Yonca Tokbaş

Sizin deriniz kalın mı?

22 Şubat 2011
Benim derim hiç kalın değil. Hiç!

Bazen öyle kalın olsun istiyorum ki, hani kurşun geçirmesin, acı duymasın, sızlamasın, hissetmesin hiçbir şeyi. Vuran seksin gitsin. Çarpan geri tepsin. Hiçbir şey içeri sızmasın. Canım acımasın.

 

Ama olmuyor.

 

Gerçi her seferinde, yani yeni darbe yiyince: “Bu sefer kalınlaşmış kesin. Bak pek işlemedi...” filan diye düşünüyorum. Bir süreliğine sanki eskiye nazaran daha az etkilendiğimi, hatta hiç etkilenmediğimi zannediyorum başkalarının sözlerinden, eylemlerinden. Ama sonra bir bakıyorum, meğer yine yara almışım. Umursamışım, takmışım, üzülmüşüm işte.

 

Hatta kendi içimde nasıl da kırılmışım, bozulmuşum elimi ayağımı çekesim gelmiş her şeyden öylesine.

Yazının Devamını Oku

Her şeyin suçlusu kadınlar

17 Şubat 2011
Her şeyin!

Biz her şeyi hakediyoruz.

Dayağı, şiddeti, psikolojik baskıyı, tacizi, tecavüzü, öldürülmeyi, ezilmeyi, yüzüne tükürülmeyi, aşağılanmayı, rezil edilmeyi, hor görülmeyi... her şeyi!

Giyinsek suç, soyunsak suç.
Çalışsak yanlış, çalışmasak hata.
Aşktan zevk almak günah.
Beklentilerimizin, hayallerimizin olması hele, hâşâ!
Bir beynimizin olması hata.

Yazının Devamını Oku

Endişeliyim

16 Şubat 2011
Endişeliyim çünkü; giderek daha fazla arkadaşım ülkemizden çoluğunu çocuğunu alıp kaçmak istiyor.

Endişeliyim çünkü; konuşmaya başlayacağımıza, giderek sessizleşiyoruz.

 

Endişeliyim çünkü; her geçen gün olan bitene, nedenli nedensiz içeri atmalara, basına uygulanan baskıya, giderek yaygınlaşan ve her kesime sıçrayan susturma-sindirme ortamına hayır diyeceğimize, daha fazla boyun eğen bir profil çizer olduk.

 

Endişeliyim çünkü; endişelenmeyen tek kişi göremiyorum.

 

Endişeliyim çünkü; en sağduyulu olduğunu düşündüğüm yazardan politikacıya, sanatçıdan, çalışana bakınca hayal kırıklığına uğruyorum, arka arkaya.

Yazının Devamını Oku

Çocuğun ateşlendiğine değil sapıttığına yanarım!

15 Şubat 2011
Gözünü sevdiğimin Annane sözleri... Nasıl da doğru.

Başka çocuklar ateşlenince ne oluyor bilmiyorum ama, bizim oğlanın çenesine vurduğu kesin. Hani sanki zaten hiç konuşkan değilmişcesine, motor takmışsın gibi konuşma krizine girmiyor mu, yemin ederim kendimi Tarzan gibi göğsüme vura vura: “Aaa aaaa aaaaaaa!” diye bağırırken filan hayal ediyorum.

 

Ama yapmıyorum.

 

“Nuri” dizisinin reklamındaki Meltem Cumbul gibi; çok sakinim. Medeniyim. Çok medeniyim.

 

Çocuk yanıyor tamam mı? Hani az daha ateşi çıksa buharlaşacak gözümün önünde. Ben ateşi düşürme derdindeyim. Çocuk aralıksız nefes almadan soru soruyor, daha ben cevap vermeden olası cevapları sıralıyor, yetmiyor o kendince benim verdiğimi varsaydığı cevapların doğurduğu yeni soruları soruyor hala nefes almıyor onlara yeni cevaplar hayal ediyor o cevaplardan yeni konulara atlıyor o yeni konulardaki alemlere dalıyor daldığı alemi canlandırmak hevesine giriyor bir anda karşımda yatakta zıplamaya yelteniyor “Dur düşersin!” dememe kalmadan sersem haliyle yere yapışıyor ben “Aha şimdi ağlayacak!” derken o ateşin etkisiyle –kafa yanmış tabi- yerden kalkıp neden yerlerin soğuk olduğunu soruyor bi nefeslik düşünecek bu sefer kesin es verecek derken o nedenleri sıralamaya başlıyor heyecanla –ki neye heyecanlanırsın a be oğlum durduk yerde!- çığlık atıp elimde içinde ilaç duran kaşığa çarpıyor ilaç yatağa dökülüyor her yer yapış yapış oluyor ve bana hala gelenler gelmiyor.

Yazının Devamını Oku

Vicdan

10 Şubat 2011
Vicdan benim en berbat, en acımasız ceza kesenim. Bana en büyük mutlulukları ve en büyük mutsuzlukları yaşatan, tek böylesine aşk-nefret ilişkisi yaşadığım ruh ikizim.

Berbat bir şey kendisi bazen.

Bazen de harika.

Onla da olmuyor, onsuz da!

Kaçsam kaçamıyorum. Zaten her ne kadar kurtulasım gelse de bazen, kurtulmak da istemiyorum.

İnsanın vicdanı olmalı. Vicdanı terk edecek olursa onu, iki eli kanda olsa da yakasına yapışıp canı ne kadar acısa da asla onu elden bırakmamalı.

Çünkü korkarım vicdansızlık, vicdanın verdiği acıdan da beter olmalı. Hiç olmazsa vicdan arada çok tatlı.

İnsan, içinin boş haliyle yapayalnız kaldı mı; sorgulayacak, üzülecek, sevinecek, huzur bulacak veya huzursuzluk yaşayacak duyguları ortadan kalktı mı, yaşar görünen bir ölü hali olmalı... dayanılmaz olmalı.

İnsanın başkası tarafından cezalandırılıp yargılanmasındansa, kendi vicdanının yargılaması, en adil ceza olmalı... Hani vurunca gül biten cinsten.

Yazının Devamını Oku

Kadın doğmak kadın ölmek

9 Şubat 2011
Kadın daha doğmadan hakkında verilmiş kararlar, konulmuş kalıplar, kapanmış kapılar, belirlenmiş sınırlar vardır.

Bin kere yıkılır bir kadın, bin kere de ayağa kalkar. Bin kere ölür kadın, bin kere de dirilir.

 

Kadın can verendir; kolay kolay yılmaz, pes etmez, çalışmaktan kaçmaz, yorulmaz. Ekmeğini taştan çıkarır. Basmayın damarına, öleceğini bilse dönüp arkasına bakmaz. Aklına koyduğunu yapar.

 

Kadın suskun görünse de, hiç susmaz aslında. Ağzını kapatırsın, gözleri konuşur; gözlerini kapatırsın, ruhu konuşur.

 

Aşık olmuşsa kadın mesela, gözü karadır; hiçbir şeyden korkmaz, kendini aşktan alı koymaz. Haz almayı öğrendiği gün, haz vermekten utanmaz. Sevildiği ve kendini de sevmeyi öğrendiği gün kadın, gücünün farkına varır, sınır tanımaz.

Yazının Devamını Oku

Mazeret

8 Şubat 2011
İzmir’e gittim geldim. Jet hızıyla. 36 saatliğine.<br><br>Güzel bir nedenden dolayı.

Eşimin Amcasının kızı Didem nişanlandı Erdem’le…

 

Nasıl güzel ve duygusaldı her şey... Rüya gibi geçti gitti bile.

 

Ama dönüş yolunda feci bir mide bozulması olayı yaşadım. Ya uçakta yediğim bir şey dokundu, ya viral bir enfeksiyon kaptım ya da bir şey oldu işte. İçim dışıma çıktı.

 

Ne işe gidebildim, ne gözümü açabildim, ne de ayakta durabildim.

Yazının Devamını Oku

Defne Joy beni mahvettin!

3 Şubat 2011
Güzelim gencecik kadına mı yanayım; annesine-babasına, eşine, ailesine mi, oğluna mı?

Kime, neye yanayım bilmiyorum!

 

Ve çok perişanım... çok.

 

Dün Mısır, iç savaş, aksayan işler, orada kalan çalışanlarımız, bir sürü vehamet o bu şu vesaire derken gelen bu inanılması güç haber, beni altüst etti. Allak bullak oldum. Olduk…hepimiz olduk.

 

İzmir geldi aniden gözümün önüne. Gül sokak ve bir de Amerikan Kültür Merkezi’nin orası. Hep bu iki yerden birinde gördüm ben Defne’yi. Görmediğim zamanda da kahkasını duyup başımı çevirdim gözgöze geldim onunla. Gülümsedik birbirimize hınzırca. Kıvırcık saçları... ah o kıvırcık saçlarına bayılıyordum mesela...

Yazının Devamını Oku