Hani ailenin tamamının bir araya geldiği... Kimsenin birbirinden ayrılmak istemediği...
Bitmek bilmeyen eski püskü aile mevzularının kırk yıl sonra gündeme getirilip aynı olaya bunca yıl sonra bile kâh gülünüp kâh ağlandığı... Çayların hiç durmadan demlendiği...
Küçüklerin Türk kahvesinin köpüğünü fincan fincan dağıtarak getirmeyi öğrendiği...
Kahve köpüksüz gelince; “Kızım çaktırmadan tükürüverseydin ya içine!” diye dalga geçildiği...
Kalabalıktan yatacak yer bulamadığın durumda bile olayın sorun edilmediği... Yer bulanın bulduğu yere kıvrılıp kaldığı... Arta kalanların bahçede sızdığını sabah erken kalkanın görüp “Ah vah...!” çektiği...
“Ayol keşke sen içeri girseydin, ben burada yatardım” repliklerinin nedense bir türlü kısa kesilemediği...
“Allah’ının aşkına bundan da ye” demekten kimsenin vazgeçemediği...
Birinci gün tamam.
İkinci gün ya sabır.
Üçüncü gün baktım hâlâ yatların kirli atıkları içinde yüzüyoruz, artık yeter dedim, ben bunu yazacağım!
Türkbükü ve Gündoğan’da, dergilerimizde boy boy resimlerini gördüğümüz o çok havalı güzellerimizin, Ayşe’nin dediği gibi 70’inde 20’lik görünme trajikomedisinde olan jönbeylerimizin hiç hareket etmeden günlerce ve bazen aylarca koyda duran yatları, herkesin uyuduğu saatte açılıp bizim tam karşımızda haftalık tuvalet boşaltımlarını yapıp hava atma mahaline geri dönüyor.
Biz çocuklarımızla denize girmek için güzelim sahile indiğimizde gördüğümüz manzara dayanılacak gibi değil.
Resmen ve alenen lağım içindeyiz.
Ne yüzmek mümkün, ne güzelim denize bakabilmek.
Evet, memelerim nasıl büyüyemediyse totom da küçülemedi gitti yıllar boyunca.
Ben de işe önce totomun büyük olduğunu kabul ederek başladım.
Baktım pek bir rahatladım; hızımı alamayıp totomun yanındaki tontoş çıkıntıları da basen olarak görmektense, onların hız kesen “kelebekler” olduklarını düşünerek hayatıma devam etmeye karar verdim.
Kelebeklerimi de totomu da çok seviyorum o gün bugündür işte.
Ha zannetmeyin ki ben bir JLO’yum.
Değilim.
Giydiğim pantolona azıcık endam katıveriyorlar, kütük gibi durmuyorum içinde.
Bu karınca ne arar devamlı, çok merak ediyorum...
Sıkılmaz mı?
Bunalmaz mı?
Depresyona girmez mi?
Atıldım yenisini aradım.
Istifamı basmaktan da korkmadım.
Gözü kara kadınım.
Çok küçük yaştan beri hep çalışma derdinde oldum.
Hiç düşünmeden her yere başvurdum, iş ayrımcılığı yapmadım. Beni oraya almazlar diye de düşünmedim.
Birbirinden acayip işlerde, alakasız konumlarda çalıştım.
Çay taşımaktan gocunmadım, maaş azmış çokmuş hiç sorgulamadım.
Benim için çalışmak esastı, çalıştım.
Tıpkı gönül gibi.
Kırk yılın bir başında oluyor bu “tutulma” da.
Tam tutulma daha tehlikeliymiş gibi bir his yaratıyor ya insanda...
Doğru.
Aşk gibi.
Uzmanlar yine de uyarıyor ama: “Tam veya yarım tutulma hiç fark etmez, aman siz gözünüzü koruyun; çıplak gözle baktınız mı, kör olursunuz sonra...”
E aşk da gözü kör eder ya!
Kılık kıyafet, oturuş kalkış veya çıplaklığın ar-namus-terbiye meselesi edilmediğini görmek istiyorum.
Kadının “kızlığını koruma” derdinde olmadığı, bunun intihar veya öldürülme nedeni olmadığı...
Kızlığın ve kadınlığın farklı anlamlar taşımadığı...
Kadın olmanın en büyük derdinin bir zar olarak algılanmadığı bir ülke hayal ediyorum.
Ne zaman çok disiplinli bir iş yapmaya çalışsam, oramı buramı kaşıntı tutar ve aslında bedensel olarak iyi görünsem de, ruhen kesin hastalanmışımdır. (homoruhhastasıyus)
Bende ayrıyeten, disiplinli olabilen insanlara karşı da bir gıcık var. (homogıcıkus)
Ezelden beri okul ödevini verildiği gün yapan disiplinli öğrenciye...
Akşam saat 8’den sonra canı çekmekten ölse de Nutella yemeyen disiplinli kadına...
Yüzyıllardır sabahları ısrarla koşan disiplinli Amerikalılara...
Eşyalarını ısrarla katlayıp koyan disiplinli kocama...
Sinir olurum.