Paylaş
Uçaktan iner inmez hastalık varmış da bağımlıymışız gibi hemen blackberrylerden ülkeye bağlanıp haberleri okuyup sürekli “tıh tıh tıh” deyip duruyoruz. Sözümona bu tatile sinir bozukluğu katmayacaktık. Elden geldiğince sinirleri bozmamayı deniyoruz işte.
Ama...
Dünyanın “ileri”olduğu bir yerde, “ileri” gitmeyi hedeflediğini söyleyen bir ülkenin insanları olarak, bir kitabın daha basılmadan toplatıldığının haberini almak, insanın dengesini bozuyor. Saat farkları, yol halleri, hasret, özlem,yorgunluk vesaire inanın bunların hiçbirisi koymuyor insana. Ne soğukta donuyorsunuz, ne yolda yaşadığınız saçma aksaklıklara kızıyorsunuz, ne de çocukların mızmızlanmalarına ses ediyorsunuz havanız tatil havası olunca; ama ne zaman ki böylesi abuk, böylesi geri, böylesi felaket ötesi saçma bir haber alıyorsunuz, ayarınız kaçıyor.
Ben gazeteci değilim. Ahmet Şık’ı hiç tanımıyorum. Nedim Şener’i de hiç tanımıyorum. Onları tıpkı bir çoğunuz gibi sadece bir okurları olarak biliyorum. Yine de hiç tanımadığım, okurları olduğum bu iki gazetecinin başına gelenleri hiç de olağan ve normal bulmuyorum. Hiç gerçekçi de bulmuyorum. Tam tersine, olanların içimde gittikçe daha büyük bir huzursuzluk yarattığını, güvensizlik hislerimi pekiştirdiğini biliyorum. Belki bir gazeteci titizliği ve bilgisiyle yazamam onları; ama vatandaşsal hislerimi yazabilirim pekala. Mesela toplatılan basılmamış kitap üzerine olan görüşlerimi bir okur olarak, sade bir vatandaş olarak, bir insan olarak, bir yazar olarak yazabilirim pekala.
Biz Türkiye’de kaçıncı yüzyıldayız bileniniz var mı?
Biz nereye doğru gidiyoruz bileniniz, anlayanınız var mı?
Her şey çok basit gibi duruyor. Zaman tünelinde bir film gibi...
Bir yerde eğer bir kitap, bir yazı, bir fikir, bir düşünce, bir felsefe dile getirilemiyor, kitap daha basılmadan toplatılabiliyorsa... Bu olayın yaşandığı yer ve zaman Orta Çağ değil midir?
Düşüncelerin kehanet gibi görülüp büyü gibi değerlendirilip insanların “cadı” olarak avlanıp hücrelere tıkılıp yakılıp yıkıldığı ortam ve zihniyete ne denir ki Orta Çağ zihniyetinden başka?
Ben size diyeyim; bir yazar için, düşünceleri yüzünden mahkum edilmek hiç sorun değil. Yazar, düşünür vesaire kişi yüzyıllar boyu bu dertle yaşamayı öğrenmiş kişidir. Hiç de umursamaz. Vız gelir tırıs gider. Nasıl olsa mahkum olduğu yerde de düşünce üretmeye devam edecektir. Yazar kişi hatta bu duruma güler. Tenine işlemez bu durum. Bir yazar için esas işkence düşüncelerini dile getirememek ve yazamamak.
Ama yine de işin düşünceleri toplatan zihniyet için trajik, düşüncelerin sahibi olan kişi içinse komik olan tarafı şu: toplattığın kitap sadece toplatana bela, sahibine ise tarih boyunca büyük bir ödül aslında. Bunu da zaman gösterecek nasıl olsa. Hep göstermiştir de. Bundan kaçış yok. Da benim hakikaten içime sindiremediğim ne biliyor musunuz?
Biz az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik de vara vara vardığımız yer ve hal bu mu oldu, olacaktı?
Kitap toplatmak öyle mi?
Daha basılmadan hem de...
Yazıklar olsun valla!
Düşünmeye, yazmaya, gülmeye ve ileriye bakmaya aynen devam.
Basılmadan toplatılan kitap bestseller oldu bile, baksanıza!
Yonca
“Cadı”
Paylaş