Gördünüz mü, okudunuz mu bilmem.
Ben habere tıkladım, kaldım.
Sanırım o haberin fotoğrafına tam 15-20 dakika baktım.
Haber, Belçika Kralı Philippe’in çocuklarını ellerinden tutup yürüye yürüye okula götürmesiyle alakalıydı.
Okulun birinci günüymüş. Kral da tutmuş 3 çocuğunun elinden, yürüye yürüye onları okula götürüyor.
Bu arada, güzel karısı da, 4. çocuklarının elinden tutmuş onu farklı bir okula götürüyor. 4. çocuk öğrenme zorluğu çeken çocuklar için özel bir okula gidiyormuş.
Kral ve çocukları sokakta elele.
http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/galeridetay/72924/2/1/belcika-krali-cocuklarini-okula-birakti
Ortalık kemikleri sayılan blumikle dolu. Onlardan birini seç beğen al kendine!
Kadınlar kendilerini beğendirecekler diye size, kuruyup gazel oldular bu ülkede, siz göbek büyütüp durdunuz...
Bir kadına kilosu, fiziği, giyimi hakkında “yorum” yapmak, çaktırmadan yapılmış psikolojik şiddettin en fena hali.
Eskiden böyle miydi bilmem; ama bizim devirde öyle.
Korkunç bir psikolojik baskı “azıcık zayıflasan fena olmaz” demek.
Ama bunu bi tek erkekler yapmıyor kadınlara. Kadınlar da bu konuda gaddar.
Sanki kendine yapılsa kafayı yemeyecekmiş gibi, kalkıp bir başka kadına bu konuda korkunç acımasız olabiliyor.
Bi de şu tipler var, sana söylemiyor; ama bakışlarıyla, davranış ve başkasına yaptığı yorumlarla seni yeterince zayıf ve zevkli bulmadığını hissettiriyor. Bu konuda azıcık takıntısı, hassasiyeti, şüphesi olan kadın zaten havadan kapıyor o nemi.
Ağzı olan da yazıyor durumu…
Korkarım ben dahil!
İki yüzlülük diyorum ya, hepimiz ikiyüzlüyüz yeminle.
Bunda utanacak bir durum yok. Bu da insanlık hali.
Problem bizlere tam dokunmadığı sürece saatlerce konuşabilir yorum yapabilir, sonra da hayatlarımıza devam edebiliriz.
Ediyoruz da.
Problem bizim olunca da çaresini başkası bulsun istiyoruz kimi zaman.
Sevmiyorum.
Yani sadece öğretmen ve anne görüştürülen cinsleri.
Bence veli toplantısı dediğinde; öğretmen, aile, çocuk beraber konuşurlar olanı biteni.
Herkes her şeyi söyler.
Neyse ne. Açık ve net şekilde.
***
Evet, mevsimlerden yaz.
Gerçekten öyle.
Bayılıyorum küçücük şeylerden çıkan mutluluklara.
Mesela dün onca şey içerisinde, çocuklarımız iskelemizde balık tutma derdine tutuldular.
Amanın nasıl bir tatlı telaş, dert ve tasa anlatamam.
Balık tutsalar bir türlü, tutmasalar bir türlü.
Balığı tutan oğlum tuttuğu balığa kıyamıyor ve o oltaya takılmış çırpınan balığın acilen denize atılması için fenalık geçiriyor.
Biz onun o haline gülsek mi,
Yoksa merhametinin güzelliğine ağlasak mı bilemiyoruz…
Aptallaşmış haldeyiz demeyeyim, keza aptal değiliz.
Sadece sürekli şaşırmaktan: “Yok artık bu kadar da değildir…” demeye çalışırken kafamıza “balyoz”, ciğerimize biber gazı, adaletimize “darbe” yemekten, şaşırma kapasitemizi de tüketmiş haldeyiz.
İflah olmaz bir umutperverim malum...
İflah olmaz bir “her olayda iyi bi şey” bulma sihirbazıyımdır ayrıca…
Yetmez bir de kendimce, elimden gelen neyse onu yapmaya kitlenmeye odaklanabilen bi tipimdir her durumda...
Ama ben de dumur oldum be arkadaş!
Baktığım yerde umut görebilme kapasitem kısa süreliğine de olsa dondu sanki.
Dün dedi bunu kendisi.
Ben bu haberi okuduğum sırada;
Okmeydanı’nda 16 Haziran’da başından biber gazı kapsülüyle vurulan ve halen yoğun bakımda tedavi gören 14 yaşındaki Berkin Elvan’ın ailesi ve avukatlarının Taksim’deki basın açıklamasına da polis müdahale etmişti.
Yine.
Niye?
Berkin’in annesi “Ben sadece çocuğumu istiyorum…” diye ağlıyordu sadece.
Bir anne bundan daha haklı ne isterdi ki hayatında...
Du.
Ama kendimi tutmam imkansız.
Azıcık anlatayım.
Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta Powerade Runfire Cappadocia Ultra Maratonu’ndaydım.
Ultracılar toplamda 260km koştu, biz 6G’ciler 140km...
İnanın zor, çok zor bir rotada yarıştık. Ha evet yine de Likya Yolu Ultra Maratonu kadar deli değil sanki. Zaten Taner Hoca da, Likya için Kapadokya’nın Abisi demişti.
Bence Ana-Babası hatta ?
Kapadokya’dan Tuz Gölü’ne koştuk geri geldik.