Herkesin hayatta gördüğü, beğenmediği, düzeltmek istediği şeylere karşı duyduğu tepki başka başka.
Fikri başka.
Eylem yapma şekli başka...
Benimki de bu;
Konuşabilmek öyle önemli bir meziyet ki! Yani duygularını anlatabilmek. Aktarabilmek.
Bunları dövüşmeden tartışabilmek. Karşılıklı sohbet kıvamında, ne hissediyorsan söylemek. Anlaşamasan da, anlatmak.
Sohbet önemli.
Kadınlar illa konuşmak istiyor.Erkekler istemiyor.Tamam anladık. Ama işte hayat da böyle kös kös durarak geçmiyor şekerler.
Ben Adım Adım ile beraber yardımseverlik koşusu bağımlısıyım.
Koşmayı seviyorum evet! Ama koşarak birilerinin hayatına fayda sağlamayı daha da çok seviyorum.
11 Kasım’da Vodafone Avrasya Maratonu’nda TEGV için koşacağım.
Van’da yaşanan depremin üzerinden tam 1 yıl geçti. Bölgede depremden en çok etkilenenler tabii ki çocuklar.
Van’daki çocuklar, geçtiğimiz yıl ilk dönem okula gidemediler. İkinci dönem ise eğitime çok zor ve eksik koşullarda devam edebildiler.
TEGV bu zor dönemde Van’daki çocukları yalnız bırakmadı. Biri sizlerin desteği ile yapılan Adım Adım Ateşböceği olmak üzere, 9 Ateşböceği’ni bölgedeki çadır ve konteynır kentlere yönlendirdi.
Şimdi de biz yardımseverlik koşusu bağımlıları Avrasya’da koşarak Van’a adımlarımızla yardımcı olmak istiyoruz.
Müge Doğrular26 yaşında. 1,5 sene önce 11digital adlı bir dijital iletişim ajansı kurdu. Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi ve Halkla İlişkiler bölümlerinden mezun.
Koşmaya temmuz ayında yabancı bir arkadaşının “Avrasya’da koşarsan ben de kasıma kadar burada kalırım” demesiyle başlamış! Gerisi çorap söküğü...
Koşmaya başlayınca kendini Adım Adım’ın web sitesinde ve e-mail grubunda buluyor pek tabii.
Belgrad Ormanı’ndaki “çaylak” antrenmanlarını duyar duymaz da atlıyor.
Ağustostan beri düzenli olarak koşuyor.
Avrasya’da ilk defa Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği (TOFD) için bağış toplayacak.
Ezgi KaraağaçYeni 21 yaşına girmiş.
Peki ben ne yapıyorum Venedik’te dersiniz?
Venedik sokaklarını, köprülerini, kanallarını Venedik Maratonu’nda koşarak gezmek için yola çıkıyorum!
Venedik içini tam 42 km 195 metre boyunca kan ter içinde oram buram şişmiş şekilde turlayacağım nasipse.
E konu “maraton” olunca “nasip” kelimesi de önemli bir kelime tabi.
Detaylardan biri de şu tabii, yine dudaklarımda kırmızı rujum, gözümde de yeşil simlerim olacak. “E ayol simler niye yeşil ki?” diye sorarsanız çok sevinirim. Sormuşsunuz gibi yapayım zaten ve hemencecik “dıııt!” cevap vereyim: “Çünkü yeni ASICS ayakkabılarım da yeşil ondan. La la la laaa!”
Likya’da koştuğum Asicslerim parçalandı da :).
“A be yeter be Yonca, amma koştun kızım bu ara aaa!” diyen Sevgili Sabırlı Okurcum (SSO:), bırakın koşayım, Allah hiçbirimizi durdurmasın amin. Hem hayatımın ilk maratonunu çalışamadan, Venedik’te denemekmiş nasip. Bakın yine nasip.
Biraz piyano çalıyor. Şarkı söylemeye bayılıyor. Lisede futbol takımı kaptanıymış. Oyunculuk kursuna gitmiş; yakında dalış brövesini de alıyor. Koşu ise hepsinden ayrı yer tutuyor kalbinde.
Melis’in erkek arkadaşı bu arada :). Antalya’da beraber yarı maraton koştuklarından beri aşıklar ve koşuyorlar. Ben kendini anlat diyorum, o “Melis harika bir koşucu!” diyor başka bir şey demiyor.
Sabah koşacaksa mesela, önceki gece çıktığında çok geç saate kalmıyor. Belgrad Ormanı koşusu sonrası lezzetli kahvaltıya kendini kilitliyor.
Koşanlar, spor yapanlar alemi çok sosyal bir ortam ve bu ortamı seviyor. Her geçen gün yeni koşucularla tanışmak da çok keyifli.
E doğru söylüyor.
“Birçok kişi koşarken çok yorulduklarını ve neden koşuyu sevdiğimi anlamadıklarını söylüyor. Ben de başlarda 5 km koşarken bile nefes nefese kalırdım. Fakat kararlı bir şekilde koşmaya devam ettim ve 5, 10, 15 km derken Budapeşte’de Melis’le beraber 30 km koştuk!” diye tatlı tatlı anlatıyor.
Hayalleri en kısa zamanda tam bir maraton koşmak. Yaparlar eminim.
Ne bileyim, şimdi düşünüyorum, arasam mutlaka bir şeye kızardı diye düşünürdüm.
E arayıp anlattığımda da hep kızdı ama!
Ne zaman dert yanmayı ya da öylesine laf olsun diye bir şey anlatmayı denesem, babam hep haddinden fazla ciddiye aldı her sözümü. Ben gülsün veya ne
bileyim, “Hadi ya! Deme ya... Ah vah...” filan desin geçsin istedim. Hani boş laf olmuş olsun. Sırf dinlemiş olsun.
Peki ya bunları yemesi-yutması?
Dayak yemek nasıl bir histir hiç düşündünüz mü?
Düşünebiliyor musunuz?
Çocuğunuzun gözünün içine bakarken, kılına toz konmasın diye yırtınırken, yarın öbür gün sevdiği insandan şiddet görebilecek olma ihtimalini aklınıza getirebiliyor musunuz?