Ha bunda anlaştıksa, devam o zaman.
Feci bi durumumuz yokken bile sanki ölüyormuşuz gibi yaşamak, bir Orta Doğululuk hastalığı.“Ay çok ağrım var” diyen kişi, omurilik felçlisi değil.
Kemoterapi görmüyor.
Ama hayatını o ağrıya odaklamış.
Hastalığıyla mutlu.
Ama bunu kabul etmez. Etmiyor.
İyileşse yeni bir dert bulur kendine. Dertsiz nasıl yaşanır bilmiyor.
Bu kadar güzel, über lüks ve bakımlı evi başka yerde görmedim.
Yazlık ötesi evler.
Belli ki su problemi de yok; kocaman bahçeler yemmmyeşil.
Benim için bir yazlık olarak fazla serin ve rüzgarlı bir yer Çeşme. Bir de denize girmek için o beach senin, bu beach benim gitmek zorunda olunmasını yadırgıyorum; ama bu benim sorunum, birçok kişi tam da bunu seviyor.
Neyse.
İzmir-Çeşme otobanı kadar rahat bir otoban da yok. Trafik desen, o da yok.
Altyapı iyi gibi.
Sokağı ağlayarak inleten köpeklerin sesine uyanmıştım.
Öyle sıcaktı ki hava, klima yetmemiş, bir de vantilatör çalıştırmıştık odada.
Kocama “Köpekler bir garip ağlıyor” dememle birlikte, delice sallanmıştık.
Uyku sersemi, şok içinde kendimizi sokağa zor attık.
Deprem Ege’de oldu sandık.
Hayatımda ilk defa
Sonsuzca talan etme kapasitemizi daha da uyandırmaktan korkuyorum çünkü.
Benim evim Yalıkavak.
Yuvam.
Çoluk çocuk, ailemizle yaşadığım yer.
Kimileri burayı sadece tatil üssü olarak görürken, bizim için merkez üssü.
Yalıkavak’tan gidip geliyoruz yapmamız gereken işler için oraya buraya. Yazlık gibi göremiyoruz evimizi, bahçemizi.
Hayat alanımıza koşa koşa geliyoruz her sene Dubai’den.
Çok bunalmıştım. Çok fazla şey üstüme üstüme geliyor gibiydi. Bir sürü şey yapıyordum; ama sanki hepsi boşa gibiydi. Bir sürü yapabileceğim şey daha vardı sanki de, elim gitmiyor gibiydi.
Gücüm mü bitmişti, yoksa benim bahanelerim mi artmıştı bilmek imkansız gibiydi.
Görüntü şahane; ama içi boş gibiydi.
Kapalı bir ofiste durmak, beni sanki kafese konmuş vahşi bir hayvan gibi sinirli bir yaratığa çevirmişti.
Sağıma baksam havlıyordum, soluma baksam ısırmak istiyordum.
Kime dert yansam bana “şımarık” muamelesi yapıyordu.
Gerçi ben de o zamanlar başkalarının düşüncelerine, kendi hislerimden daha fazla değer veriyordum.
Vurdun mu ya öldürüyorsun ya da sağlıklı insanı engelli bırakıyorsun.
Sadece o kişinin değil, tüm ailesinin hayatını da karartıyorsun.
Bu ülkede en büyük katliam trafikle yapılıyor. Cezalar artıyor, hâlâ kimse tınmıyor.
Kurallara uyulmuyor. Trafikte suç işleniyor resmen, insanlar öldürülüyor. Buna neden olan trafik ihlalcisi de bir şekilde sıyırmayı başarıp trafiğe geri dönüyor.
Yani size bana her an bir tehdit!
Bir arkadaşımın dünya tatlısı babannesi, karşıdan karşıya hakkı olan yerden, doğru düzgün şekilde geçerken, adamın biri geldi vurdu, ezdi geçti.
Adam yüzde yüz suçlu.
Sözsüz iletişimi anlatıyor kitap. Durumsal farkındalıklarımızı uyandırıyor.
Ergen çocuğunuzdan tutun en yakın arkadaşınıza, kocanıza, sevgilinize, iş arkadaşınıza veya patronunuza kadar sözsüz iletişim kodlarını çözerek anlaşabilmeyi, anlaşılabilmeyi anlatıyor.
Beden dilimizin nasıl da ruhumuza, psikolojimize tercüman olduğunu anlatıyor gerçek örneklerle.
Kitabı okudukça, başkasına gelene kadar; kendimi çözebileceğimi, anlayabileceğimi ve hangi durumlar karşısında nasıl bir ruh haline büründüğümü fark edebileceğimi öğrendim.
Kendime dair daha gerçekçi olmaya başladım. Çünkü aklım bir şey derken, bedenim ruhumu ele veriyormuş aslında.
Kendimi iyi hissettiğimi düşündüğüm bir yerde, bir kişinin yanında aslında çok da iyi olmadığımın farkına varmak çarpıcı bir şey.
Kendimi kandırmak yerine, “Madem iyi gelmiyor, yüzleşeyim çözeyim; olmadı basıp gideyim” moduna geçer gibi oldum.
Yanımda cüzdan yoktu.
Paraya ihtiyaç yoktu.
Para konusu yoktu.
Para kokusu yoktu.
* * *
Televizyon görmedim.
Televizyon sesi duymadım.