Uzaktan gelen bir kayıp haberi rüzgarla uçup oraya deyiveriyor, pıt o kabuk düşüyor, yaram yeniden kanamaya başlıyor.
Yaram nasıl sızım sızım sızlayıveriyor anlatamam size.
Hissettiğim aynen bu.
Ya da yaşayan bilir dedikleri şey bu.
Bu hayat tek başına yaşanmaz, yaşanmıyor.
Ondan,
Şu hayatta bir tane kafa arkadaşın olsun,
Cennete gitmeden cennetteymişcesine yaşarsın.
Öyle böyle değil hem de.
İlk defa tıkandım!
Yeni yıla girmeye 2 gün kala;
Ne yazsam da uygun olsa,
Bir de bayram bayram üstüne geldi ya...
Oooh, benden mutlusu yok!
Deli olduğum için mi ha bire birşey kutluyorum, yoksa kutlama içinde olduğum için mi deli gibiyim... bilemiyorum.
Ama sevinç içindeyim.
Çocuk olmak öyle güzel ki!
Keşke boyu büyümüş ama aklı kıt kalmış insanlarımız da, içlerindeki çocuğa sahip çıkabilselermiş.
Keşke politika denen arenada cirit atan aslanlarımız, kaplanlarımız ve tüm soytarılarımız, bir çocuk yüreğiyle hareket edecek kadar temiz gönüllü kalabilselermiş.
Ama yok!
Bizdeki büyük insanlar, çocukluklarında “Bana ne bana ne, ben yapmadım o yaptı!” diye hep karşısındakini suçlamaya, sorumluluk almamaya alıştıklarından,
Tartışmak yerine kavga etmenin, konuşmak yerine bağırmanın alkışlandığı ortamlarda yaşadıklarından,
“Sana vurana, sen de vur!” politikalarıyla yoğrulup
Alaycılıkla, hor görmeyle, “Sen küçüksün aklın ermez!” diyerek geçiştirilmeyle büyütüldüklerinden
Haberlere, forumlara, tartışılan konulara gelen okur yorumlarını okudukça, mutsuzluk hastalığına yakalandığımızı fark ediyorum.
Üstelik korkarım kimse iyileşmek istemiyor.
Herkes mutsuzluk dersleri alıp veriyor birbirine.
“Kim daha mutsuz?” yarışması yapar gibi, mutsuzluk paylaşımları yapılıyor her yerde!
Ben, o acıdan çok etkilendim.
Alper’ in;
Sessiz çığlıklarına,
Kararsızlıklarına,
Benim için hayatta en önemli becerilerden biridir özür dileyebilmek.
Affetmek gibi,
“Seviyorum!” diyebilmek ve dürüst olabilmek gibi...
Bakıyorum şimdi, özür dilemek de kampanyaya dönüştürüldü; affetmek de, seviyorum demek de.