Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Vur kaç...

Trafik bu. Şakası yok.

Haberin Devamı

Vurdun mu ya öldürüyorsun ya da sağlıklı insanı engelli bırakıyorsun.
Sadece o kişinin değil, tüm ailesinin hayatını da karartıyorsun.
Bu ülkede en büyük katliam trafikle yapılıyor. Cezalar artıyor, hâlâ kimse tınmıyor.
Kurallara uyulmuyor. Trafikte suç işleniyor resmen, insanlar öldürülüyor. Buna neden olan trafik ihlalcisi de bir şekilde sıyırmayı başarıp trafiğe geri dönüyor.
Yani size bana her an bir tehdit!
Bir arkadaşımın dünya tatlısı babannesi, karşıdan karşıya hakkı olan yerden, doğru düzgün şekilde geçerken, adamın biri geldi vurdu, ezdi geçti.
Adam yüzde yüz suçlu.
Herkes şahit neyin nasıl olduğuna, hem şahitler hem de kameralar var ama nafile.
Suçlu trafik terörcüsü “devlet memuru” olduğunu söyleyerek, vurduğu insanın “yaşlı” olduğunu filan “bahane” ederek sıyrılmayı becerdi suçundan.
Vuran bir şekilde serbest kalmayı başardı; o müthiş kadınsa hâlâ hastanede yoğun bakımda. Bu anlattığım bir örnek, bu şekilde kaç çocuk, kaç genç de var...
Gel de kafayı yeme!
Klasik hikaye yani.
Ne acıklı değil mi?
Trafikteki davranıştan anla zihniyeti bir ülkede.
Vuracak, suçlu olacak ve ceza bile almadan kurtulacak!
Öldüğünle kalacaksın sen de.
Ergenekon adı altında müebbet filan normal yani.
Suçlular serbest, suçsuzlar mahkum.
Bu da bir çeşit gelenek bizde...
İyi bayramlar Türkiye.
Yonca
“dolu”

Haberin Devamı

Zeytin çekirdeği

Üşenmiyorum, bütün zeytin çekirdeklerini biriktiriyorum.
Soframızda yenilen, hatta gittiğim her yerde yenilen bütün zeytin çekirdeklerini biriktiriyorum.
Aslında bütün meyve çekirdeklerini biriktiriyorum.
Sonra biriktirdiğim bu çekirdeklerin hepsini geçtiğim yerlerde toprağa saçıyorum.
Çöpe atmıyorum.
Doğadan geleni doğaya geri veriyorum.
Bir şekilde kendimi iyi hissettiriyor bu bana.
İşte böyle.
Yonca “yeşil”

Affetmek demişken

Binlerce yazı yazıldı bu konuda.
Ben de yazdım.
En son Nil yazdı, geçtiğimiz pazartesi. Süper bir yazıydı.
Bu konuda çok kafa yordum. Affetmekle kafayı bozdum da denilebilir. Bir sürü şey denedim.
Hatta bunların içinde hipnoterapi de vardı.
Hep “Affetmen gerek” dediler. Ben de hep affettim.
Zaten beceremiyorum başka türlüsünü. Bir iki değmez istisna var, hasta ediyor düşüncesi bile beni.
Ama birden bu affetmek işine hep bir başkasını affetmeyi düşünerek baktığımı fark ettim. Neden hiç kendimi de affetmem gerekebileceğini düşünmüyorum ki oldum?
Belki ağır geldiğinden...
Belki kendimle yüzleşmenin zor olmasından...
Belki de kendimin affedilecek bir şeyi olmadığını varsaymamdan.
Peki, insan kendini affedemezse, başkasını kolay affedebilir mi, nasıl affeder?
Neyse ne...
Benim, kendimi de affetmem gereken şeyler varmış meğer; düşününce buldum.
Açık ve net.
Geçen akşam yeni ay çıkmıştı.
Saat 00:52’de...
Ayı ilk gördüğüm an, derin bir nefes aldım-verdim.
Gözlerimi açtım, dimdik baktım ayın çehresine.
Azıcık nefesimi tuttum kendi içimde... Kalbim gümbürdesin iyice diye.
Sonra da kendimi affettim.
Yürekten.
Gümbür gümbür.
İyi geldi.
Önce ben...
Yonca
“affola”

Yazarın Tüm Yazıları