Paylaş
Adam sırasıyla önce kızına,
Sonra da oğluna bisiklete binmeyi öğretti.
Kadın, olan bitene sadece seyirciydi.
Gözleri dolup taşsa da, görevi sadece fotoğraf çekmekti.
Kadın da bir sürü fotoğraf çekti; babayı, kızını, oğlunu, köpeklerini, o heyecanlı koşturmayı, endişeyi, sevgiyi, sabrı görüntüledi.
Anılar kutusuna bu fotoğrafları da ekledi.
Çocuklarının endişesini sabrıyla yüreklerinden söküp taaa uzaklara atan,
O minik gözleri tek sözüyle ışıldatan, yüreklerine güven aşılayan;
“Başını dik tut, hiç arkana bakma, hep ileri bak, durmadan pedal çevir, korkma ben arkandayım!” diye bin kere tekrarlamaktan yılmayan,
Kan ter içinde kalan,
Her seferinde aynı heyecanla, düşüldü mü yine, dizler uf mu oldu, sarılıp düşeni kaldıran, dizleri ovalayan, aynı yüreklendirici cümleleri usanmadan defalarca tekrarlayan adam;
Çocuklar kendilerine güven kazanıp
Bisiklete sımsıkı yapışıp
Bir sağa bir sola yalpalayıp toplanan bisikletle artık tek başlarına yola; başları dimdik, gözleri ufukta devam ettiklerinde,
Durdu ve arkalarından öylece baktı hasretle...
Çocuklar gözlerindeki; endişe, gurur, başarmanın hazzı ve kendilerine duyulan güvenin hissettirdiği sevinçle,
Arkalarına hiç bakmadan devam ettiler pedal çevirmeye.
Hep ileri hep ileri, hızlandıkça hızlandılar.
Baba;
Bin bir türlü duyguyla, gururla baktı peşlerinden, hızla uzaklaşan daha henüz büyümeye yüz tutmuş bebeklerine.
Alnında biriken terini eliyle sildi.
Yüzünde gülümsemesi, gözlerinde karışık duygularla, arkalarından icabında imdatlarına yetişmeye hazır, tetikte, bakmaya devam etti.
Bu, ağlayarak değil, gülümseyerek hatırlanması gereken bir anı idi...
Babanın çocuklarına bisiklete binmeyi öğrettiği o an!
Adam, bir süre çocukların geri gelmelerini bekledi. Oysa çocuklar geri gelmeye hiç niyetli değildi.
Bisiklet, insanın suratına rüzgarla tatlı tatlı çarpan özgürlük demekti. Saçların uçuşması, gözlerin kamaşması, hayatın ayaklarını yerden kesmesi demekti...
Özgürlüğün, bağımsızlığın tadı pek tatlı idi.
Çocuklar, bisikletle gezmeye devam edip belli ki bir süre daha geri gelmeyeceklerdi.
Hiç kötü düşmesinler tabi ama, hani olur da düşerlerse –ki düşmek de olağandır-, rahatça ağlamak ve yaralarını sarmak için babalarının omuzlarına hiç tereddüt etmeden gelebileceklerini bilirlerdi.
Adam yine de azıcık hüzünlendi.
İnsanın çocuklarının “kendi başlarına uçtuklarını” görmek, duygulanmak için bu hayatta en geçerli nedendi!
Kadın adamın yüzündeki huzuru seyretti.
Gülümsedi.
Babalar günü geldiğinde,
Kızına ve oğluna,
“Bisiklete binmeyi öğreten baba” anılarını sonsuza kadar hatırlayabilmeleri için, yazılı olarak hediye etmeye karar verdi.
Bu, Aslan Cem, Destina ve Arda’nın hikayesiydi.
Yonca
“anı kutucusu”
Yonca’dan dip not: “Babalar Günü”nde hüzünlenirim. Zar zor yazarım. İçimden susmak gelir yıllardır. Babamı kaybettim beri yani.
Artık hayatta olmayan babamın hala yanımızda olmuş olmasını, torunlarını bisiklete binerken görebilmiş olmasını hayal ederim. Bisiklete binmeyi öğretirken babamın bana söylediklerini çocuklarımın da babalarından duymuş ve yaşamış olmasına hem şükreder hem duygulanırım keza bu yazı aslında 2009’da yazıldı.
Hatta arkadaşım Pınar Büyükgüral’ın aşağıda çizimini yaptığı resim, aslında 2009’daki o anın fotoğrafından olma. Bisiklete binmeyi babasından öğrenen Aslan Cem’in, ona şahitlik eden kızımızın ve köpeğimizin yani, baba ve çocuklarının o şahane anısının fotoğrafını çekmiştim ama, elle çizilmiş olarak da hatıra bırakmak istemiştim onlara... O yüzden rica etmiştim de yapmıştı Pınar bana... Bu da o hatıranın anı yazısı işte...
***
Bir şey daha demek isterim bugüne dair;
Babası hayatta olanlar için de eğer varsa affedilebilir küskünlükleri, affetmelerini; o sessizliğe hiç değmediğini, erkenden, henüz vakit varken hatırlatmayı isterim.
Babası olmayanların ise asla ne hissettiklerini hiçbir zaman anlayamayacağımızı bildiğimden, şımarık davranıp davranmadığımı sorgular, bu hassas günde, kimseleri incitmemiş olmayı diler, hiç istemeden sızıya neden oldumsa da yürekten özür dilerim.
Paylaş