Yonca Tokbaş - Kelebek

Acımayı bırak hakkını ver

24 Kasım 2014
İnsanımızın harekete geçmesi için ya kıyamet kopacak ya da acıyacak!

Bağış toplayarak koşmaya ilk başladığımda TEGV’in çocukların eğitimine olan katkısını anlatmak için yırtınırken, çocuk ayrımcısı olduğumuzu gördüm.
Ya ayağında ayakkabı olmayan sümüksüz çocuk istiyoruz ya da çocukları Doğulu/Batılı diye ayırıyoruz.
Söz konusu olan çocuk yahu!
Çocuğun doğusu, batısı, kuzeyi, güneyi mi olur?Ya kökten ayrımcı ve bağış yapmıyor ya da acıyor da bağış yapıyor. Harbi haktan yana olduğu için bağış yapanlara saygım sonsuz ondan.
O çocuğa acıdığın için değil, eğitim HAKKI olduğu için harekete geçmelisin.
TOFD için koştum.
İnsanlarda bir merhamet, bir ah vah hali. Oysa ne engelliler gördüm ki esas onlar engelsiz insanlara acısa yeridir. Engelliler acınmaya değil, hareket özgürlüğü haklarına ihtiyaç duyuyor.

Yazının Devamını Oku

Hayatımın peşinden gittim!

22 Kasım 2014
“Sen?

Sen ölmeyi tercih ettin. Hani insanlar acıyarak bakıyordu ya sana... Sen işte o acılı bakışları sevdin, tercih ettin.
Hepiniz elalemi düşündünüz.Ben hayatımın peşinden gittim.Alın iffetinizi çalın başınıza!”
...

Tam da Aralık Elele için yazımı yollamıştım; “Fazla naz aşık usandırır” başlığı atmıştım. “Kalbini dinle” yazmıştım uzunca yeni yıla girmeden...
Birden fırladım soluğu sinemada aldım. İzlemeden dönmek istemedim çok zorlansam da. Salon boştu, dört kişiydik. Başladım izlemeye.
Aktıkça aktı su gibi film. Teyzem Alzheimer’dı benim...

Yazının Devamını Oku

İzmir Saint-Joseph

17 Kasım 2014
Dün, Vodafone İstanbul Maratonu’nda on binler koştu, kimi yürüdü.

Ama beni insanların sayısı, kaç saatte ne kadar süper hız yaptıkları, kaç kişiyi geride bıraktıkları gibi şeylerden öte geleceğe dair en çok etkileyen ve umut veren iki-üç şeyden birkaçını haber vermek istedim size.
Benim bu kafaya daha 5 sene önce geldiğim yere benden 30 yıl erken gelen geleceğimizin çocuk ve gençlerinden haber vermek istiyorum size.
İzmir Saint-Joseph Lisesi’nden 11 öğrenci ve 4 öğretmen, Adım adım Oluşumu ile Koruncuk Vakfı’na bağış toplamak için İzmir’den kalkıp gelmişlerdi.8 Koruncuk kardeşleri içindi tüm adımları ve hedeflerine daha koşmadan neredeyse yaklaşmışlardı bile!


Namık ilk defa maratona katıldı ilk defa İstanbul sokaklarında “engel tanımam” diyebildi... İlk defa özgürce şehri yaşadı koşarak... Allah aşkına ben nasıl koşmam! Arı gibi...

İstek Vakfı Semiha Şakir OkullarıBir kocaman takdiri de onlar hak ediyor!

Yazının Devamını Oku

Her şey nasıl başladı

14 Kasım 2014
2009 yılında içinde bulunduğum depresif halden kurtuluş arayışları içindeyken, Boğaz Köprüsü’nde dünyanın tek kıtalar arası koşu yarışı olan (o zamanki adıyla) Avrasya Maratonu’nun olduğunu “tesadüfen” öğrendim.

“Boğaz Köprüsü’nü geçersem hayatım değişecek!” dedim. Değişti!
300 metre koşamayan ben, 35 dakikalık yürüyüşün içinde önce 2, sonra 3, derken 5 ağaç arası koşayım derken derken, 5 km. koşmaya başlamıştım. “E 5 koşan 8 de koşar, olmadı yürürüm, ama o köprüyü aşarım” dedim.
O sabah sanki 8 km. değil de 42 km. koşacakmışım gibi kalktım. Ömrü hayatımda etmediğim kahvaltıyı ettim. Bir stres bir ciddiyet of yani. Sanırsın Dünya Şampiyonu olacağım, Türkiye beni alkışlayacak.
Yedim mantarlı omleti, muzları, bademlerı, fındıkları... “Bir daha koşudan önce böyle yersem köprü direği olayım” dedim.
Koşarken yaşadıklarımın hem yazısı hem videosu hürriyet.com.tr arşivimde var. Tüm olan biteni canlı videolar çekip yayınlayan ilk “koşan gazeteci insan” da oldum böylece.

Koştukça koştum
Köprünün üzerinde, yağmur çiseler, rüzgar sağa sola savururken beni, bir takım insanlar takımlar halinde engellileri tekerlekli sandalyelerinde iterek koşuyorlardı. Görüntü tüylerimi diken diken etti.

Yazının Devamını Oku

Zeytin benim evladımdı

10 Kasım 2014
Dedemden babama, babamdan bize yadigar kalan zeytinlikler vardı.

Birine küçücükken gitmiştim.
Ağaçları yerden denilen tipti. Ağaçlar yerden olduğu için, zeytinleri kolayca toplamak mümkündü. Hiç unutmuyorum orada o ağaçların arasında dolaştığım, dallardan zeytin toplayıp kucağımda biriktirdiğim günü.
Bir çocuk için kendi boyuna uygun ağaçlar arasında dolaşmak, unutulacak gibi bir an değil, asla. Sanki dünyayla eşitlenmiş gibiydim. Hep bana tepeden bakan dev ağaçlarla birden aynı boya gelmiştim. Güliver’in seyahatlerinden birindeydim...
Öyle de güzeldi ki canım zeytin ağaçları. Hiçbir yere gitmeden, hep orada kalmak istemiştim. Hâlâ nerede zeytinlik görsem, kendimi 5 yaşında hissederim.
O zeytinlik, annemle babamın binbir güçlükle çalışma, yaşama, çocuk büyütme çabaları içinde satıldı gitti. Lanet olasıca hayat yüzünden öyle gerekti...
Diğer zeytinliğin ağaçları kocamandı. Hani o dev ve şekilli gövdesine merdiven dayamanız gerekenlerden. Gölgesinde 3-5 aile rahat rahat piknik yapabildiğiniz cinsten. O da satılmak zorunda kaldığında iki kardeştik, babam da küt diye gidivermişti, annem memur maaşıyla bana üniversiteyi, kardeşime liseyi bitirtmek zorunda idi.
Hayat sanki bize sürekli en sıkıştığımız, en üzüldüğümüz, en darda kaldığımız anda minik bir zeytin dalı uzatıp “Tutunun, kalkın ayağa!” der gibiydi.

Yazının Devamını Oku

Kafamdaki müzikler

7 Kasım 2014
Kafam her daim şahane arkadaşlar.

Sürekli ama sürekli müzik çalıyor içinde.
Her ortam ve duruma göre şak diye bi şey başlar, ortama göre şarkıyı atlar.
Bir tek saniyem yok ki müziksiz geçireyim. Tanıyanlar bu halimi çok iyi bilir.
Kimsenin aklına gelmez ki ben mesela koşarken “beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” dinlerim.
E çünkü dipsiz bir kuyudur koştuğum uzun yol o sırada.
Veya finişe “elbet bir gün kavuşacağız” söyleye söyleye koşmuşluğum çoktur Mediha Şen Sancakoğlu ile.
Kocama tepem atınca arabasının camlarını indirip oh be diyen “bust your windows” çalar kafamda, ama Glee versiyonu:).

Yazının Devamını Oku

New York yapmış, biz de yaparız

3 Kasım 2014
New York’ta gökdelenlerin, apartmanların, koca koca binaların çatısında ne var biliyor musunuz?

Arı kovanları!
Evet çatıda, damda, balkonda arı besliyorlar. Şehirleri arılara açıyorlar, arı şehirleri, arı dostu şehirler kuruyorlar.
Neden mi?
Hayatlarını kurtarmak için. Açlıktan ölmemek için. Nesillerinin devamı, çocukları için.Ağzımıza attığımız 10 lokmadan 4’ünü arılara borçluyuz. 150 milyon yıldır arılar var bu dünyada! Biz onlara konuğuz. Hayatta kalabilmek için ihtiyacımız olan besinlerden sorumlu arılar.
Ve...
Koloniler halinde çöküyorlar, hastalanıyorlar, ölüyorlar.
Biz öldürüyoruz, biz hasta ediyoruz, biz kaçırıyoruz onları.

Yazının Devamını Oku

#Kızgibi geri bildirim

31 Ekim 2014
Bir önyargıya ve kız çocuklarının kendilerini hor görmesine neden olan #kızgibi ifadesinin olumsuz etkilerine dikkat çekmek, “kız gibi” ifadesini olumsuz bir tanımdan, “yapabileceğinin en iyisini yapmak” anlamına gelen bir tanıma dönüştürmek için, Orkid çok güzel bir kampanya başlatmıştı.

Ben de kampanyaya bayılarak katıldım.
Araştırmalar genç kadınların yüzde 89’unun, yaygın kullanılan ifadelerin özellikle kızlar üzerinde zararlı olabileceğine katıldıklarını gösteriyor. Birçoğuna göre #kızgibi söylemi, aşağılayıcı ya da küçük düşürücü bir anlam taşıyor ve bu anlayış sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada böyle.
Ben de cep telefonumu aldım elime ve #kızgibi olmaktan gurur duyarak yaptığım ne varsa, videomu çektim ve sosyal medyada paylaştım.
E çünkü ne yaptıysam bal gibi de taş gibi de #kızgibi yaptım ve bundan ne gocundum ne utandım.
Biz kızlara hep “Sen kızsın yapamazsın, kızlar böyle giyinmez, kızlar şöyle gülmez, böyle bakmaz, şunu yapamaz, bunu edemez” cümleleri dayatıldı hep.
Oysa ben kimilerine göre “erkek gibi” kızdım. Hayır, işte!
#Kızgibi kızdım.

Yazının Devamını Oku