10 Temmuz 2009
Ne zaman THY rakipleriyle baş edemez hale gelir, ancak o zaman adam gibi bir hava yolu olur. Yok böyle bir rezalet başka hiçbir havayolunda!
Güncel bilgilerden habersiz gişe memurları, güncellenen bilgileri memurlara haber vermeyi gereksiz gören sistem, yolcuya tutarsız ve yanlış bilgi aktarımı, yardım edip durumu anlamaya çalışmaktansa kendi hatasını müşteriye yıkmaya çabalayan bir kafa yapısı, “müşteri velinimetimizdir!” sloganını bırakın, “müşteriyi pataklamak en büyük zevkimizdir” sloganı ile çalışan personel, bitmek bilmeyen rötarlar, uçağa alıp yolcuyu saatlerce açıklamasız bekletmeler, anons edilemeyen değişmiş kapılar...
9000 metrede uçarken klima altında hasta halinle battaniye istersin, “Yaz vakti hava sıcak hanfendi, zaten 10 tane vardı, dağıttık kalmadı!” derler,
Su istersin “Bugün çok içen oldu, çabuk bitti!” derler...
Allah göstermesin -çünkü işimiz hakikaten Allah’lık- zorunlu iniş yapsak ne battaniyemiz var, ne suyumuz...
Hiiiç düşünmezler!
Hangi birini anlatsam ki!
Tüüüm iyi niyetimle bugüne kadar “Sayın Kurumumuza” “Vatan Millet Sakarya” saflığıyla sahip çıkmış olmak için sustum.
Artık yeter!
Susamıyorum.
Utanıyorum.
Bir “müşteri” olarak her seferinde enayi yerine konmaya dayanamıyorum,
Bir “insan” olarak da bu muameleyi asla hak etmiyorum!
Kendi vatandaşına kötü davranıyor, turiste kötü davranıyor, hadi ben ekonomi yolcusuyum zaten baştan “kakılmışım”; ama gözümün önünde Diplomatik Pasaportlu First Class yolcusunun nezaketle yapmaya çalıştığı uyarıya “Your Shut Up!” diye bozuk İngilizcesiyle hiiiç utanmadan “Sen kapa çeneni!” diye bağırılmasına...
Ne desem hiiiç bilmiyorum!
Hadi diyelim şirketin sana eğitim vermedi kardeşim, peki senin aile terbiyen de mi yok?
YOK! YOK! YOK!
Ve ve ve bütün bunların yanında, iş arkadaşının ayıbını örtmeye çalışan zavallı bir azınlık da var ya hele, onlara daha da acıyorum.
O yüzden can-ı gönülden tüm rakiplerinin başarılı olmasını umuyorum;
Atlas, Onur, Pegasus öyle güçlensin ve kuvvetlensin ki, verdikleri müthiş kaliteli servis THY’ye tokat gibi insin.
Ve bu tokat, THY’nin hem fiyatlarına hem de veremediği tüm hizmet anlayışına yansısın.
AMİN!
Aynı anda üç havayolu kalkıyor aynı istikamete, arada yarı yarıya fiyat farkı var, hem kazık yiyorum, hem servis alamıyorum hem de yalan yanlış işlemler yüzünden mağdur edilip bağlantılarımı kaçırıp süründürülüyorum.
Yeter. Gerçekten yeter.
Biz takıntılı yolcugiller de artık THY saplantısı yerine, diğerlerini kullanmaya başlasak hiç de fena olmayacak bence.
Ben denedim.
Ağzım açık kaldı aldığım insani hizmet karşılığında verdiğim güler yüzlü fiyata!
Bıktık artık bu şımarıklığınızdan çok Sevgili ve Sayın THY, Haberiniz ola!
Yonca “thyZEDE”
Süpermarkete giderken bir zahmet yanınızda bez çanta götürüverin ricası yazısı
Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde böyle delice naylon torba tüketilmez.
Tüketilemez.
İzin verilmez, izin veren olsa da zaten bilinçli halk ayaklanır.
Olmadı, Greenpeace anında kapıya dayanır, totosunu açtığı gibi naylon torbayla kaplayıp herkesi protestoya çağırır!
Yani neymiiiş?
Naylon torba kullanMA-YA-LIMmııış!
Marketler boy boy bez çanta satıyorlar.
Peki kim alıyor?
Kimseee!
Bakıyorum hâlâ daha ha babam de babam naylon torbalar tüketiliyor kilolarca.
Yazıktır bu güzelim doğaya!
Hem siz alın bez torbayı; “Baaak ben çevreciyim!” havası atarsınız icabında.
Çevreyi umursamıyorsanız,
Hava atmak için yapın bari ya!
Yonca “çevreci”
Biz dokunmatik bir milletiz
Öpüşmeden selamlaşıp “Merhaba!” diyemeyiz. Sarılmadan birbirimize, sırtımıza “şap şap” vurmadan ayrılıp yolumuza gidemeyiz. Kollarımızdan asılarak birbirimize ısrarla “Bak Allah’ının aşkına!” diyerek hesap ödeme kavgası yapmazsak hele, kendimizi huzursuz hissederiz.
Çocuk gördük mü yanağına yapışır, makas almadan geçmeyiz.
Konuşurken yanımızdakini dirsekle dürtüklemeden, konunun devamını getiremeyiz. Hatta karşımızdakinin kafasına şapadanak bir şaplak atmadan, yapılan espriye tam gülemeyiz.
Kaş göz yaptığımız yetmezmiş gibi, masa altından çaktırmadan ayakla dürtmezsek eşi dostu, hiç rahat etmeyiz.Biz bir alemiz! Bunca dokunmatiklik adına, keşke çok uzatmadan kavgayı bir an önce, el sıkışıp barışıvermeyi de bilsek...
Pek iyi ederiz bence!
Yonca “dokundurucu”
Yazının Devamını Oku 29 Haziran 2009
Üniversiteyi kazanmışım, Boğaziçi’ni.
Annem, ikramiyesi ile üniversiteyi kazanma hediyesi mor bir palto diktirdi bana.
Ankara’nın meşhur terzisi Sabri’ye. Yurt odamdaki minicik dolapta gözüm gibi bakıyorum ona, giymeye kıyamıyorum.
Yaş deli 18’imden, daha da deli 19’uma doğru yol alıyor.
Kulağımda ‘walkman’im, kaset bitince piller bitmesin diye çıkarıp kalemle vıjı vıjı vıjı başa sararak, çılgınca Freddy Mercury dinliyorum okulun yollarında.
Yazının Devamını Oku 26 Haziran 2009
Ay yeter!
Uzun zaman sonra karşılaştığım her “dost” iki kaşımın arasına botoks yaptırmam gerektiğini söyledi.
Bazısı hâlâ saçlarımı neden boyatmadığımı anlayamadığını söyledi. Bazısı yanaklarımın yanında duran iki derin çizgi için “dolgu” önerdi... Bana bakan ha bire bana fiziğimden bahsetti!
Daha da fenası,
Onların bana bakıp da gördüklerine, ben hiçbir zaman o gözle bakmadığım için, kendimi hiç bu şekilde incelememiştim. Sayelerinde gece eve gidip dip bucak kurcaladım her yerimi.
Dedim “Deli mi ne bunlar beeeah!”, hemen rahat bıraktım kendimi.
Bu bozuk “algıda seçicilik” hiç hoşuma gitmedi.
Bunca zaman sonra; ne hasrete, ne neydik de ne olduklarımıza, ne mutluluklarımıza ne de dertlerimize dair içten bir sohbet etmek bir yana, iki çift doğru düzgün laf etmek gelmedi akıllara.
Yazının Devamını Oku 19 Haziran 2009
Adam sırasıyla önce kızına, Sonra da oğluna bisiklete binmeyi öğretti.
Kadın, olan bitene sadece seyirciydi.
Gözleri dolup taşsa da çaktırmadan etrafa, görevi sadece fotoğraf çekmekti.
Kadın da bir sürü fotoğraf çekti; babayı, kızını, oğlunu, köpeklerini, o heyecanlı koşturmayı, endişeyi, sevgiyi, sabrı görüntüledi.
Anılar kutusuna bu fotoğrafları da ekledi.
Yazının Devamını Oku