Yonca Tokbaş

Ve vals devam ediyor – (TNF Kapadokya Ultra Trail 110km raporum)

28 Ekim 2015
Her koşu yarışı sonrası kişisel bir koşu raporu yazılıyor.

Yok, mecburi değil. Ancak insan inanın yazmak istiyor. Öyle çok şey yaşıyorsunuz ki o yolda, o uzun yolda, hem unutmamak, hem tecrübelerinizi paylaşmak hem de aslında yaptığımız bu doğada dayanıklılık sporunun sadece spor, sadece koşmak vesaire değil de; yaşadığımız hayata dair inanılmaz bir miras olduğunu anlatabilmeyi istiyorsunuz.

Benim için bu yazıların anlamı, değeri büyük.
Çocuklarıma miras… Hayatımın mirası. Tanıklığı.
Bir şey daha var, her ne kadar bunu söylerken biraz ayıp gelse de, birilerinin bu yazılarımı okuyarak spora, koşmaya, ultra maratonlara, doğaya geliyor olduğunu duymak, görmek; ilham verebilmiş olmak da mutluluk veriyor.
Geleyim şimdi geçtiğimiz Cumartesi günü, 24 Ekim 2015’de sabah 07:00’de start alan The North Face Kapadokya Ultra Trail 110km yarışında yaşadıklarıma, düşündüklerime, öğrendiklerime…
Uzun bir yazı da sizi bekliyor evet.
Bunu okumak da sizin ultra maratonunuz olacak belki de.

Yazının Devamını Oku

İkinci köşedeki o ağaç

23 Ekim 2015
Uçakta kulağımda müzik.

Çıktığım yolu düşünüyorum.Hayatımda ilk defa kendi başıma parkın etrafında yürürken, “hadi şu iki ağaçlık mesafeyi koşayım bakayım” dediğim anı hatırlıyorum.Koşunca ne kadar acayip mutlu olduğumu. Sonra “e hadi 3 ağaç, baktım iyiyim 4 ağaç daha..” dediğim anları.İnanın bana, hiç kolay değildi.Bi kere işten çıkıp eve gelip çocuklarla -nedendi o gerginlik derseniz biliyorum, bıkkınlık, kendime ait her şeyi yitirmiş ve başkası için zorunlu fedakarlık ediyormuşluk hissiyle dolu bastırılmış öfke- cinnet dolu bir zaman geçirip yemek yedikten az önce veya sonra “ya sabır gideyim bi nefes alayım sakinleşeyim şu an bayağı sinirliyim bu halimi bari daha fazla görmesinler” diyerek parkın etrafında yürümek için arabaya binip gitmek çok zordu.Parka gelip inip yürümeye başlamak da çok zordu. “Git eve uyu! Uyu Yonca yorgunsun!” deyip yorgunluğumu uyuyarak unutacağımı sanıyordum.Oysa canın sıkkınken yatsan uyusan kaç yazar! Uyku uyku değil ki! Savaş.. Kaç kere uykudan beter yorgun kalktım hatırlamak istemiyorum.Oysa kafanı dağıtıp içindekileri havalara savurdun mu bebekler gibi uyuyormuşsun. Hep o parktaki birinci köşeyi dönene kadar suratım asık, içim hışımla dolu, kafam patlamaya hazır bombaydı.O köşeyi dönünce yumuşuyordum sanki. O ana kadar fark edemediğim parktaki ağaçlar, kuş sesleri, benim gibi bir şekilde oraya gelmiş ve tempoyla yürüyen insanlar, koşan insanların yüzünü hatta gözlerinin içini görmeye başlıyordum.Aslında araba gürültüsü duyarken en çok, birden o ses kısılıyordu sanki, kuş sesi, ağaç kokusu, gözlerinin içinden milyar duygu geçen insanların sessiz varlığı baskın olmaya başlıyordu. İkinci köşenin orada bi ağaç vardı. Kökleri yerden taşan, dallarından saç gibi köklerine benzeyen ama daha incesi, kahverengi yüz bin dalcıkların sarktığı, yaprakları iri iri, koyu yeşil, çok ama çok güçlü bir ağaç. O ağaca dokunasım gelirdi. Dokunurdum. Ama öyle dokun geç değil, tutunurdum. Gözlerimi kapardım.Bana da ver gücünden derdim. Bakardım ona... İçine bakardım. Sanki o da beni görürdü. Sarıp sarmalar gibi parmaklarımın ucundan elektrik geçerdi.İkinci köşedeki o ulu ağaca dokunmadan geçmek, ona saygısızlık, kendime de sanki ihtiyacım olan gücü vermeden devam etmek gibi gelirdi. O parkın etrafında bilmiyorum kaç kere koştum. 1 kere bile o ağaca dokunmadan geçmedim.O ilk sefer toplasan 3-5 ağaç arası koştuğum gün yani, içime bir minik cesaret geldi. Belki azcık daha fazla ağaç arası koşabilirim diye. Sırf canım denemek istediği için denedim. Baktım resmen 1km kadar bir mesafe koşabiliyorum. Nefes nefese kalınca hemen yürümeye başlıyordum. Sanıyordum ki, nefes nefese kalınca çok kötü bir şey olacak. Kalp krizi geçirip ölebilirim. Ya da bilinmeyen bir şeydi ya benim için o his, yanlış bir şey yapıyor olabilirdim. Ölmekten korkuyor insan bilinmeyen bir şeyi ilk defa bedeninde hissettiğinde.Azcık nefes nefese kalır kalmaz panikle, endişeyle, sanki suç işlemişim gibi durup yürümeye başlıyordum.Bu böyle devam etti bir süre. Sonra…Sordum. Koşan arkadaşım Pam’e anlattım durumu.Normal dedi.Endişe etmememi söyledi. Sakin, yavaş, ve hatta konuşarak koşmamı, konuşabiliyorsam tempomun iyi olduğunu, mesafeyi düşünmeden mesela dakika arttırmamı söyledi.Atıyorum 35 dakika mı yürüyüş yapıyorum, ilk başta toplam kaç dakika koştuysam haftaya %10 fazlasını amaçlamamı söyledi.Baktım 35 dakika içinde en fazla, o da dağınık zamanlarda toplam 5 dakika koşabiliyorum. Bi sonraki hafta 6 dakika koşmayı denedim.Başta yürüyordum, kendimi hazır hissedince koşmaya başlıyordum. 2 dakika sonra yorulunca yürüyordum. Ne zaman tekrar hazırım, hadi bi daha.Böyle böyle başladım koşmaya.O parkın etrafını, yani 3.4km’yi ilk koşarak döndüğümde, Dünya’yı keşfetmiş insan gibiydim.İnanın abartmıyorum. O kadar büyük bir başarı hissi ve mutluluk.Bu arada esas farkına varmaya başladığım şey, üzerime çöken sakinlik, dinginlik, mutluluk ve evdeki beni deli eden şeylerin o kadar deli edemediğiydi.Taktığım şeylerin aslında önemsediğim değerler sıralamasında yeri bile yoktu. Sinirli olmak bi çeşit hastalık gibi. Aslında içinde biliyorsun nelerden dolayı öyle hissettiğini ve sıkışıp kalıp hep ota boka sarıp geçiştirmeye çalışıyorsun.Bıraktım onları.Anlamsız be dedim.Sen kredini değerlerin için, değen şeyler için tartışmaya sakla.Şaka maka bi baktım e ben haftanın 3 günü kendime özel, bana ait bi zaman elde etmiştim. Ulen ben bunu uzatırım bu bana iyi geliyor dedim ve o günden bugüne 2009’dan 2015’e bugün şu an The North Face Cappadocia Ultra Trail’de 110km koşmak için bir yarışa yazılmış, hazırlanmış, yola çıkmış gidiyorum.Bundan önce en uzun koştuğum İznik Ultra 80km var.Kendimi aşmaya gidiyorum.Hayatımda zaman kazanmaya...Gülerken ağladığım, yanaklarımdan resmen yaşlar süzülürken yazdığım bi yazı bu uçakta Kapadokya yolunda, havada.Sırf buna kalkışmak bile beni şu an benden aldı.Yani günün sonunda ne olursa olsun, insanın bedeninin her türlü zorluğu aşacak güce sahip olduğunu biliyor olmak çok acayip bir şey.Tüm acıların geçici olduğunu bilmek de...Karşılaştığın sorunların çözümleri olduğunu, elbet bir yere varıldığını, her hatanın müthiş bir kazanımı olduğunu, her varamadığını sandığın yerin bile vardığın bir yer olduğunu biliyorum diyebilmek mesela.Of çok acayip anlatabiliyor muyum acaba kendimi size?Denemeden, tecrübe etmeden bilemeyeceğimi, edindiğim tecrübelerin her zaman bir sonraki olayda geçerli olamayabileceğini biliyorum. Bir kere tecrübe ettim diyerek ne kendimi bir şey zannetmenin işe yarayacağını, ne de tecrübelerimi küçümseyip cesaretimi kırmanın marifet olmadığını biliyorum.Hayata ciddiyetle asılıp bazen kabullenmeyi, bazen inatlaşmayı bırakmayı, bazen de kendimle dalga geçebilmenin önemini unutmamam gerektiğini biliyorum.Ne isterim biliyor musunuz sizler için?Şu içinde bulunduğum duyguları kendinize uyan şekliyle yaşamanızı.Yani tablo yapmayı çok istemek, eline fırçayı almak ve başlamak… devam etmek. Daha önce hiç koşmadın mı, “acaba nasıl olur, bi denesem bakalım ne olcak?” diyerek sokağa çıkmak ve sağa mı sola mı, ileri mi, geriye doğru mu karar verip yürümeye başlamak, sonra 3-5 adım koşmak…Gitar çalmak mı? Eline alıp gitarı kafana göre tellerini tıngırdatmak… Gözlerini kapatıp o çok sevdiğin şarkıyı çalıp söylediğini hayal etmek.. Yapmak istediğin şeyin ne olduğunu bulmaya çalışmak bile kendine değer vermek.Yani o his öyle inanılmaz bir duygu ki!“Ne seviyorum ulan ben, beni ne heyecanlandırır?” sorusuna bi cevap aramak olağanüstü bir his.Şu an, sırf bu uçakta 110km koşmaya gidiyor olmak bile ömre bedel!Fiziksel olarak hazır olduğumu düşünüyorum.2009’dan beri çalışıyorum.Mental olarak hazır olmanın önemine inanıyorum. Bu ciddi.Ciddiye aldığımı düşünüyorum.Ha hayat bu, sen her türlü hazır olursun, ne olur bilinmez, Dünya hali 10km gidemezsin. O da var hayatta…Yine son değildir biliyor musun. Mesela bunu biliyorum artık.Ve bu inanılmaz bir güç ve cesaret veriyor insana.Dalga geçersin kendinle, ve bilirsin ki bir daha geleceksin kendini aşmaya.Keyfim inanılmaz yerinde şu an.Mesela hayatımda hiçbir kere bir koşuya giderken önümde kağıt kalem, eğim grafiği, kilometreler, matematik kafalarla, stratejik planlar yapacağım aklıma gelmezdi.Böyle bir şey olabileceğine, veya böyle bir ihtiyaç olabileceğine dair düşüncem yoktu.Bunu kazandım daha yarışa başlamadan.Mesela, hayatımdaki çok önemli başka kararlar için de bunu uygulayabilirim dedim, çalışırken.Kendime, geldiğim şu ana inanamıyorum diyeceğim, ama inanıyorum.Bin şükür be her türlü.Bizleri bugün yarış boyunca, malum 22 saat sürecek, bu linkten takip edebilirsiniz.https://cappadociaultratrail.com/2015/Bizler ara istasyonları geçtikçe web sitesine durumumuz güncellenecek.***Sağolun varolun hayatımın yolculuklarına anlayışla, nezaketle, kucaklayarak tanıklık eden, destek veren sizler…İçimdeki umut sonsuz.Dahası Dünya’da eşi benzeri olmayan, tek olan şu olağanüstü sihirli Kapadokya’da olmak var ya... Bakın burası ne çok dine, kültüre, medeniyete kucak açmış.Şu kucak açmış deyimi beni benden alan bir deyimdir.Ve burada yaşayan kültürel miras aslında hep hayatta kalmayı istemiş.Yeraltı şehirleri kurmuş, savaştan kaçmak, sığınmak, aylarca süren savaşlar sırasında hayata tutunmak için.İşte bu hayatta kalmayı istemek enerjisinin üzerinde koşmaya gelmiş olmaktır beni benden alan bu Anadolu’nun tam kalbinde...Peri Bacaları diyoruz düşünsenize... Ayağımızın altı, yanımız sağımız solumuz sonsuz mucizeleri yaşamış bir diyar, daha güzel bir şey olabilir mi sizce?Hayatta her şeyin bir yere, istenilen yere varacağına dair umudum inancım sonsuz ondan…Başlamak… ah şu başlamak var ya... nefis bir şey.Hele bi başla dostum.Gerisi mi?İlla gelir.Bi yere gelir...Başladım buraya geldim dersin.Aldırma gönül aldırma çalıyor şu anda…Görecek günler var daha…Yonca“gönülden”

İlginç bilgiler...Bu yarışta 3 parkur var, 36km, 62km, 110km.Her üçünün bitirme süresi farklı.30km 6 saat limit60km 12 saat limit110km 22 saat limit
Tüm parkur işaretlenmiş durumda.1200 işaretleme çubuğu, 2000 şerit işaretlemesi, 120 ok ve yönlendirme levhası ile toplamda yaklaşık 3000 işareti takip ederek finişe geleceğiz. The North Face Cappadocia Ultra Trail’de bu sene 995 katılımcı var.46 farklı ülkeden, 6 kıtadan katılımla ülkemizin nefis uluslararası patika yarışı yani.Bu arada 995 katılımcıda 300'den fazlası yabancı.
Argeus tarafından organize edilen yarışta 130 gönüllü, 70 görevli çalışıyor.
40 gazeteci, 20 fotoğraf ve video çekim ekibi de hazır. Bu yarışların düzenlenebilmesi sponsorlar sayesinde. Bizlerin doğa sporu yapabilmesine olanak tanıyan tüm sponsorların listesine de https://cappadociaultratrail.com/2015/TR/#destekciler linkinden  ulaşabilirsiniz.Hepsine teşekkürler..


 

Yazının Devamını Oku

Kafsinkaf

18 Ekim 2015
Çok uzun zamandır, ama çok çok uzun zamandır bir maç seyredip bu kadar zevk almamıştım.

Çok uzun zamandır, ama çok çok uzun zamandır bir maç seyredip bu kadar zevk almamıştım.
Hani nasıl desem saygı duyarak, hayranlık duyarak, coşku duyarak izledim Karşıyaka-Barselona maçını başından sonuna.
Karşıyaka seyircisi ömrü hayatımda gördüğüm en efsane seyircidir. Yıllar önce İzmir’de yaşarken gittiğim maçlarda şoka girerdim.
Hatta bu maç öncesi de dedim, bence Karşıyaka ile evinde oynayacak her takım, kim olursa olsun, seyirci olayını da hesaba katmalı diye. Nitekim Barselona, maç sonrası aynı şeyi demiş.
Ama yine de, sadece seyirci demek o nefis takıma, sergiledikleri enfes oyuna, Ufuk Sarıca’nın başarısına haksızlık olur.
Karşıyaka her şeyiyle nefisti.
Ne olur her izlediğimiz spor karşılaşması seyircisinden takımına aynı hisleri verse... Sporun kalitelisini, coşkulusunu izleme zevkimiz geri gelse. Şiddet cinnet yerine yüzümüze gülümseme, içimize mutluluk geri dönse.

Yazının Devamını Oku

Kış geliyor

15 Ekim 2015
...

Suriye Savaşı 18 milyon nüfusu olan bir ülkede 11 milyondan fazla insanı evinden etti. Türkiye’de 2 milyon mülteci bulunuyor. Sahile cansız vuran bedenleri saymıyoruz!
Geride evlerini, topraklarını, dostlarını bırakmak zorunda kalan bu insanlar, yanlarına küçük çantalarına apar topar sığdırabildikleri eşyalarını alabildiler. Kış kapıda!
Adım Adım’ı artık biliyorsunuz. Türkiye’nin başına gelen en şahane iyilik hareketi.
İşte Adım Adım’dan bir grup arkadaşım da “Koşarken ne kadar çok olursak, o kadar mültecinin kışı sıcak geçirmesini sağlayabilir, onları evlerinde bırakmak zorunda oldukları kışlık kıyafetlerine kavuşturabiliriz” dedi. Onlar, İstanbul Maratonu’nda Hayata Destek kuruluşuna bağış toplamak için koşacaklar.
İsterseniz onlara katılabilir veya amaçlarına destek olabilirsiniz.
Toplanan bağışların her 200 TL’si bir mültecinin kışlık kıyafet ihtiyacını sağlamak üzere kullanılacak. Bağışlar, ihtiyaç sahibi mültecilere elektronik kartlar aracılığıyla ulaştırılacak.
Mülteciler istedikleri bedende, renkte kışlık giysilerini kendileri seçerek alabilecek.

Yazının Devamını Oku

Hissizlik

13 Ekim 2015

Hiçbir zaman doğruyu bilemedik.

Doğrulara ve gerçeklere ulaşmak hep çok zor oldu bu ülkede.

Doğru söylenerek de büyütülmedik.

Hala daha yalancı büyüklerin Dünya’sında büyütülüyor çocuklar.

Anne babalar gezmeğe giderken bile doktora gidiyoruz diyorlar. Hala...

Çocuklarına en basit gerçeği söyleyemeyecek kadar korkak insanlar coğrafyası burası.

Babalarından korkan, korkutulan çocukların diyarı.

Kendi yakın çevremdeki “eğitimli” ailelerin çocuklarının bile anne babalarına basit bir konuda “hayır” deme hakkı kısıtlı.

Yazının Devamını Oku

Ankara: "Barış Emek Demokrasi" diyecekken ölüm ve bomba

10 Ekim 2015
Güvercini beslemek...

Burası Kuğulu Park.

Ankara.

Güvercinleri besleyen de oğlum.
Çocuk.
Ben Ankara’da doğdum. Büyüdüm. Liseyi bitirdim.

Yazının Devamını Oku

Zaman dediğimiz afacan kuş

4 Ekim 2015

Biraz yorgun,
Biraz durgun,
Biraz dingin,
Biraz sakin...
Hissediyorum.
Yine mi değiştim sanki...
Kesin.

Yazının Devamını Oku

İnsan ve doğa

1 Ekim 2015

Devasa kayalar var. Aslında minnacık kayalar da var.
Her çeşit kaya, toprak, dikenlik var.
Keçi yok. Biz varız.
Renkleri sarı kahve arası. Keskinler.
Uçurumun başındayım.
Dimmmdik, ama dimdik bir yamaç. Sağ tarafımdan aşağısı deniz. Denizi görüyorsun uzaktan. Dalgaların sesi de geliyor. Anlık bir mola verip o sesi içine çekiyorsun. Hani burası cennet mi dersin ya kendine...
Evet yahu, cennet.

Yazının Devamını Oku