Paylaş
“Anksiyete oldum” mu denir, yoksa “Anksiyetem var oldu” mu?
Ne nasıl deniyorsa işte!
Felaket bir haldeyim. Geçeceğini biliyorum; ama ben hemen şimdi bitsin bu hal istiyorum.
Yine acele ediyorum. Allah’ım ne olur bana acele etmemeyi öğret; sakince kendimle başedebilme gücünü ver! Ben artık bari bunu öğrenebilmiş, azıcık da olsa kendimi bu konuda terbiye edebilmiş olayım.
Ne olur, benim bu halim çocuklarımın bir alışkanlığı, bana bakarak içselleştirdikleri bir davranış şekli olmasın. Ne onlara çaktırayım, ne de onlar çakacak stresi yaşayayım. Ve bütün bunlar nasıl olacaksa, bi şekilde olsun.
Benim bu aceleci halim çok fena bir huy, ve ben asla çocuklarımın bunu benden öğrenmelerini istemiyorum.
Bu, insanın kendine yaptığı bir çeşit işkence.
Allah aşkına “Ne oldu, neden oldu, ayol daha dün iyiydin, bugün ne oldu?” filan gibi şeyler demeyin.
De-me-yin!
Hiç kimse demesin. Hiç kimse hiç kimseye böyle demesin.
Oldu anasını satayım.
Birikti birikti birikti... demek ki.
İnsan isteye bile bu hale gelir mi?
Zaten en büyük kızgınlığım kendime. Kendimi bu hale sokana kadar uğraşıyorum. İnsan akıllanmaz mı yahu!
Ha gerçi var evet akıllandığım noktalar!
Hemen farkına varıp imdat düğmesine bastım. Laf dinliyorum. İnatlaşmıyorum.
Bu size küçük bir adım gibi gelebilir, benim için devasa bir adım.
Bir süre kimse kimseyi yargılamasın. Şurada gönül rahatlığı ile boşaltayım içimdekileri ve bu sayfadan akıp gitsinler, kurtulayım.
Basıp bu sayfayı, yırtıp atacağım. Bunu hayal ediyorum şu an yazarken.
Azıcık sessizlik olsun aramızda ve durumu olduğu gibi kabul edip derin bir nefes alıp duralım.
Bazen durmak ve dinlenmek gerekiyor. (Cümle sonunda az kaldı “belki” diyecektim, sildim. Belki değil çünkü! Dinlenmek önemli bir ihtiyaç. Yemek yemek, su içmek, nefes almak gibi! Ve ben dinlenmek isteyince mesela bu anormal bir durum değil! Dur Yonca, dur dur dur! Azıcık durunca -mola bu- bi şey olmaz, gücünü toplar dönersin yoluna... Koşarsın kocaman adımlarla!)
Şimdi;
Özeleştiri
Memur çocuğuyum. Kendilerini bize, kardeşime ve bana, adamış bir anne babanın çocuğuyum.
Bu yüzden kanıma, iliğime işlemiş;
Güvence, emeklilik, her ay düzenli maaş, az çok kurumsal kimlik, terfi, sıfat, titr, sigorta, masa şöhreti, kariyer, kartvizit, performans, konum, kurum, durum vesaire... Yönetici oluyorsun sözümona ama hep yönetiliyorsun aynı anda. Bu da insanı güdümlü füze yapıyor sistem içinde. Hem bi şeysin hem hiç!
Oysa içimde bu yukarıda saydıklarımın zerresi yokmuş. Hep, öyle olmak lazım diye diye, kendimi bastırarak, bunca sene herrr türlü cicili bicili affilli forslu şirkette çalıştım. Kime kendimi kanıtlıyorsam artık!
Bunun esas adı yerini bulamama, kendine güvenememe, içsesini dinlemek yerine elalemin kafasıyla kendini yönlendirme ve kendini kabul edememe!
Oysa ben büyüyememiş bir çocuk gibi, hayal dünyamın tralla la la laaaa kraliçesi olmalıydım.
Ha şimdi bu kararı verdim.
Olacağım.
Mesela bu cümleyi yazarken nasıl kuş gibiyim!
O çok afilli, çok büyük, bana bugüne kadar tüm istediklerimi yapabilme şansı vermiş, her şekilde maddi manevi minnettar olduğum şirketten ayrılıp, kendi kanatlarımla uçmaya, bu gazetedeki yazarlığıma doya doya doymaya ve bir sürü başka sevdiğim rengarenk şeyi ohhh yapmaya karar verdim.
Ve BAM!
Sanki Gülüm’ün dediği gibi kabuk değiştiriyorum, deri değiştiriyorum. Derim soyuluyor gibi. Etimden et kopuyor sanki. Ne zormuş insanın kendi olma çabası... Ne zormuş insanın kendine dönmesi. Ne büyük bir doğummuş insanın kendini doğurması...of of of...
İnanın hiç bilemezdim, aklıma da gelmezdi.
Nedense mesela bazı insanların, gayet masumca sorduğu bir soru, evet biliyorum çok saçma ama, içimde her seferinde garip bir bomba patlatıyor tam o anda. Paramparça oluveriyorum.
Tam o an, içimdeki “eğitimli memur çocuuu” devreye girip öcü gibi bana bakıyor.
“Aaa istifa mı ettin? Valla bravo iyi cesaret. Peki şimdi ne yapacaksın? Var mı bir planın?”
O an küfür filan etmek istiyorum. Kafamı parçalamak geliyor içimden. Öyle çok konuşuyor kafamdaki kişiliksiz ego! “Ya bi sus!” diyorum... yok. Feci art niyetli. Her sözü oklarla kalbime giriyor. Çıkartmak çok zor ve acıtıyor.
Açıklama yapmak istemiyorum, ama yaptırıyor.
Ayol ben zaten TAM son 10 yıldır (öncesini saymıyorum) HER gün motoryağı satışıyla ilgili şirketimdeki işime gidiyorum ve bunun tam 8 yılıdır da herrr gün yazıyorum ve artı 12 yıldır anneyim, 8 yıldır iki çocuklu anneyim ve vesaire ve vesaire...
Dolayısıyla sevgili doyumsuzluk kralı ego, evet, planım var. İşim de var.
Ben bir yazarım. Ve de gazeteci.
Yazacağım ve TEGV için koşacağım.
Ayrıca, Türkiye’ye yardımseverlik sporu konseptini anlatarak, çocukları spora ve bireyleri de kuru şikayet yerine bir adım atma fikrine bağlayacağım.
Amacım, hayalim bu.
Ve sanırım bu bir kocaman iş. Yetmez mi?
Buna tam zaman ve tam kapasite yüklensem, her şeye değmez mi?
Değer bence.
Allah’ım meğer ben hiç anlatamamışım... size değil.
Kendime!
Ben bugüne kadar bir kere yaptıklarımı cırtdadanak yapıyorum dedim mi?
Yooo.
Zorlanıyorum, yapamıyorum, perişan oluyorum dedim. Belki de insanlar seni süper görmek istiyor. Ama valla değilim!
Aha görün halimi. Sürüngenim şu an!
Hele ben göreyim yani bunu bir!
Son 4 aydır, onca zaman üzerine, gerçekten dayanılmaz şekilde uykusuzluk o bu şu derken, fena oldum.
Sözümona istifa ettim ama bir sürü gereksiz uzatma girdi araya. Hala 29 Şubat’a kadar işte olma zorunluluğum doğdu. Niye? Hayır diyemedim de ondan.
İşten mis gibi çıkmak için uğraşayım dedikçe, iş sakız gibi saçlarıma yapıştı, ha şimdi yol saçlarını Yonca!
Oysa ben bir sürü projeye hazırdım bile. Planlarım birbirine girdi ve ben hiçbirini yapamaz bir halde kitlendim.
Ne şirket halimi anlıyor, ne de ben kendimi anlıyorum.
29 Şubat gel artık!
Ne olur, ben gözümü kapatayım, 29 Şubat olsun...
Anasını satayım Şubat’ın da bu sene 29 çekeceği tutmuş iyi mi!
Evren bana son dakika kazık attı sanki...
Ne çok ihtiyacım var o 1 güne şu an...ah ah ah....
Bir türlü “Yonca yavaş kızım, teker teker!” diyemediğim için, ve hala daha HAYIR restini çekemediğim, o resti çekersem sanki dünyanın sonu gelecekmiş gibi hissettiğim için, anksiyete olmuşum. Panik atak halindeyim yani.
Kitlenip kalıyorum.
Ne kafam denileni anlıyor, ne ellerim iş görüyor, ne de konuşabiliyorum.
Kalpten gidecek hale geliyorum. Kollarım ağrıyor...
Oh bi güzel ağlıyorum ama! Hünnngür hünnngür! Hıçkıra sarsıla...
Fakat bir tek bu ağlamak iyi geldi.
Çok uzun zamandır bu şekilde ağlayamamışım. Meğer kasıkmışım.
Masaj iyi gelir diye gideyim bari dedim.
Hay gitmez olaydım.
Her bir molekülüm ağrıyormuş meğer. O sakinlik, sessizlik ve dın dın şpoynnnk müzikleri içinde masaj bana bütün ağrımı acımı duyurdu, hissettirdi, hissettiğimden ürktüm. Öyle çok ağladım ki, masajı yapan kadın kahroldu, hadiii bu sefer onu teselli etmek zorunda kaldım: “Ayol sen iyi yaptın olay bende” diye!
Oysa ben rahatça kimseye yük olmadan, kimse görmeden ve bana bir şey demeden şöyle bir bunalıp rahatlamak istiyordum. O kadar.
Neyse ki bunu bana sağlayan insanlarım da var... Bin şükür!
Biliyor musunuz?
Ben acele etmekten, yetişmeye çalışmaktan, son 5 senedir çocuklarıma ağzımın tadıyla kitap okuyamadım!
Sonra da kalkıp yedi cedde, “ya benim çocuklarım neden kitap okumuyor?” diye dert yandım.
Ayol beni kitap okurken gördüler mi ki?
Hayır.
Ben hep bilgisayardayım! Onlar uyuduktan sonra elime kitabı almışım, kaç yazar!
Çocuklarımın anlattıklarının sonunu getirmeden ben getirip kısa kestim. Lafı bitirmeden onlar, ben cevap verdim.
Sonra az konuşuyorlar diye dert edindim.
Biliyor musunuz, rahat rahat tuvalete de gitmedim.
Ay iğrençsin Yoncaaa!
Hayır değilim.
Kaç kadın tuvalete rahatça gidemediği için ciddi kabızlık ve buna bağlı bağırsak sorunuyla doktor doktor dolaşıyor haberiniz var mı?
Sorun bi bakalım sağa sola!
Şöööyle bir duş alamadım! Millet banyoda yatıp içine tuzlar yağlar atmaktan bahsetti kahkahalarla güldüm. Yuh bana! Ağlamam lazımmış.
Dubai’de sinemadan soğudum yazmıştım... Oysa kendime bunu inandırdım, çünkü sinemeya gidecek vaktim yoktu. Arada vakit bulunca hızlıca 10 dvd seyrederim diyordum. Sonra, film biteli 5 yıl oluyor, ben anca seyrediyorum diye gerildim iyi mi!
Kocamın yanında, omzunda uyuya kalmak, susmak; onunla beraber boş boş oturmak mesela kaç yıldır yapamadım... bilmiyorum. İyi hala bana dayanıyor valla. Ve destek filan bana yani! Şaka gibi ama, bunu bile göremez hale gelmiştim... Yuh e mi!
Uyumak! Uyumak haram sanki. Uyumadım. Uyurken bile kafamı açık tuttum.
Boş durmak aylaklık yapmak sanki günah. Oysa dozunda aylaklık da bir ihtiyaç. Kabullenemedim.
Halsizlikten abuk subuk yargılamalarda bulunan 3. Şahıslara, “Size ne kardeşim!” diyemediğim için mesela, dönüp çocuklarıma patladım. Ah Yonca ah!
En sevdiğim insanlara, bir telefon açıp rahat rahat iki laf edemedim!
Çünkü elimdeki şirket telefonu her daim cık cık cık öttükçe içimi tüketti. Telefondan gıcık geldi. Telefonda konuşmaktansa konuşmam dedim.
Etrafın içimize ektiği güvensizlik ve riyakarlık tohumlarıyla, başkaları gibi acaba beni de çıkarcı algılarlar mı diye, hep bi köşede suskun ve pasif olmayı marifet sandım; sevdiklerimi, değer verdiklerimi ihmal ettim. Aramaya çekindim.
Neyse...
Bunca felaket içinde, yine de, bir güzel duvara tosladım ve ayılma yolundayım demem lazım.
Derin derin nefes alıp vermeyi, arada panik halindeyken bir mola almayı, rahatça ağlamayı, çocuklarıma dönüp böğrümün en derininden “anneniz bir eşşek, onu affedin!” demeyi, kocama dönüp “haklıydın, hata bendeydi, özür dilerim, düzeleceğim!” demeyi, aileme-arkadaşlarıma dönüp “siz bana dediniz ben duyamadım, ama daha yeni anladım, az kaldı oluyorum” demeyi şu an yapıyorum.
Çok çabalıyorum.
Birkaç kişiden daha ciddi özür dilemem, af dilemem lazım.
Bir de birilerini affetmem lazım.
Hepsini sıraya koydum.
Yapacağım.
İçimdeki çöplük dolmuş. Önce bir onu boşaltayım. Hepsini sırasıyla tek tek sakince yapacağım.
Bu arada...
Bir hata daha yaptım. Sinirle kalkıp zararla oturdum.
Bu hata beni feci sinir eden bir şeye neden oldu. Çok çok içime oturdu.
Çok mahcubum. Ama çözeceğim.
Onu da yarın anlatayım.
Şu an gerçekten dayak yemiş gibiyim.
Yatıp uyuyacağım.
Verdiğim her türlü rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.
Anlayışınız için de yürekten bir teşekkür.
Gerçekten.
Yonca
“yenidoğan”
Ahhh bugün sevgililer günü! Ve ben bunları yazdım...
Biraz geç farkettim. Olan oldu. Şu an başka bir yazı gönderip durumu kurtarma yapamayacağım.
Yutkundum... ikinci kere özür dilerim...
İçime dert oldu
Avrasya’da koşumu destekleyen ve TEGV’e bağış yapan tüm güzel insanlar,
TEGV sertifikalarınız bende. Hepsi online şekilde hazırlar.
Ancak birçoğunuzun ne adresi, ne e-postası yok ki bende. Sizler gidip bağışlarınızı yaptınız ve benim sertifikalarınızı size ulaştırmam lazım. Kahroluyorum onlar elimde kalınca. O sertifikalar sizin hakkınız.
Eğer TEGV’e benim koşumu desteklemek için bağış yaptıysanız, mutlaka bana bir e-posta atın. Size Runtalya’ya gitmeden, yine bağış diye terletmeye başlatmadan önce sertifikalarınızı ulaştırayım.
Bu çok önemli bir belge. Sizin bireysel farkındalığınızın, çocukların eğitimine ve Türkiye’nin geleceğine bulunduğunuz katkının kanıtıdır.
Onu alıp, kendinizi kutlayın istiyorum.
Bana 4yaprakliyonca@gmail.com adresimden ulaşın ne olur.
Yonca
“sorumlu insan”
Paylaş