Birden kuzenim çığlık attı: “Bacağının yanında bal arısı var dikkat et, ama sakın öldürme... sakın” diye.
Başkası olsa daha o an indirir kafasına öldürürdü belki. Ama benimle birlikte arıları tanıyan ailem, çevrem, arkadaşlarım artık bu konuda inanılmaz hassas. Bu değişimi görmek ve şahit olmak bile, yani 1 kişinin bile “sakın öldürme” diye çığlık atması bile, benim için kazanılmış bir hayat demek, ve 1 hayat, koca bir ömür demek.
***
Arkadaşım, elindeki kağıtla sürünmekte olan bal arısını sedirden almaya çalışıyordu ki ben zaten yerimden fırlamıştım.
Arı ya saçma sapan abartı dozda ya da yanlış zamanda yapılan ilaçlama yüzünden kanatlarını kaldıramaz halde, yolunu yönünü şaşırmış, can çekişiyordu.
Aldım hemen bahçede lavanta ve fesleğen saksılarının dibine yerleştirdiğim su kabının oraya götürdüm. Belki su içerse bu sıcakta, kurtulur ümidiyle...
Su kabının içine kirpi şekilli heykelciğimi koymuştum.
Başlığı olmayan yazı
Bu yazının adı yok. Bu şeyin adı nedir bilmiyorum.
İlla da bir doğru tanım olması mı gerekiyor zaten? Tanımlar koşullar, insanlar, zamanlara göre öyle çok değişebilen
şeyler ki!
Bunu da yine dağlarda, bozkırlarda, arazilerin içinde bir başıma, yapayalnız, korkunun aklıma bile gelmediğini, sessizlik ve yalnızlığın ne büyük kudret olduğunu fark ettiğim anda, koşarken anladım.
Bazen 1 saatte hiçbir şey yapamıyor insan. Bazen de o 1 saate bin tane şey sığdırabiliyor. Al sana zamanın göreceliliği.
Bazen 1 km’lik yol dediğin mesafe, yok efendim çukur, yol çalışması, lastik patlaması filan derken saatlerce bitmiyor. E al sana mesafelerin göreceliliği.
Uzun zamandır buraya bir "makale oluştur" hakkımı kullanarak bir şey yazmadım. Hatta hurriyet.com.tr yazısı da yazamadım. Sadece Pazartesi-Cuma Kelebek yazılarımı yazıyorum. Bu yaz da böyle oldu... Bütün bunların nedeni, inandığım şeyler için zaman değerlendirmekten. Kaybetmekten değil bakın, ne güzel bir şey dedim.
Yarın, 13 Ağustos 2015 yaşgünüm. 43 yaşıma giriyorum. Ancak yarın, kendime özel, ailemle bana ait, sosyal medyasız, gazetesiz, internetsiz bir zaman geçireyim dedimse de, çok önemsediğim OLİMPİK ANNELER konusunda konuşma yapmak için P&G ailesi ile İstanbul'da buluşacağım...
Bu yüzden, içimden gelenleri bola döke bugün paylaşayım dedim. Önce facebook'da yazdım. Baktım kesmedi yazdıklarım, e ben bunu nasıl hem twitter hem de Instagram'da paylaşıcam ki, derken, tabi ki burası geldi aklıma.
Utanmazca içimden geçenleri sadece ailem, arkadaşlarım değil, beni hiç tanımayan Hürriyet Okuru veya ne bileyim işte geçerken uğramış birileri de okusun istedim.
Levent Yüksel çalıyor kafamda, Dedikodu.
Adam sırasıyla önce kızına,
Sonra da oğluna bisiklete binmeyi öğretti.
Kadın, olan bitene sadece seyirciydi.
Gözleri dolup taşsa da, görevi sadece fotoğraf çekmekti.
Kadın da bir sürü fotoğraf çekti; babayı, kızını, oğlunu, köpeklerini, o heyecanlı koşturmayı, endişeyi, sevgiyi, sabrı görüntüledi.
Anılar kutusuna bu fotoğrafları da ekledi.
Çocuklarının endişesini sabrıyla yüreklerinden söküp taaa uzaklara atan,
Oğuzhan Öztanır Toplum Gönüllüleri Vakfı gönüllüsü, hayranlıkla izlediğim, mola verdirilemez çalışkanlığına şaşkınlıkla bakakaldığım bir genç. Projeler departmanında Samsun’da çalışıyor ve vakfın gençlik merkezi olan İğne Deliği Gençlik Merkezi’nin Aktivite Koordinatörü.
Bana iyi bir haber verdi yine.
Hep iyi haber verir zaten.
Bir öykü yarışması yapmışlar ve 900'e yakın öykü arasından seçilen 10 adet öyküyü kitap haline getirmişler. Öykü yazarları gençlerin yaşları 14-28 yaş arası değişiyor.
Öykülerin seçiminde bulunan 3 Jüri üyesi de Türkiye'nin en genç yazarlarından oluşan bir jüri.
Yurtdışında yaşayan vatandaşlar olarak, 30-31 Mayıs günlerinde oylarımızı verdik.
Bunlardan biri de bendim.
Yıllardır oy verebilmek için ya seçim günü için uçtum memlekete geldim, ya da havaalanında oyumu kullandım.
Oy vermediğim tek bir sefer olmadı.
Bu sefer, ilk defa Konsolosluğumuzda oy verdim.
Ne yalan söyleyeyim, her seçim ertesi çok isyan ettim.
Adında “emniyet” var içinde ölüm.
Nasıl olur da bu iki kelime yan yana gelebilir?
Eğer ortam emniyetliyse, ölmeyi bırak canının yanmaması gerekir; ama bizde öyle olmuyor işte. Türkiye ve Orta Doğu’nun kötü gerçeği bu; olması gereken yerde bile CAN güvenliğin yok.
Sana kanunlarla, kurallarla garantisi verilmiş alanda bile can güvenliğin yok hem de.
***
Elimde değil yazacağım. Bugün "19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı". Bayramımızın adı tam olarak bu. Ne eksik, ne fazla. Benim adım nasıl ki YONCA ve bana kısaca "Yon" veya ne bileyim herhangi bir başka sıfatla hitab edilmesini istemiyor, tam adımla hitab edilmesini seviyor ve istiyorsam, Bayramımızın adının da tam söylenmesini önemsediğimi biliyorum. Dahası, o kadar dahice, özenle, ve bilinçle yan yana getirilerek verilmiş isimlerdir ki bu Bayramların adları, o kadar basite indirgenip es geçilmemesi gerektiğini de ezelden beri düşünürüm. Keza Atatürk 19 Mayıs'ı DOĞUM GÜNÜ olarak görüp, doğum gününe de gençlik ve spor ekleyerek bir insanı, bir ülkeyi, koca bir nesili neyin genç ve sağlıklı tutacağını, sağlam kafanın sağlam vücutta olduğunu nasıl da bugünde vurgulamış diye düşünürüm. Hani işte bu tam bugün yazdığım, ilkelerini benimseyip özenmeme meselesi gibi. Aynı şekilde, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı hassasiyeti gibi. Egemenlik, ancak çocuklarla kutlanır, onlara emanet edilir, onların bakış açısıyla özenilirse ütopyamsı bir ülkede yaşanabilir. Çocuk gözüyle egemenlik tanımına bakarsan eğer; barış, özgürlük, kardeşlik, eşitlik uygulanabilir olabilir. O yüzden bugün, birçok yerde, bayram kutlamaları sırasında isimlerin tam ve olduğu gibi yazılmasını önemsediğimi, yazılmadığı zaman da, aslında ne kadar önemli bir detayı gözden kaçırdığımızı ve artık biraz daha bilinçli ve derin düşünen insanlar olabilecek yaşta olduğumuz şu zaman, dönem ve her yerden risk altında olduğumuz şu dönem ruhunda, seçimlere de bu kadar az zaman kalmışken hatta, algılarımızın tam zamanlı açık olmasını dilediğimi, hayal ettiğimi, artık büyüdük akıllandık, bunların farkında olalım demek istediğimi anlayışınıza sığınarak yazarım şuraya. Daha önce elde zaten her şey var sayarak yaşadığımız düzende, üzerinde durmadığımız, düşünmediğimiz detayların biraz daha düşünülmesi gerektiğine ve düşünülmediği takdirde kayıpların ne kadar uzun vadeli can yakabildiğine saygı ve sevgiyle de dikkat çekmek isterim. Yonca "başöğretmen" gördüm kendimi affola ama hislerim tam da böyle...