Paylaş
Çünkü kızımın mahremiyeti veya özel hayatı adına yarın öbür gün dönüp bana “Anne sen deli misin niye yazdın bunu?” diyecek olduğu bir şey yapmış olmak istemem. Amacım bu değil.
Bir gün beni okur mu, okursa ne düşünür acaba?
Bunlara öyle felaket duygulanıyorum ki zaten şu ara, sürekli zırıldayan bir kadın oldum.
Affola.
...
Öte yandan, yazmam da lazım sanki.
Ana-kız belki başkalarına bir faydamız olur diye düşünüyorum.
İnsan bebeğinin büyüdüğü fikri ile sürekli farklı örnekler sayesinde yüzleşiyor. Kimi yüzleşmeler çok gıcık, kimisi de haaarika.
Bunun gibi mesela.
Olay tüy meselesi.
Ve bu mesele, büyüyen bir kız çocuğu ve annesi açısından, hiç küçümsenmemeli.
Hem bu konu sadece annelere özel de değil. Bunu da kabul etmiyorum.
Çünkü belki kızının ne yaşadığına dair fikri olsa o babanın, ona göre anlayış gösterme şansı olur. Ya da bunu bilen erkek adam yarın öbür gün karısına, kızına, kız kardeşine empati duyabilir. Bu örnek başka konulara dair de bir örnek olabilir.
***
Kuzenimiz gelmişti bizde kalmaya. Kızımızdan büyük ama ikisi çok iyi arkadaş oldukları için bir sürü şeyden rahat rahat konuşuyorlar ve bu iyi bir şey.
Konu bacaklardaki tüylere de geldi. Kızım utana sıkıla tüylerin alınma şeklinden ve canının çok acıyacağından çok korktuğunu söyledi. Bir yandan da artık çok rahatsız olduğunu da dile getirdi. Öyle de çekiniyor ki biz bunlardan rahat rahat konuşurken. Onun için bunlar şu anda ilkleri. Tıpkı, bir zamanlar benim çekindiğim gibi çekinmesi normal. İnsan çekindiğini bile unutuyor zamanla.
İlk başta bana bu korkusu çok saçma geldi. Kafasında etlerinin kopacağı fikri falan vardı sanırım. Artık çocuk aklı nasıl hayal ettiyse...
Tıpkı bir zamanlar benim memelerim büyümeye başladığında, ne olduğunu anlamadığım ve kimseye de söyleyemediğim için, kendimi feci ölümcül bir hastalık olmuş sanıp, annem babam üzülmesin diye onlara söylemeden ölümü beklemeye başlamam gibi. Hayal gücüm geniş demiş miydim size?
Şimdi gülüyorum.
Ama o zaman ne çok ağlamıştım!
***
Kızıma canının acımayacağını anlatmaya, rahatlatmaya çalıştım. Çok başarılı olamadım ama.
Sürekli ağdanın faydalarından bahsettim. Çünkü biz öyle bilirdik. Öyle bildik.
Canın acıya acıya yaşardın o ilk ağda olayını ve normal olan buydu, acı çekmek doğaldı sanki.
Neyse baktım bu fikre dayanamayacak, kuzeni müdahele etti. “Makineler harika, canın da acımıyor!” dedi.
Bu sefer de uzun tüyleri makinanın çok çekeceğinden ve yine çok acıyacağından korktuğunu söyledi.
Ve ben o an çocuğun anlatmaya çalıştığı şeyi anladım!
İlk başta o tüyler ağda ve makina için çok uzun, doğru. Oysa ilk bir kısaltalım, o korku geçsin, sonra zaten işimiz daha kolay olacak, onu farkettim.
Burada es veriyorum.
Şu ana-babalıktan yeni yeni bir şey öğrenmeye/anlamaya başladıysam o da şudur:
Zorla güzellik olmuyor, olursa da çok kötü oluyor.
Korkuların üzerine gitmenin de bir tekniği varmış meğer.
Korkunun üzerine yan çizerek yumuşakça lök lök travmatize etmeden de gidilebiliyormuş.
Neyse.
“Tamam” dedim, “Kendini hırpalama kızım. Müthiş jiletler çıkmış, insanın canını hiç acıtmıyormuş. Gider onlardan alırım, ana-kız oturur beraber dener yaparız.”
Gittim o jiletlerden aldım.
Eve geldim.
En sevdiği müzikleri açtım.
Ana-kız banyoda ben gösterdim o yaptı, yapamadığında ben yardımcı oldum.
İlk başta eti kesilir mi diye endişe etti, kendi bacağımda ona yaptırdım.
Acele etmedim.
Sesimi yükseltmedim.
Sakince, sabırla bekledim.
Baktım çocuk gülümsemeye, binlerce kez teşekkür etmeye: “Annecim bana yardımcı olduğun için çok teşekkür ederim!” demelere doyamaz hale geldi.
Kızım o hale geldikçe, gözlerinin içi gülmeye başlayınca, ben de düşüncelere daldım.
Keşke zamanında yaşadığım, o travmayı yalnız ve o şekilde yaşamasaydım.
Keşke annem o sırada imkanı olup da yanımda olabilseydi.
Keşke o Abla bana: “Kız bu tüyler de ne böyle!” demeseydi.
Biliyorum niyeti hiç kötü değildi, o espri yapıyordu. Ama ben o espriyi anlayacak durumda değildim.
Keşke ben de, ilk önce kızım gibi kurtulaydım o ilk uzun tüylerden.
Acısız. Travmasız.
Sonra zaten herkes kendi doğrusunu buluyor. Kimisi ağda ile rahat, kimisi makineyle, kimisi jiletle kimisi de lazerle.
Herkesin tercihi kendine.
Sonra ailemdeki tüm kız analarını ve olası kız analarını düşündüm.
Hemen onlara yazdım bu duygularımı.
Hepsi aynı tepkiyi verdi! Herkes travmatik yaşamış bu ilk tecrübeyi.
Ne fena değil mi?
Ağlayarak, dehşet ve korku içinde, kendinden utanan çocuğum; bir anda nasıl rahatladı canının acımadığını görünce.
Hem zaten ilk tecrübe en zor olanı. Daha sonra, kendine güveni gelince belki ağda dener. Daha sonra.
Hazır olduğunda.
Ya da belki lazere gideriz onunla.
O istediğinde. İsterse.
Ama o dakika şunu anladım bakın:
Biz çok oryantaliz. Doğu öğretisi bu, Batı’dan farklı olarak.
Hep bir travma hep bir acı, hep zor zor zor!
Hep langır lungur atlıyoruz bir şeylere.
Ne çok ızdırap çekmişiz!
Çöpe gidecek kıl için amma canımızı yakmışız.
Bunca sene yabancı arkadaşlarımın acıya gerek kalmadan jiletle rahatlıklarını gördüm durdum bir de onlara sürekli; “Sizin tüyler beter olacak, goril olacaksınız!” filan diye laf ettim. Ne onlar goril oldu, ne benim tüylerin sonu geldi!
Hep önyargı, hep bir itiraz ve karşı koyma.
Bu yazıdan çıkacak kıssadan hisse:
Bir gün, ana-kız, bu güzel günleri sağlıkla, neşe içinde müzikler dinleyerek görün.
Acısız anılar biriktirin siz de!
Yonca
“tüysiklet”
Paylaş