En sonunda beni avaz avaz bağırt, sonra da mum gibi ol, bir lafımı ikiletme...
Yok kardeşim, yok!
İnsan anne olunca kafayı yememek için çok büyük çaba ve sabır sarfediyor. (Aslında içimden “hayvansal” demek geliyor!)
Bu sabır olayını ayrıca yazmayı planlıyorum; çünkü tek başına “Sabır” 10 fasikül ansiklopedi olur.
Sen de oku oku kudur!
...
Annelik deli olmak; ama deli olduğunu çaktırmadan yaşamaya devam etmek demek.
Etrafımda kim varsa ikiye bölündü eyyy vatandaş!Kimisi: “Yonca sen ne zaman şu kafiyeyi bırakacaksın?” diyor...
Kalanlar da: “Kafiyeli yazmazsan, bir daha okumayız!” diyor.
Ama kimse benim ne düşündüğümü,
Ne hissettiğimi,
Ne istediğimi,
Neden kafiyeli yazı yazmakta ısrarcı olduğumu merak etmiyor.
Anlamak da istemiyor.
Ben kafiyeli yazmayı seviyorum.
Hele de kadınsanız sıkı durun...
Kalıplar çok katı, asla dışına taşıveremezsiniz.
Olur da yanlışlıkla etiniz budunuz taşarsa kalıptan,
Meyve verirseniz ağacınızdan...
Ölen çocuklar,
Katledilen çocuklar,
Tacize uğrayan insanlar,
Yargısız infaz edilen insanlar,
Fark eden ilk kişi, iş arkadaşlarımdan biriydi;
Hayata kocaman gülümseyen gözlerle bakan bir Filipinli Anna.
Ben konuşmaya devam ederken, gözlerini başıma dikti ve gülümseyerek kulağıma eğilip “Sanırım artık beyaz bir saçın var!” dedi.
Sesi ve söyleyiş şekli çok anlamlı idi.
Türk’ ün yaptığı Türk kahvesini içersen, sen de artık insan değilsin.
Eğer insanım diyorsan, etrafında yaşayan tüm Türkleri rahatsız etmelisin...
...
Bir gün böyle bir e-posta alsanız mesela, ne yaparsınız?
Evlatlar öksüz, ana babalar evlatsız kalıyormuş,
Bu bir soykırımmış,
Savaşmış,
Katliammış...
Ben İstanbul’ daydım.
O sırada evde; Annem, kardeşim, bizimle yaşayan akrabamız Zehra, Belçika’ dan bir süreliğine AFS’yle gelmiş Hans vardı.
Annem içeriden gelen tatsız sesleri duymuş; ama kapıyı bir türlü açamamış.
Kardeşim –o zaman 13 yaşında olan erkek kardeşim- kapıyı tornavidalarla sökerek açıp babamı kurtarmaya çalışmış.