Gezi Parkı sayesinde demokrasiyi anlamak istiyoruz.
2- Demokrasiyi sindirmek zaman alacak. Sabırlı olmak gerek.
Ya sabır ya sabır ya sabır... (İnanmaya devam...)
3- Çocuğunuz size “hayır” diyebilmeli. Bu iyi bir şey.
4- “Etraf ne der”, “Seni de içeri alırlar” gibi her türlü orantısız baskıdan kaçınalım. 5- Her çocuk ve genç kendine ait görüşlere sahip.
Hepsi özgür birey olma yolunda. Bırakalım da olsunlar lütfen. Bize uymasa da fikirleri, gülüp geçebilmek, saygı gösterebilmek büyük meziyet...
6- Gençlerin verdikleri hoşgörü ve anlayış dersini alalım yeter.
Ege’ye doğru...
Taaa kaç yıl önce babamla git Allah git bilmek bilmeyen yollardan geçtim.
Kaç yıl sonra hem de.
Of ne çok şeyi hatırladım.
Hiç unutmadığım şeyleri bir kere daha yaşadım.
Eskiden otomobille ne çok seyahat edilirdi değil mi?
Ekmek arası kuru köfteler, kızartmalar filan... Araçta her şey olurdu.
Bu yol, üç sene önce Kastamonu ve İnebolu Belediyeleri tarafından Likya Yolu gibi işaretlenerek yürüyüş rotası olarak belirlendi.
Haluk Akalın, ultra maratonlar koşan ve hatta geçen sene Likya Yolu Ultra Maratonu’nda aynı çadırı paylaştığım ADIM ADIM’dan bir arkadaşım.
Haluk, ilk ultra maratonunu İnebolu Belediyesi ile işbirliği içinde İstiklal Yolu’nda düzenliyor.Yarış, Kastamonu’dan başlayıp Karadeniz’in tipik ve tablo gibi köylerinden geçilerek İnebolu’da bitecek.
Parkurun en güzel bölümlerini İkiçay Vadisi, Çuhadoruğu, Karacehennem Boğazı, Ecevithan ve Çataltepe-Ödemiş arasındaki ormanlık alan oluşturuyor.
Küre ilçesindeki Çatak Göleti ve Doğanlar Kalesi muhteşem manzaralar demek.
İnebolu’nun aşı boyası ile renklenmiş eski evleri ve Kastamonu il merkezindeki tarihi konaklar zaten mutlaka ziyaret edilmesi gereken yerler. Hatta yaz sezonunda İnebolu sahilleri güneşlenmek ve denize girmek için de çok uygun.
Yarış üç etaptan oluşuyor; İstiklal Yolu Ultra 100 km, Şerife Bacı Dağ Maratonu 42 km ve bir de 10 km’lik koşu olacak.
Kalbimin kırıldığını yazdığımda mailler gelir, “Benim de çok kırgın” diye.
Sevdiğim şeyleri, takıntılı olduğum kırmızı ruju yazdığımda, “Senden cesaretle şimdi sürücem” diye yazarlar bana.
Rakı yazısı yazarım, “Şerefe” deriz hep birlikte. Van’dan Ardahan’a davet aldım rakı sofrasına, imkanım olsa giderim her birine.
Babamı kaybettiğimde ne hale geldiğimi yazdım, çok zordu oysa yazmak. Geberdim yazarken ağlamaktan. Bir baktım siz de ağlıyormuşsunuz, sizin de pişmanlıklarınız özlemleriniz varmış benim gibi. Sizlerden gelen maillerle terapi yaptım kendime, iyileştim. Yalnız değilmişim anladım. Birbirimizin toplu terapisi oluruz şu köşeler sayesinde.
Yazarlar, gazeteler, televizyonlar, radyolar halkın en önemli deşarj mekanizmalarıdır. Öyleymiş yani.
Biliyordum bunun önemli olduğunu ama, hiçbirimiz bu kadar önemli olduğunu şu son iki haftadır yaşayarak anladığımız kadar anlamamıştık. Hele de cumartesi gecesi yaşananlar...
Bizler sizlerin önünde çırılçıplak kaldıkça, sizler bize küfür etseniz de, yumurta atsanız da yine de güller bitiyor(muş) bir yerlerde. Karşılıklı rahatlamış oluyormuşuz. Gezi Parkı’nda olamadığım zamanlarda olanları twitterdan takip etmek çok zorladı beni. Hepimizi zorladı.
Gezi Parkı’nda başlayan direnişle beraber yaşadığımız olaylar, hepimizi çok etkiledi.
Uyuyamıyorum. Uyumaya çalıştığımda da aklım hep haberlerde ve parktakilerde.
Tanık olduğum orantısız güç sahneleri, yediğim biber gazları ve uzun zamandır süregelen haksızlıklar; üzerine Başbakan’ın söyledikleri.
Benim en sevdiğim şey ve amacım, size hep ve her şart altında İYİ haberler vermek ve UMUT dolu şeyleri ısrarla bulup, yazıp hatırlatmak.
Bundan asla vazgeçmeyeceğim.
Benim en güçlü olduğum şey bu çünkü.
En zor durumda bile iyi bir şeyler yakalayabilmek. Bizi o umuda kitlemek.
Gülen surat bir genç, “Bilmem. Belki bizizdir...” diyor.
Belki bizizdir!
Müzik yapmak için sahneye çıkacak o genç, grubunun adını filan söylemiyor bana, “bizizdir” diyor.
Ağzım kulaklarımda anında! “Kimsiniz siz?” demiyorum. Önemli olan o değil ki! Kimseniz osunuz. Her neyseniz öyle olun, öyle kalın.
Mevlana ruhunun ete bürünüp, bedene kavuşup canlandığı yerdeyiz.Ömrümde hiçbir yerde böyle kalabalık görmedim. En son Paris Maratonu’n-
da startı beklerken 50 bin kişi içindeydim. Ama orada tek bir grup söz konusuydu. Koşmaya gelmiş 50 bin kişilik bir grup.
Oysa Gezi Parkı ve Taksim-Beyoğlu civarında biriken kalabalık rengarenk, sayısını bilemediğim bir sürü grubun bir arada olmasından kaynaklanan bir kalabalık.
Çocuklarımızın da çok fazla “teşekkür” ediyor ve “lütfen” diyor olması alay konusu oldu kimi zaman.
Garson bir kere “Abla sizin çocuklar su veriyorsun teşekkür ediyor, önünden tabağı alıyorsun teşekkür ediyor. Niye öyle? Saf mı bunlar?” demişti de kal gelmişti üstüme.
“Şu yukarıda okuduğunuz cümlelerdeki 7 garipliği bulun” diyesim geldi birden!
Yani normal hareketleri garipser olmuşuz, kanıksamışız adeta. Ortam bu yani yıllardır güzel ülkemizde.
Sürekli azarlanmaya, itilmeye-kakılmaya alışmış herkes. Kanıksamış durumu yani. “Ananı da al git”lere alışınca, nezaket anormal geliyor tabii ya.Gel kızım Yonca şimdi gençlere! Bozma sabır sükunetini...
Gençlerin durumunu anlatmak isterim azıcık size.
Kendinizi onların yerine koyun bir hatırım için şimdi.
İlk birkaç biber gazında korktum. Sonrasında strateji geliştirdim.
Etrafımdaki herkes aynı haldeydi. Nefesimi tuttum, koştum, sığındım, güçlendim, geri gittim meydana. Bunu kaç kere yaptık kim bilir. Sayısı önemsizleşti.
Orada olmaktan daha önemli hiçbir şey yok. İnsan öyle inanılmaz bir yapıya sahip ki, bağışıklık kazanıp güçleniyor.
Televizyon başında verilemeyen haberleri beklemek yerine, sosyal medyayı takip edip çaresizlikten perişan olmak yerine, orada olmak çok daha iyi.
Hele de haksızlık karşısında başka türlü bir güç geliyor üzerinize.
Sizden daha zor durumda olan birilerini görünce mesela, gözünüz acı macı gaz maz görmüyor, kendinizi unutup koşuyorsunuz imdadına.Arkadaşım Yegane, Taksim’de arka arkaya atılan bilmem kaç tane biber gazını yutmuş, nefes almakta zorlanırken bile, yerde yatan vatandaşın imdadı için nasıl bağırıyordu “Doktor, ambulans!” diye.
Kulağımdan gitmiyor sesi! Olduğumuz yerde can çekişiyoruz, ama yardımcı olmak için çırpınıyoruz.Konuşamıyorsun öksürmekten ama, Yegane o en güçlü sesiyle yardım çağırıyordu.