci değilim. Ahmet Şık’ı hiç tanımıyorum. Nedim Şener’i de hiç tanımıyorum. Onları tıpkı bir çoğunuz gibi sadece bir okurları olarak biliyorum. Yine de hiç tanımadığım, okurları olduğum bu iki gazetecinin başına gelenleri hiç de olağan ve normal bulmuyorum. Hiç gerçekçi de bulmuyorum. Tam tersine, olanların içimde gittikçe daha büyük bir huzursuzluk yarattığını, güvensizlik hislerimi pekiştirdiğini biliyorum. Belki bir gazeteci titizliği ve bilgisiyle yazamam onları; ama vatandaşsal hislerimi yazabilirim pekala. Mesela toplatılan basılmamış kitap üzerine olan görüşlerimi bir okur olarak, sade bir vatandaş olarak, bir insan olarak, bir yazar olarak yazabilirim pekala.

Biz Türkiye’de kaçıncı yüzyıldayız bileniniz var mı?

Biz nereye doğru gidiyoruz bileniniz, anlayanınız var mı?

Her şey çok basit gibi duruyor. Zaman tünelinde bir film gibi...

Bir yerde eğer bir kitap, bir yazı, bir fikir, bir düşünce, bir felsefe dile getirilemiyor, kitap daha basılmadan toplatılabiliyorsa... Bu olayın yaşandığı yer ve zaman Orta Çağ değil midir?

Yazının Devamını Oku

Sınav üzerine sınav

23 Mart 2011
Hayat amma bitmek tükenmek bilmeyen sınavlarla dolu değil mi?

Üstelik büyüdükçe, sınavlar öyle ağırlaşıp zorlaşıyor ki, insan keşke hepsi zamanında girdiğim o berbat matematik sınavları gibi olsaydı der hale geliyor. Okul sınavları ne kadar masum, ne kadar kolay, ne kadar halledilebilir, ne güzel kopya çekilebilir sınavlarmış. Hepsinin ne güzel telafisi, ne güzel olmazsa da olurları varmış. Kaldın mı kalır, sonra bir kere daha dener geçermişsin. Birinde bir kere çaktın mı, bir sonrakine çalışır halledermişsin. Olmadı aynı sınıfı bir kere daha okur, dünyanın sonunun o sınavlarla olmadığını hissedermişsin.

 

Çünkü o sınavların hiçbirinin sonunda dünyanın sonu yokmuş.

 

Çünkü o sınavların hiçbirinin sonucu kesin sonuçlar değilmiş.

 

Oysa büyüdükçe hayat sana daha farklı sınavlar hazırlıyor. Üstelik senin o sınavlara hazırlanman için süre de vermiyor. Sınavların çoğu sürpriz! Nedense hep en kötü açığından vuruyor sorular seni hem de. Ne kadar çok çalışmış olursan ol, çakma ihtimalin çok. Kopya çekme şansın da hiç yok.

Yazının Devamını Oku

Sn. Kadir Topbaş’a Açık Mektup

22 Mart 2011

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ BELEDİYE BAŞKANI
SN. KADİR TOPBAŞ’A

 

17 Nisan 2011 tarihinde düzenlenecek olan Haliç Yarı Maratonu’nun ani bir kararla iptal edildiği haberi Adım Adım Oluşumu üyeleri dahil olmak üzere, Türkiye amatör sporcu ve koşucu camiasında büyük üzüntü ve şaşkınlık yarattı.

Geçen yıl Spor A.Ş.’nin girişimiyle tekrar canlandırılan bu önemli yarış, Türkiye’de düzenlenen en başarılı koşu organizasyonları arasında yer almaya adaydı. Ülkemizde bu tür yarışlardaki kayıtların genellikle son haftalarda, hatta son günlerde yoğunlaştığı bilinen bir gerçektir. Hal böyleyken, daha kayıtların kapanmasına 1 ay kala yarışın aniden “yeterince ilgi görmedi, kayıtlar yetersiz kaldı” gerekçesiyle iptal edilmesini anlamakta ve anlamlandırmakta güçlük çekiyoruz.

İptal kararıyla birlikte bu yarışa aylardır hazırlanarak 21.1 kilometrelik parkurda “derece yapmayı” ümit eden veya hayatında ilk kez yarı maraton heyecanı yaşayacak yüzlerce amatör sporcunun da hayalleri yıkılmış oldu. Ayrıca, yurtiçinden ve yurtdışından katılmak üzere kaydını yaptırmış olan amatör veya elit sporcular da izinlerini ve uçak biletlerini aldıkları, otel rezervasyonlarını yaptırmış, kayıt ücretlerini ödemiş oldukları için mağdur durumdalar.

Bildiğiniz üzere, Adım Adım Oluşumu, Türkiye’nin tek yardımsever spor grubudur; aynı zamanda İstanbul Avrasya Maratonu ve Runtalya Maratonu’nun “Resmi Sosyal Sorumluluk Partneri”dir. 1100’ün üzerinde üyesi olan Adım Adım, 650 koşucusu ile Avrasya Maratonu’nun, 300’ün üzerinde koşucusu ile de Runtalya Maratonu’nun en kalabalık kafilesini oluşturdu. Üyelerimiz hem her seviyede yarıştılar, hem de Türkiye Omurilik Felçliler Derneği,  Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı,  Toplum Gönüllüleri Vakfı ve Buğday Derneği yararına bugüne kadar 12 bin bağışçıyı harekete geçirerek 1.5 milyon TL’ye yakın bağış toplanmasını sağladılar. 

Bu yarışları yaşatmanın sadece organizatörlerin sorumluluğu olmadığı bilinciyle, gerek Avrasya Maratonu gerekse Haliç Yarı Maratonu için sponsor ve katılımcı desteği bulunmasına her zaman aktif destek vermeye hazırız. 

Yazının Devamını Oku

Haber

17 Mart 2011
Down Sendromlular “Söz Bizde” diyerek kendi başarı hikayelerini paylaşacaklar.

Tüm dünyada aynı anda kutlanan ve Türkiye Down Sendromu Derneği’nin 20 Mart 2011 tarihinde gerçekleştirileceği 2. Uluslararası Down Sendromu Semineri’nde bu yıl ilk kez down sendromlular “Söz Bizde” diyerek kendi panellerini organize ettiler.

Farklı hayatlara sahip bu insanlar başarı hikayeleri ile bu durumu yaşayan başka down sendromlulara umut olmaya çalışacaklar.  

Ayrıca Hollandalı ve Türk uzmanlarının katılacağı seminerde Dr. Peter E.M. Lauteslager Başkanlığında Down Development Ekibi, “Fizyoterapi”, Anadolu Üniversitesi’nden Doç. Dr. İbrahim Diken, “Responsive Tecahing”, Psikolog ve Özel Eğitim Uzmanı Sezgin Kartal, , “Davranış Bozuklukları”, Yard.Doç.Dr.Aysun Çolak “Kaynaştırma Uygulamaları”, Avukat Işıl Bağatur ise “Yasal Haklar” konusunda bilgilerini paylaşacak

Algıları değiştirme projesinin devamı olan ve bu sebeble bu çok önemli günde, Dünya Down Sendromu Günü çerçevesinde gerçekleşecek seminer ve panel etkinliğine katılarak destek vermeniz gücümüze güç, sesimize ses katacaktır.

Saygılarımızla,

Doret. Habib  İletişim Danışmanı /  Down Sendromu Derneği Yönetim Kurulu üyesi.

Tarih: 20 Mart 2011, Pazar

Yazının Devamını Oku

En önemli gündem maddesi hangisi?

16 Mart 2011
Dün bütün gece düşündüm. Düşündüm de ne oldu sanki?<br><br>Hiç.

Gazetelere baktım. Haber kanallarını dolaştım. Ali Kaptan’ın Cemile’ye attığı tokattan sonra uzunca süre sinir harbi yaşadım. Kendimi ekran karşısında: “Biri de çıkıp şuna okkalı bir tane çaksa ya!” derken buldum. Hatta boğuşma sahnesinde korkarım ölmesini bile içimden geçirdim. Öyle utandım ki kendimden bunu hissederken kendimi basınca! Bunu twitter’da da yazayım dedim. Neden insan bunları twitter’da yazar işin o kısmını hiç çözebilmiş değilim, o ayrı. Sonra twitlemedim zaten. Sildim. Onun yerine: “Şiddet insanın içindeki şiddet çanavarını uyandırıyor, ne fena!” yazdım galiba.

 

Şiddete karşı olan bir insanın şiddet karşısında şiddet duyması ne büyük bir tezat değil mi?

 

Buna tezat mı denir peki?

 

Tıpkı spor yapan insanın dingin ve medeni olması gerekirken sağa sola kafa atmasının kötülüğü gibi, bu da kötü işte. Kötü!

Yazının Devamını Oku