Bu soru çocuğu düzenli spor yapan, onu haftanın 6 günü antrenmana taşıyan anne babaların en çok duyduğu, mahalle baskısına benzeyen insanın sinirini inanılmaz bozan bir soru.
İnsanlar bir çocuğun haftanın her günü ciddi ciddi kendi isteği, rızası ve aşkıyla spor yapmasını “yazık, canım benim yaaaa perişan oluyor evladım..” olarak algılıyor.
Kimi zaman o ailelere dönüp; şu an evde sadece derslere, sınavlara, televizyon ve bilgisayara gömülmüş çocuğunuz inanın hepimizden daha perişan; ama ondan önce esas zor durumda olan siz ve sizin sağlığınız diye haykırmak istediğim çok oluyor.
Haykırmıyorum tabi.
Onları da anlıyorum. Anlamaya, anlatmaya çalışıyorum.
Bahanelerle büyüdük, o bahaneleri içselleştirdik. Yok hava, yok yol, yok imkan, yok bu çocuk zayıf, yok terlerse hasta olur, yok hijyen, yok uzak filan falan...
Geçtiğimiz hafta sizlerle 2 anne ve kızının yaptıkları sporla birlikte hayatlarının nasıl değiştiğini, hayatlarına neler kattığını yazdım.
Bugün de kendisine Asics Türkiye takımının hızlı koşucularından olduğu için “Uçar gider” lakabı taktığım arkadaşım Cemil Gökçe ve ritmik jimnastik yapan, 9 yaşındaki kızı Ayça’nın hikayesini anlatıyorum.
Dün başladım bugün de aynen devam ediyorum.
Konumuz spor-çocuk-aile. Çocuğa spor yaptırarak nasıl uzun vadeli bir yatırım yapılmış olur hayatı adına, bunları anlatmayı amaçlıyorum bu soru cevap ve deneyim aktarımlarıyla.
Bu arada, sakın sporu imkan meselesi olarak değerlendirmeyelim olur mu.
O konuda da yazacağım. Keza daha önce bu konuda konuşurken yorum yapan bir gazeteci arkadaşıma kaldığımız otelin spor salonuna sabah kalkıp gidip gitmediğini sorduğumda aldığım cevap “tabi ki hayır” dı.
İmkan varken yapmayan olduğu gibi, imkansızlık içinde hayatını adayan var.
Koşarak tanıştığım köy çocukları, en imkansızlık içinde olanlar aslında o imkansızlık içinde en çok çabalayanlarken; milyar imkanı olan aileler spor konusunda çok fakir davranabiliyor.
Bir çocuğa bisiklete binmeyi öğretmek emek ve zaman istiyor. Bir çocuğu parka, doğaya, ormana götürmek gelişimi için ona özgürlük vermek imkan değil, özveri ve bu işe gönül veren aile yapısı, spor kültürü gerektiriyor.
İmkansızlık içindeki bir çocuk ve aile çoğu zaman hayat derslerini alarak aşılanmış bir büyük olurken; biz şehirlilerin steril ortamı, yorgunluğu, bahaneleri hem kendimizi hem çocuklarımızı ciddi anlamda “sorunlu ve patlamaya hazır bombalar” olarak büyütüyor.
Birbirimizi yiyoruz. Parçalıyoruz. Kınıyoruz. Küsüyoruz. Nefret ediyoruz.
Sevmiyoruz.
Öfkeliyiz. Bıkkınız. Yorgunuz. Umutsuzuz.
Ölüyoruz her gün. Öldürülüyoruz.
Biz ölmediğimizde, ya da başkası öldüğünde bitiyor mu acı?
Hayır!
En çok çocukların canı yanıyor bu ortamda.
Bu ortamda büyüyen çocuklar sürekli lanet bela okuyan, umutsuzluk içinde boğulan, tek gördüğü şey öfke olan ana babalarına bakarak büyüyen bireylere dönüşüyorlar.
Ablade Glover ve Tuğrul Cankurt
İkisi de ressam.
Biri Ganalı, biri Türk.
Onlar belki birbirlerini tanımazlar.
Belki...
Ama benim salonumda çok iyi arkadaşlar, sürekli birbirlerine bakıyorlar.
Aralarında sessiz sedasız bir arkadaşlık var.
***
Şehitlerimize Allah’dan gani gani rahmet, ailelerine sonsuz sabır ve baş sağlığı diliyorum. Üzüntümü ifade edecek kelime bilmiyorum.
Ölüm ve şehit haberlerinin ardı arkası kesilmiyor.
En son sosyal medyaya baktığımda insanlar: “kıyamet gelsin” diyordu.
Ölsek ve bitse... biter mi sizce?
(*Yonca notu: Bu yazıyı yazmaya başladığımda şehitlerimizin sayısına ve orada olanlara dair sürekli çelişkili bilgiler geliyordu. Dolayısıyla bu yazıyı, kıyıya vuran çocuk fotoğrafına odaklı yazılmış olsa da, şu içinde bulunduğumuz tüm ikiyüzlü ortamı kapsayacak şekilde okunabilir.)
***
Dünya’nın bir yerinde savaştan kaçan
Hayatta kalmak için ölümü göze alan canlar varsa
Ve eğer kıyıya ölü çocuk cesetleri vuruyorsa
Dalgalar kefen oluyorsa çocuklara...
Cesetler bu kadar kanıksanmış
Vicdan bi kaşık suda boğulmuşsa...
Savaş seviciliği öfke kin intikam cinayet ve katliam bu kadar reyting alıyorsa...
Bunun gibi birkaç tane daha paylaşacağım...
Bir arkadaşımın, baba olarak kızının yer jimnastiğindeki emeğini nasıl desteklediğini, karı koca nasıl çabaladıklarını da onların ağzından paylaşacağım.
Sırayla...
Önce Zeynur Pehlivan’ın yazdıklarını bir okuyun.
Zeynur Pehlivan Gol Kraliçeliği, En Değerli Oyuncu gibi birçok ödüle sahip.
Türkiye'nin en iyi hentbolcularından birisi olan Dr. Zeki Pehlivan ile evli ve şu an U17 erkek hentbol milli takımında oynayan Doruk Pehlivan'ın da annesi. Aynı zamanda hentbol yazarlığı yapıyor. Bu arada size tavsiyem https://www.everydayme.com.tr/olimpikanneler buraya bir göz atın, bilgi alın. Çocuğunuza evde basit nasıl spor yaptırabilirsiniz dahil, bir dolu nefis bilgi var.
Bu arada bana, doping konusunda Salı günü kalbim taşarak yazdığım yazı için, uzun yazı diyenlere de cevabım hazır...
Bu bilgi eksikliği ve kirliliği içinde; düşünme/sorgulama yetisi budanmış, vahşet dehşet sansasyon seven insanlar tarafından da hesabı kesildi, kurban edildi.
Bu olay başka bir ülkede meydana gelse, böyle ortaya çıksa, sporcu 8 yıl men edilse, -ki bunlar oldu başka ülkelerde de- ne çok istifa olurdu.
Oysa biz çok mutluyuz Aslı Çakır’ın başını yediğimiz için. Artık herkes rahat rahat uyuyabilir.
Mesele Aslı Çakır, Ali Veli 49 50 meselesi değil.
Mesele çoook derin ve çoook karmaşık.
Evet, hiçbir neden ve bahane dopingi haklı çıkartmaz.
Ancak şunu bilin; her yerde doping var. Bu dünya düzeninde bunun da idaresi/yönetimi var.