Tiyatronun anıt kadını Ayşe Yıldız Kenter, hayatının en zor, en acımasız, en kahredici rolünü oynuyor belki de.
Bakmayın sahnedeki, ekrandaki usta oyunculuğuna, gülücüklerine, kızılcık şerbeti içtiğini söylemesine. Son birkaç haftadır yüreği yaralı, ciğeri dağlı. 40 yıllık aşkı, dostu, ciğeri, yüreği, eşi Şükran Güngör'ün pankreası onun boynunu büken. Ama bunca yıldır olduğu gibi yine umut dolu, yine sonuna kadar mücadele etmeye kararlı Yıldız abla. İşte Aşiyan'da, Aşiyan Apartmanı'nın güzelim Boğaziçi'ne tepeden bakan balkonu, işte tablo gibi Şükran ağabey, işte tablo gibi Yıldız abla. İkisi de her zamanki gibi zarif, şık ve kibar. Onların bugüne kadar el ele nice zorluklar aştıklarını biliyor musun sen?
Şansa inanırım
Babam bana ‘‘Ninem Yıldız’’ diye mektup yazardı, ben de çok sevdiklerime Ninem diye hitap ederim. Müşfik'e ben ‘‘Bibişli’’ derim, o da bana ‘‘Bidiga’’ der. Bu adları bize rahmetli Nedim ağabeyim takmıştı, hiçbir anlamı yok.
Şansa inanırım, şanslı bir insan olduğumu da görüyorum.
Oyuna çıkmadan önce yüz aklığı isterim, başım yere gelmesin, utanmayayım sahnede.
Kendimde tek beğendiğim taraf kendi kendimi tutmayı öğrenmem, zapt edemediğim zamanlar da olmuyor değil elbette.
44 yıldır el ele
Ey pankreas, bilmiş ol ki yaman bir kayaya çattın, senin mucizelerden haberin var mı? Bilmiyorsan Yıldız hoca anlatsın sana.
- Hayatın mucizelerle dolu olduğuna inanmak gerekiyor. Hayatımın en büyük mucizesi Şükran gibi bir adamla 40 sene yaşamak oldu. Evlilik tarihimiz 1964 ama, biz Şükran'la 1958'de ‘‘Öfke’’ den beri dostuz, arkadaşız. Beraber çile çektik, beraber mutlulukları yakaladık. İnsanın yanında mesleğini bu kadar büyük bir hoşgörüyle hep kaldırmak isteyen birinin olması müthiş bir şey. Biz el ele yine bu günleri de aşacağız, kimse merak etmesin.
Öğrendin mi pankreas hazretleri, şu inadı bırak düş gözbebeğimiz Şükran Güngör'ün böğründen, Yıldız Kenter'in yüreğinden. Onlar bize daha çok uzun yıllar lazım arkadaş, bilmem anlayabildin mi? O halde dinlemeye devam et.
İki defa estetik yaptırdım
Yüzüme iki defa, burnuma birkaç defa estetik yaptırdım. Burnum çok güzel olmuştu ama iki defa kazaya uğradı, esas güzel şekli kayboldu. Estetik olduğum için de hiç pişman değilim. 73 yaşındayım, kendimi yaşlı bulmuyorum, ben hep gencim. Yaşım rakam olarak ileri olabilir ama, asla ihtiyar değilim.
Ben mesleğimde açgözlü bir insanım, her rolü oynayacağımı zannediyorum.
Ev işinen hiçbir türünden gocunmamam. Değil evimin, tiyatromun tuvaletlerini bile kendi ellerimle ovacak kadar temizliği severim.
Devlet Tiyatrosu'na girdiğim 1948 yılındaki ilk maaşım 80 liraydı, sonra 250 oldu. Bilet fiyatlarıysa 2,5 liraydı galiba.
Fevkalade hocalarım oldu ama, en yaman hocalarım öğrencilerim oldu. Onlarla çocukluğumu, gençliğimi yaşatabildim.
Hep işimi evime, aileme tercih etmek durumunda kaldım. Kızımı çok hasta bırakıp oyuna çıktım.
Devlet Tiyatrosu'nda 11 senede 24 oyunda oynadım, kendi tiyatromuzdakilerin sayısı ise 100'ü geçti.
Para yemesini bilmiyorum
‘‘Bu kadar sıkıntı çekilir mi, satsın tiyatrosunu tüttürsün çubuğunu’’ demek ne kadar kolay..
- Biz bu yaşa geldik, para yemesini bilmiyoruz, öğrenemedik. Satıp da bu parayı nerede, nasıl yiyeceğim? Onun için diyorum ki; gençlerle bir şekilde bunu devam ettirmeliyiz. Benim kuşağım yokluk çekmiş bir kuşak. Onun için biz küçücük şeylerin kıymetini çok bilerek yetiştik. Çorabım kaçınca atamam, eskiden tek tek çektirirdik kaçıkları. Sabun küçülünce şimdi atıyorlar, ben hálá atamıyorum. Sıkıntılı dönemleri yaşayan insan kıymet bilen bir insandır. Dünya açlıktan kırılırken boşuna niye yemek ziyan olsun Yener'ciğim? Bunun çok faydasını gördüm, ben Türkiye'nin şu koşulunda borçsuz yaşayan bir insan oldum. Bu çok önemli bir şey. Biz parayı da yaşadık, parasızlığı da. 1933'te İngiltere'den Ankara'ya göç edince annem İngilizce ders vermeye, varlıklı ailelerin çocuklarına dadılık yapmaya başladı. Boşnak mahallesinden Kavaklıdere'ye kadar yürürdü, oradaki varlıklı bir ailenin çocuklarına bakmak için. Hepimizi yanında götürür getirirdi, oyuncaklarla oynamamız için. Parasız ama, seviyeli bir hayatımız vardı, bizim evde hiçbir zaman kitap eksik olmadı. Herkes elinde bir kitapla yatağa girerdi, gaz lambası ışığında hep okurduk. Boşnak mahallesindeki o evde sanat yaşardı bir şekilde. Mesela annem aybaşında para aldığı zaman havyar getirirdi eve, tadalım bilelim diye. Tatlı olarak genellikle bulamaç yerdik, yine aybaşlarında bal, reçel alınırdı. Sonra yine dönerdik fasulyeye, çorbaya. Biz dört erkek iki kız altı kardeştik, annemin ilk eşinden olan Jack ile Nedim ağabeylerim öldü, Güner, Mahmut, ben ve Müşfik hayattayız.