Bugün;
Anlamı, vurguladığı ve barındırdığı değerleri ile en önemsediğim Milli Bayram.
Bir ülke liderinin ülkesine, insanlarına bırakabilecek olduğu en güçlü, en ileri görüşlü değer ne olabilirdi diye düşündüğümde, Atatürk’ün bu ülkeye “armağan ettiği” dediğimiz ve bazılarınca ne yaparlarsa yapsınlar asla içini boşaltamayacaklarını bir türlü idrak edemedikleri, en büyük değerimizdir 19 Mayıs.
Kim ne derse desin, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Türkiye tarihinden de geleceğinden de silinemez bugün.
Öylesine güçlü, öylesine sağlam ve kalıcı bir değer, bilgelik, miras ve yatırım barındırır özü.
İçinde özgürlük, bağımsızlık, uğraş, sonsuz emek, vazgeçmeyiş, yoktan var ediş, direniş, dayanıklılık, güven, akıl, plan, strateji, disiplin, dayanışma, birlik ve zafer var olan bir değerler bütünüdür çünkü... O yüzden de gençtir ebediyen, gençliğe armağandır. Bu saydığım değerlerin her biri, bir de sporda vardır çünkü...
Benim için de;
Soma’da yerine getirilmeyen görevler, tutulmayan sözler, umursanmayan uyarılar, gözetilmeyen ihtarlar, uygulanmayan önlemler, sağlanamayan can güvenliği yüzünden tarihimizin yüz karası korkunç bir cinayet işlendi.
301 kişinin hayatını yitirdiği iş cinayetine, kaza dendi.
Kaza için “olağan”, 301 ölüm için de “bu işin fıtratında var” buyruldu.
301 can pisi pisine gitti, “ay pardon kaza oldu” dendi, oldu bitti.
Bu cümleleri kurmak, bu kadar kolay geldi suçlulara.
Yüzleri hiç kızarmadan, biz onlar adına utançtan ölecek gibi olurken; onlar 1 yıldır tek bir endişe ve huzursuzluk duymadan hayatlarına çatır çutur devam ettiler.
“Ben bu utançla yaşayamıyorum, ben bu vicdan azabıyla hayatıma devam edemiyorum” diyecek tek bir yürek çıkmadı!
Kimse bir şey bilmesin, tüm gerçekler tüm Dünya’dan saklansın gizlensin, hafızamız silinsin. Adımızı dahi unuttursunlar bize.
Eskiden insanın bir tek çocuk doğurduğunda anne olduğunu zannederdim.
Anne demek, doğuran can veren demekti benim için.
Tanım buydu yani.
Büyüdükçe, yaşlandıkça annelik tanımım da değişti.
Zaten bana dayatılan tüm tanımlar, tecrübeyle, yeniden yazılası olmaya başladı.
Sağlığı el veren herkes çocuk sahibi olabilir belki ama, anne olabilir mi emin değilim.
Annelik bir ehliyetse, belki kimilerine bu ehliyet verilmemeli diye düşünüyorum kimi zaman.
Dahası “anne” olmak istemediği için bencil sıfatlandırılan nice arkadaşımı ben hiç bencil bulmuyorum.
Yazının linki aşağıda.
Hatırlamak isterseniz okuyabilirsiniz.
http://sosyal.hurriyet.com.tr/Yazar/Yonca-Tokbas-4yaprakliyonca_232/cocuklarimizin-hali-ve-gelecegi_28652004
Bu hareketi bir anne olarak, düzeltiyorum tüm sıfatlarımdan sıyrılarak bir insan olarak, çok önemsiyorum.
Bu kadar çok üzerinde çalışmak, anlatmak istediğim başka bir konu yok.
Ülkemizde “spor kültürü” “spora bakış” “sporcu yetiştirmek” konularında yapılabilecek en küçük gelişmenin bile olağanüstü bir değişme önayak olacağını çok iyi biliyorum.
Bunu hem kendimden, hem kendi çocuklarımla olan deneyimimden, hem de daha ben bu konuyu köşemde paylaştıktan sonra gönderdikleri yüreklendirici paylaşımlarla tezimizi doğrulayan tüm anne baba ve bireylerden biliyorum.
Afet Yönetimi, Arama Kurtarma dendiğinde acaba ne kadar ilerleme kaydetmişizdir, kaydetmiş miyizdir diye düşünüp endişeye kapılıyorum.
Her depremde azla yetinen masum insanların en çok etkilendiği, en çok canının yandığı, en büyük kayıbı onların yaşadığı bu adaletsiz Dünya’ya isyan ediyorum...
Hayatta kalanlara sabır, yaralılara şifa diliyorum. Ölü sayısının artmaması için dua etmekten başka elimden bir şey gelmiyor olmasına, kahroluyorum.
****
"İznik Ultra 2014'den 40.km yakınlarından hatıra fotoğrafı"
Kullanmayı en iyi bilmen gereken kavram da zaman. Ne boşa harcayacaksın onu, ne de fazla arttıracaksın. Bi yandan yaşamayı da bileceksin zamanını.
Bana bunu en iyi anlatan şey uzun mesafe koşu yarışları oldu. Doğa oldu. Doğanın içinde koşmak oldu. Başladığın yerden çıkıp bitirdiğin yere gelirken edindiğin bir ömürlük tecrübeyi büyük bir azimle kazanmak oldu.
Yine 1 sene geçmiş...
Bugün siz bu yazıyı okurken bizler İznik Ultra Maratonu’nda 136km, 83km ve 46km için çoktan start almış koşuyor olacağız.
Geçen sene 80km bitirmiştim.
Gürkan Açıkgöz.
Kendisi tip 1 diyabetli.
Yani tip 2 diyabetten farklı olarak, insülinsiz yaşayamayan ve günün her saati kan şekerini ölçerek ve ihtiyacı olan insülini kendine takviye ederek yaşamak zorunda olan diyabetli.
Ben de aradaki farkı çok yakın bir arkadaşımın çocuğuna 1.5 yaşında tip 1 diyabet tanısı konunca anladım. Yoksa şeker hastalığı benim için anneannemin yaşadığı “şekerli şeyler yeme, ilacını iç” şeklindeki hastalıktı.
Arkadaşım, oğlunun diyabeti için şunu söyler: “Ben çocuğumun çalışmayan pankreası gibiyim. Bir pankreas hayatı yaşıyorum.” Bu beni çok hep çok etkiledi.
Tip 1 diyabetin erken yaşta teşhis edilmesi iyi olmakla beraber, o yaşta bir çocuk bir yetişkin gibi kendini sürekli ölçüp dikkat ederek yaşayamayacağı için de tabi ki anne-babanın ciddi bir sorumluluk alması ve her şeyin önüne diyabeti koyması demek.
Mesela kimi zaman gece uykusunda anormal değerlere zıplardı şekeri, düşürmek için ayrı bir uğraş, olmadı hastaneye yetiş; ya da düştüğünde çıkartmak için ayrı bir uğraş ver.
Bu ülkede tüm değerlerin alt üst olduğunun, hiçbir değerin bir anlamının kalmadığının, değerlerimizin içinin boşaltılmış olduğunun; dahası değer nedir farkında bile olmadığımızın, değerleri düşünmediğimizin, ne anlama geldiğini dahi bilmediğimiz bir noktaya gelmiş olduğumuzun yegane tescilli belgeli görüntülü kanıtıdır Soma.
Nedir “değerler” dediğim şey mesela?
Dürüstlük
Güven
Vefa
Vicdan
Adalet