8 Ekim 2012
Yaşam amacımı bulamıyorum, bir vizyona ihtiyacım var!
- Kendimi daha değerli ve önemli hissetmek istiyorum!
- Anne oldum, işi bıraktım ama evden çalışmak istiyorum, ne yapabilirim?
- Yıllar önce iyi bir üniversiteden mezun oldum ama hiç çalışmadım, şimdi iş hayatına başlamaya korkuyorum!
- İş arıyorum, bulamıyorum, acaba yanlış bir şey mi yapıyorum?
Yazının Devamını Oku 5 Ekim 2012
Nereden başlamalıyım bilmiyorum. Hayatımda yazdığım üç-beş tane zor yazı var. Yutkunarak, her harfi beş kere düşünerek yazdığım üç-beş yazı... Bu da onlardan biri.
Utanıyorum, sıkılıyorum, korkuyorum, seviniyorum, kaşınıyorum, gülümsüyorum, titriyorum, heyecanlanıyorum, uyuyamıyorum.
Ya çok iyiyim, ya hiç değilim. Yine ters köşelerdeyim.
Yine duygularım bi o tavanda, bi bu tabanda. Ortalarda gezinemediğim, dengemi bulmakta güçlük çektiğim bi haldeyim.
İliklerime kadar tenim, saçlarımın da dipleri cayır cayır yanıyor. Yanaklarım kızarıyor. Ağzım kuruyor.
Bir kafamı kuma gömmek istiyorum, bir çırılçıplak sokaklara atıp kendimi “Bakın söz vermiştim kendime ve yaptım en sonunda!” diye koşturmak istiyorum.
İki çocuğumu da normal doğurdum, sancı nedir biliyorum ama böyle bir sancı hiç çekmedim anasını satayım, onu da biliyorum.
ExxonMobil’den ayrılırken istifa mektubuma “Hayallerim var; koşmak, yazmak, çok sevdiğim hayal ve yaratıcılık dünyasında uçmak istiyorum” yazmıştım.
Yazının Devamını Oku 1 Ekim 2012
Bitmiş haldeyiz.
Ama bittik demiyoruz. Ne ayağımın ağrısını ağzıma alasım var, ne de moleküllerimin ağrısını.
Gülümsüyorum. İnsanüstü çaba gösteren Ultracı arkadaşlarıma moral vermeye çabalıyorum. Elimden başka ne gelir, bilmiyorum.
Şu an dünyanın en kocaman çam ağacının altında, Çıralı’da, denize karşı yazıyorum. Ayaklarım zonk zonk zonkluyor. Buraya gelene kadar ne “olamaz!” yollardan geçtik anlatamam. Bir dere yatağını tırmandık ki, anlatamam size.
Size bu yazıyı Likya Yolu Ultra Maratonu’nun 5. Günü bittiğinde yazıyorum. Yarın 6. ve son gün. Karman çorman duygular içindeyim. Hem ailemi çok özledim kavuşasım var, hem de Likya Yolu’ndaki ailemden ayrılasım yok. Birbirini anlayan bir kabileyiz biz. Şu ana kadar biz 6Gciler 107.9km, Ultracılar da 240km yapmış!
6G’ciler için 5. günün 41km’lik en uzun parkurunu iki etapta 9.5 saatte tamamladım, sanırım. Şu an hesap yapacak halim filan yok. Ağzımda tükürük yok.
Hayır nasıl bir insanım ki, hiç maraton koşmadan, 6 ay sakatlıktan çıkıp dakka 1 gol 1 ultra maratona katıldım ve de ne ara sonuna geldim, hiç bilmiyorum. Manyaklık resmen.
Son 19km Gelidonya Feneri’nden Adrasan’a inerken, neler hissettiğimi, nasıl ağlaya ağlaya gittiğimi anlatamam size.
Yazının Devamını Oku 24 Eylül 2012
Altı gece boyunca çadırda geceleyeceğim.
Likya Yolu Ultra Maratonu’nda (LYUM) start bu sabah verildi. Şu anda koşuyor olmalıyım. Bu daha ilk gün ve ben sonucu biliyorum, sonuncuyum. Olsun. Mesele o yola çıkmak, devam edebilmek ve bitirebilmek. Mesele denemek. İstemek.
Gidilen yol önemli. Ultracılar altı günde 260 km yaparken ben, günde 10-15 km yürü-koş yaparak toplamda 90 km yapmış olacağım. (İnşallah!) Benimki “kolay”.
Bir kaplumbağa kadar yavaş ve sabırlı, bir deve kadar dayanıklı olduğumu hayal ediyorum sürekli.
Tarihi Likya Yolu dünyanın en uzun ve zor rotalarından biri. Fethiye Ölü Deniz’de başlayan yarış, Sidyma, Kaş, Simena, Finike, Olympos’dan devam edip Antalya Phaselis’de bitiyor.
Yazının Devamını Oku 21 Eylül 2012
Çarşamba akşamı Fetih 1453’ün Dubai Mall Reel Sinemaları’ndaki galasındaydık.
Yapımcı Faruk Aksoy ve başrol oyuncuları Devrim Evin, İbrahim Çelikkol, Dilek Serbest de vardı. Yabancı basına röportaj vermekle, “Arapça şunu deyin, bunu deyin” diyen muhabirlerle haşır neşirlerdi.
Galayı organize eden sponsor şirketi paralamak geldi içimden. Dubai’de kolayca yapılabilecek muhteşem bir galayı feci ıskaladılar bence. Daha filmi izlemeden, ne film, ne hikaye ne de yapım bu kadar basit bir gala hakediyor diye düşünürken, filmi izledikten sonra PR şirketine iyice sinirlendim ya, neyse.
Ben filmi çok başarılı buldum.
Filmi Dubai’de Arapça dublajlı, İngilizce altyazılı izledim. Bu da benim için bir ilkti.
Yazının Devamını Oku 17 Eylül 2012
Kocaman bir şirkette 10 yıl çalıştıktan sonra geçtiğimiz 29 Şubat’ta istifa ettim. Çalışırken işten gelir, çocuklarla ilgilenir, gece onlar uyuduktan sonra yazılarımı yazardım. Uykusuz, perişan bir yedi yıl da böyle geçti. Çalışıp yazarak. Herkese pek kolay hallediyormuşum gibi gelirdi. Ben de kolay gibi gösterdim zaten.
Değildi. Geberdim!
Arada kalarak. Aile, iş, yazılar... Öldüm dirildim kuyruğu dik tutmak için.
Hayatım boyunca en çok yapmak istediğim tek şey yazmak, yaratmak, hayal kurmaktı oysa.
Bir gün, her şeyi göze alıp kendi kanatlarımla uçmayı denemeye karar verdim. Yani sevdiğim şeyi yaparak hayatımı devam ettirebilmeyi denemeyi göze aldım. Ailece göze aldık bunu. Ailem destekledi bu kararımda beni, çünkü sanki içim çürüyordu git gide. Kuyruğum dik durmayı bırakın, kopmuştu...
Altı aydır profesyonel iş hayatından ayrıyım. Gönlümün patronuyum. İstifa mektubumda yazdığım şeyleri yapmak için yola çıktım. Hatta bir kısmını çatır çatır yapıyorum bile. Amaaa...
Aman Allah’ım ne kadar zor bir süreçmiş kurumsallık kölelikten, kişisel özgürlüğe geçmek!
10 yıldır devasa bir şirkette, parmağımın ucunda sihirli güçler, elemanlar vesaireler ile bambaşka bir sihirli kutu içindeymişim ben. En iyi o dünyayı bilirmişim.
O kutunun efendisi ve kölesi olmuşum. O kutuda çok şeyi bilen, dışarıda cahil birine dönüşmüşüm. Dış dünyada işler nasıl olur bilmiyorum. Şaka gibi.
Hani hayatında hiç sokağa çıkmamış ev kedileri vardır ya, sokağa çıktığında kuyruğunu bacaklarının arasına alır, tıslar, kıpırdayamaz, titrer, yürüyemez, pelte gibi olur. Gözünden anlarsınız endişesini, tüylerinden anlarsınız kalbinin korkuyla atış ritmini, miyavlayamaz bile hani... Ben, işte sokağa kaçmış o ev kedisiyim sanki şimdi.
Gündüz vakti sokakta ne yapacağımı bilemiyorum.
10 yıl boyunca hiç o saatlerde sokakta olma şansım olmamış ki! O saatleri nasıl kullanacağımı, nasıl o saatlerde de kendimi disipline sokacağımı bana benden başka öğretecek, dayatacak hiç kimse ve şey de yok iyi mi!
Dünyanın en disiplinli, en planlı programlı insanı olmam lazım. Yoksa koca gün benim; ama hiçbir şey yapamamış olurum. Öyle şaşkınım ki! Öyle küçük bebek adımlarıyla dünyayı yeniden tanıyorum ki!
“Ohoo böyle giderse dünyanın sonu gelir Yonca” oluyorum. Oysa yok, aceleye de gerek yok. Oluyor yavaş yavaş. Şaka maka bayağı da yol aldım gibi.
Öyle çok şeyi yeni baştan öğreniyorum ki. Mesela bunları yazarken azıcık ağlamak geliyor içimden, ama tutuyorum kendimi. Güçlü olmam da lazım.
Evden çalışmaya, yeni şeyler üretmeye, ürettiğim şeylerle hayatımı kazanmaya çabalıyorum.
Çok çabalıyorum. Yavaş yavaş meyvelerini toplamaya da başladım sanki.
Çok şükür.
Yıllardır her sabah işe gitmemek için yalanlar peşinde koşarken, şimdi ilk defa neler yapabileceğimin hayalini kuruyor olmak büyük bir hafiflik.
Aynadaki yüzüm değişti.
Hayaller yüzümde parlıyor. Bu iyi bir şey. Bir ışık geldi üstüme. Ne acayip hisler bunlar bir türlü anlamıyorum neremden ürüyorlar.
Şirketsel davranışlarda bulunduğum komik hallerim de oluyor olmadık yerlerde.
Evde güvenlik kontrolü yapmayı filan aklımdan geçirirken yakaladım kendimi. Hatta geçen gün göndermem gereken basit bir şeyi baktım power point sunum gibi hazırlamışım içinde excel dosyalarla!
Yok artık Yonca!
Çocuklarla toplantı filan yapıyorum, gündem maddeleri önceden belli.
Kalabalık bir arkadaş buluşmasında yaptığım bir yorum üzerine yanıma gelen, daha önce beni hiç tanımayan bir Amerikalı “Siz hangi
Amerikan kurumsal şirketinde çalışıyorsunuz?” diye sorunca koptum. O kadar bariz halim yani.
Arınmaya çalışıyorum.
Açık havada birkaç adım atabileceğimi, bir kafeden yazabileceğimi, ne bileyim, istediğim anda istediğim yerde olabileceğimi kendime hatırlatmam gerekiyor arada.
Ben artık her şeyi yapabilen bir insanım! Bu cümleyi sık sık tekrarlamam gerekiyor. Giderek adımlarım hızlanıyor. Açılıyorum.
Kedi evden kaçtı bir kere. Sokağı keyifle keşfediyor.
Azimle.
Yonca “miyav”
Yazının Devamını Oku 10 Eylül 2012
Ah Kemal Abi ah! Nasıl olur, nasıl kaybederiz seni...
Gülen gözlü, azimli, mütevazı, kocaman yürekli, örnek insandın hepimize, Çöl Kaplanı’mızdın sen bizim!
Sen Kemal Merkit’sin... Sana bir şey olmaz. Olmazdı ki!
Neden bu kadar erken gittin ki!
Cuma sabahı gözümü açtığımda kocam verdi kötü haberi.
Yazının Devamını Oku