Paylaş
Ha bunda anlaştıksa, devam o zaman.
Feci bi durumumuz yokken bile sanki ölüyormuşuz gibi yaşamak, bir Orta Doğululuk hastalığı.
“Ay çok ağrım var” diyen kişi, omurilik felçlisi değil.
Kemoterapi görmüyor.
Ama hayatını o ağrıya odaklamış.
Hastalığıyla mutlu.
Ama bunu kabul etmez. Etmiyor.
İyileşse yeni bir dert bulur kendine. Dertsiz nasıl yaşanır bilmiyor.
Böylesi daha kolay çünkü.
Ölmeden mezarday-mışçasına yaşamak bir tercih.
“Durumun o kadar da vahim değil” dedin mi de, hapı yuttun. Halden anlamaz bi insan olmakla suçlanıyorsun.
Acayip güçlü savunma mekanizmaları geliştirilmiş. Bi bakıyosun karşındaki seni “ölüyor” olduğuna ikna etmek için kendini paralıyor.
Bu enerjiyi başka şeye harcasan ya oluyorum.
Eğer “ah vah” edip “ölüyosun harbi” diye şakşaklamıyorsan, bittin.
***
Herkes uykusuzluktan şikayetçi. Ama bizim zaten uyuyasımız yok.
Uyaranımız çok.
Uyku düzen istiyor.
Tıpkı sürekli kabız olma sorunu gibi. Nasıl gidip tuvalete oturman lazımsa, uykunu da düzene sokman lazım.
Hareket edesimiz de yok ki yorulup uyuyalım.
Televizyon karşısında oturduğumuz yerde perişanız biz.
Bi keresinde uyuyamamaktan hastalanmıştım resmen. Bi sürü doktora gittim. Hep ilaç verdiler. Aldım o da olmadı.
Sonra harbi bi doktor bana ne dedi biliyor musunuz?
“İlaç milaç uyutmaz seni, sadece bağımlı yapar. Sen uyumamayı marifet edinmişsin. Yorgunluktan nasıl uyuya kaldığını anlayamayacak olduğun kadar çok spor yap bak nasıl uyuyosun.”
Aha! Gerçek buydu işte;
Uyumamayı marifetmiş gibi satmak.
Çok vahim bi şeymiş gibi yakınırken, içten içe severdim bu durumu. Ama bunu kabul etmem zaman aldı. Kendini kandırıp bunla beslediğini kabul etmek tokat gibi iniyor yüzüne çünkü...
Her şeyi kısa yoldan sözüm ona halletmeyi istiyoruz bi de.
Bak bu da şark kafası.
Yeter ki biz bi şey yapmayalım, birisi halletsin.
Doktor ve ilaç çözsün her sorunu.
Kilo vermek için de aynısı geçerli. Aldır yağları bitsin. İç hapı zayıfla filan. Yok işte, olmuyor öyle.
Boğazı kesmeden, hareket etmeden kilo gitmiyor.
Kimi dinlesem herkes hastalık, üzüntü ve dert yarıştırıyor. Felaket, daha felaket, en beter felaket haberini verene Oskar var sanki!
“Tansiyonum var” diyene cevap verenin tansiyonu öbüründen kesin daha kötü.
Birinin bi tanıdığı şu kadar hastaysa, öbürünün kesin daha feci hasta bi tanıdığı vardır.
Ya da hep başa ne kadar kötü bi şey gelebilir o anlatılıyor. Yeminle dinlerken ölücem diye korkuyorum.
Yok böyle bir daralma.
Hiç insan ben senden beterim yarışı yapar mı?
“Nasılsın?” sorusuna iyiyim demek de zaten ayıp. Ha bi de nazar olma korkusu ile iyiyim denemiyor.
Çok gülersen ağlarsın kehaneti gibi.
Bi de “iyi değilim” dediğinde herkesin sana mecburen iyi davranması için manevi bi baskı da kurmuş oluyosun.
Vicdan azabçılığı oyunu.
“Ben fenayım, bana bi şey dersen ve bi şey olursa bak vicdanı azabı çekersin icabında” gibi bi gözdağı var acık içinde.
“İyiyim de, iyi ol” dediğimde bakışlarla dayak yiyorum.
Bence iyi olmak istenmiyor. Herkes hastalığıyla mesut.
Ruhuna problem edinmeyi evlat edinmiş.Kendine acımak, acındırmak, başkasına acımak, hastalık yarıştırmak şark kültüründen öte bir şey değil.
Bir sürü insan ciddi sağlık problemi ile boğuşuyor; ama gülümsemeyi erdem edinmiş.
İyi olasımız var mı siz bi onu düşünün.
Daha iyi olur yani.
Yonca
“tak tak”
Paylaş