Paylaş
Ama bittik demiyoruz. Ne ayağımın ağrısını ağzıma alasım var, ne de moleküllerimin ağrısını.
Gülümsüyorum. İnsanüstü çaba gösteren Ultracı arkadaşlarıma moral vermeye çabalıyorum. Elimden başka ne gelir, bilmiyorum.
Şu an dünyanın en kocaman çam ağacının altında, Çıralı’da, denize karşı yazıyorum. Ayaklarım zonk zonk zonkluyor. Buraya gelene kadar ne “olamaz!” yollardan geçtik anlatamam. Bir dere yatağını tırmandık ki, anlatamam size.
Size bu yazıyı Likya Yolu Ultra Maratonu’nun 5. Günü bittiğinde yazıyorum. Yarın 6. ve son gün. Karman çorman duygular içindeyim. Hem ailemi çok özledim kavuşasım var, hem de Likya Yolu’ndaki ailemden ayrılasım yok. Birbirini anlayan bir kabileyiz biz. Şu ana kadar biz 6Gciler 107.9km, Ultracılar da 240km yapmış!
6G’ciler için 5. günün 41km’lik en uzun parkurunu iki etapta 9.5 saatte tamamladım, sanırım. Şu an hesap yapacak halim filan yok. Ağzımda tükürük yok.
Hayır nasıl bir insanım ki, hiç maraton koşmadan, 6 ay sakatlıktan çıkıp dakka 1 gol 1 ultra maratona katıldım ve de ne ara sonuna geldim, hiç bilmiyorum. Manyaklık resmen.
Son 19km Gelidonya Feneri’nden Adrasan’a inerken, neler hissettiğimi, nasıl ağlaya ağlaya gittiğimi anlatamam size.
Zaten sabah Ultracıların 63.kmleri ve 11. saatlerinde bütün gece koşmuş, azcık bir mola vermiş ve hâlâ devam etmeye çabalayan hallerini görünce duygularım altüst oldu.
Azim denen şeye dokunabilmek çarptı beni. Azime dokunmak büyüleyici, bulaşıcı bir his.
Hâlâ devam edebilme istek ve azimleri vardı gözlerinde. Acılarına rağmen, yaralarına rağmen hâlâ gülümsüyorlardı.
Hâlâ bana: “Sen nasılsın Yonca?” diye soran vardı. İnsana sessizlik çöküyor biliyor musunuz bu mütevazılık karşısında.
Ne çok şeyden şımarıkça şikayetçi olduğumuzu düşününce hele, inanın derin bir sessizlik çöküyor insana.
Ben sustum.
Ruhum da sustu. İyi bir şey bu sessizlik.
Hayatımda hiç satranç oynamadım. Yani kuralları filan biliyorum ama, hani öyle oturup satranç seven ve oynayan bir tip olmadım.
Ben Likya Yolu Ultra Maratonu’nda satrancı anladım ilk defa.
Satranç oynuyoruz burada. Sınırlarını sınayan ve tanımak için yola çıkan insanlar olarak resmen bedenimiz ve doğa satranç oynuyor.
Bi doğa hamle yapıyor, bir beden. Her kayalık inişi çıkışında, dikkatli olman, bir sonraki hatta bir sürü sonraki adımını hesaplaman lazım. Çok ciddi stratejiler geliştirip erken tükenmemen, gücünü sona saklaman lazım.
Her hamle ciddi. Şakası yok. Erken hamleler insanı mat eder, geç kaldın mı da mat olursun.
Öte yandan bir bebek gibi hissediyorum.
Hani bebekler ilk adımlarını atarken hem son derece gözü kara, hem de bir o kadar ürkek olurlar ya, öyleyim işte.
Adımı atıyorsun ama birine de güvenmek, tutunabilmek istiyorsun.
Hem ürkeksin, hem cesur. Hem gözü karasın hem de dikkatli.
Likya Yolu Ultra Maratonu “Sınırlarınızla Tanışın” sloganı yazılı bayrağı karşımda şu anda. Onun arkasından dolunay görünüyor.
Herkes ayakları sargılı, topallayarak oradan oraya gidiyor Çıralı’daki son kampta. Herkes birbirine “Sona geldik, oldu bu iş diyor...” Biri geçerken diğerine “Abi kafamda bitti bu iş, tamamdır!” dediğinde, tüylerim diken diken oluyor.
Beyin gücü havada kol geziyor.
Kafana koydun mu, yanına azim aldın mı, şikayet etmeden çalışmayı bildin mi, evet, sınırlarınla tanışıyor, kendini aşıyorsun.
Doğayla hiç şakası olmayan bu satranç oyununda, bir bebek gibi başlayıp aslanlar gibi finişe geliyorsun...
Bütün Ultracı arkadaşların alnından öperim.
Herkese helal olsun!
Sizleri görmesem... Ben de bitiremezdim belki.
Benim de kafam da bitti.
Biliyorum.
Yonca
“Şah Mat”
Paylaş