10 Eylül 2002
1970'lerden beri sirk organizasyonlarıyla iç içe olan ve ‘‘Sirklerin Prensi’’ diye anılan Mahmut Kavran, arkadaşımız Yener Süsoy'a gazinoculuk dönemindeki anılarını anlattı. Babası Osman Kavran'ın Türkan Şoray'la Orhan Gencebay'ı sahneye çıkarmak için çok uğraştığını, ancak başaramadığını söyleyen oğul Kavran, sirk kavramının ‘‘tüm dünyada çok ciddi bir anlamı olduğunu’’ belirtti. Mahmut Kavran, ‘‘Burayı sirke çevirdiniz sözüne çok bozulurum’’ dedi.
Ajda, bizim için her zaman en pahalı oldu
1976'larda Emel Sayın 10 bin lira alıyordu, Ajda Pekkan ise 12.500 lira. Ajda Pekkan aslında her zaman pahalı sanatçı olmuştur bizim için.
Belgin Doruk sahneye ancak bir gece çıkabildi, o da kulis müdürünün zorla itmesiyle. Programdan saatlerce öncesinden yatıştırıcı ilaçlar almış, içkiler içmiş ama yine de heyecanını yenemedi. Sahnede tek adım bile atamadan bir iki şarkı söylemeye çalıştı, bocaladı ve kaçtı. Kendisine ödediğimiz para 2.500 liraydı.
Babam çok yakın aile dostları olan Türkan Şoray ve Orhan Gencebay'ı sahneye çıkarmak için yıllarca didindi. 1986'da onlarla yaptığı bir görüşmeden sonra beni çağırıp ‘‘Oğlum benden sana vasiyet sakın bunlarla uğraşma, ikisi de sahneye çıkamaz’’ dedi.
Bülent Ersoy, 1982'de cinsiyet değiştirdikten sonra ilk kez bizde çıkacaktı, büyük hazırlıklar yaptık. Tam o sırada nereden geldiği belli olmayan sahne yasağı ortaya çıktı. Meseleyi anlamak için aklınıza gelecek her makamdaki devlet yetkilisiyle konuştuk ama, hiçbir sonuç alamadık. Nedeni hálá bilinmeyen bu yasağı protesto etmek için Lunapark Gazinosu'nu 3 sene açmadık. Bülent Ersoy'a o program için 100 milyon avans vermiştik, sonra bizde çıkması 1988'de nasip oldu.
1981'de Bebek Aşiyan Gazinosu'nda en ciddi parayı kazandığım solist Nükhet Duru'dur, alt kadrosunda Ahu Tuğba gibi isimler de vardı.
İşine son verdiğimiz iki sanatçıdan birisi Sezen Aksu, öteki Melike Demirağ'dı. Aksu'nun nedenini hatırlamıyorum, ama Demirağ'ın nedeni tarzının içkili gazinoya uymamasıydı.
Lunaparkların solisti çarpışan otomobiller
- Yener ağabey, gazinonun solisti Emel Sayın ise, lunaparkın solisti her zaman ‘‘çarpışan otomobil’’dir. Bu elektrikli otomobilleri İtalya'dan alıyoruz. Buna binen çarpacağı yeri iyi bilecek, ustası olarak ipucu vereyim, karşındaki arabanın arka yanına vuracaksın ki çok dönsün. Çarpışanların süresi 3 dakikadır, laf aramızda bayram gibi özel günlerde sırada bekleyen müşterilere saygımızdan bu süre biraz kısalabiliyor. Kamikaze, Enterprise gibi takımlarda bu süre 1,5 dakikadır. Bunlarda süreyi uzatırsanız sağlık problemleri olabilir. Atlı karınca ve dönme dolap ise dünyanın her yerinde birer eğlence parkı sembolüdür. Bizim lunaparkın yüzde 90'ı ithal ama, bugün Türkiye'de de mükemmel takımlar yapılıyor. Allah'a şükür bugüne kadar başımıza bir kaza gelmedi, yıllar önce Aksaray'dakinde bir olay olmuştu, onda da bizim suçumuz yoktu. Emniyet için müşterilere düşen görevler de önemli, mutlaka emniyet kemerini takacak ve ayağa kalkmayacak. Bunun için arkadaşlarımız sürekli denetim yapar, gerekirse makineyi durdurur.
ZEKİ MÜREN'İN BİLİNMEYENLERİ
Nefret ettiği şarkı
Kimseler bilmez, Zeki Müren'in sahnede söylemediği tek şarkı ‘‘Kemancı’’dır. Ahmet Özhan'a, bu şarkıyı söylediği için çok kızardı; ‘‘Bu şarkıyı bir erkek söylemez’’ derdi. Ünlü şarkıcı Dalida'yla buluşmak için birlikte çıktığımız Paris gezisinde Zeki beyi daha da yakından tanıma fırsatı buldum. Çok kibar, kime nasıl hitap edeceğini, kime bulaşacağını çok iyi bilen bir beyefendiydi.
Soyunma odasına duş
- Lunapark Gazinosu'nun soyunma odasına duş konulması da ilk olarak Zeki beyle başladı. Bu arada gazinonun kulisi daha bir disiplinli oldu, çünkü kulisine çok hakim bir sanatçıydı. Onun söyleyeceği şarkıları alt kadrodaki hiçbir sanatçı okuyamazdı.
Anormal disiplinli
- Anormal dakikti, saat 23.00'te sahneye çıkacaksa tam o dakika sahne alırdı. Kendisinden öncekiler yüzünden 5 dakika gecikme olsa bile kıyameti koparırdı. Tepkisini dile getirmek için 2 şarkı eksik okurdu, aksamaya neden olanları hemen odasına çağırıp konuşurdu. Mesela Ajda Pekkan ve Nükhet Duru ile bu konuda birkaç kere özel konuşma yaptığını hatırlıyorum.
Burayı sirke çevirdiniz sözüne çok bozulurum
- Aslında ben lunaparkın içine doğdum, o benim hayatımın ayrılmaz bir parçasıdır. Orada çocukların gülmelerini görmek, sevinç çığlıklarını işitmek, bunları anne babalarıyla paylaşmalarını izlemek bu mesleği çok keyifli hale getiriyor. Lunapark ve sirk insanları eğlendirerek eğitir, mesele atlıkarınca için bilet sırasına giren çocuk, başkasının hakkına saygı duymayı öğrenir. Sirkte akrobatları izlerken takım ruhunu, dayanışmayı görür. Bazıları olumsuzluk anlamında ‘‘Burayı sirke çevirdiniz’’ der, ben çok bozulurum. Sirk, dünyada milyonlarca insanı eğlendiren, eğlendirirken öğreten, bireysel yeteneklerin ve takım ruhunun sergilendiği bir gösteridir.
Yazının Devamını Oku 9 Eylül 2002
Rize İslampaşa Mahallesi'den Osman Kavran'ın ilk eşi Ayşe'den olma 1958 İstanbul doğumlu Mahmut Kavran, çeyrek yüzyıl önce tayfun gibi esen afili bir gençti. Kavranlar'ın o yıllarda Fatih'te kapı komşusu olarak bilirim ki, tonton ‘‘Papel’’ Osman bu sevgili oğluyla hep iftihar etti. Mahmut Kavran, gecesiyle gündüzüyle son hızla yaşadığı yıllara 1984'te nokta koydu, çünkü İzmir'in güzel kızlarından Nihal'e kaptırmıştı gönlünü. Bu arada Işık Lisesi'nden sonra Anadolu Üniversitesi İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni bitirdi, üstüne iki yıl da Paris'te lisans yaptı. Yıllar geçti, bugün 16'sında olan kızı Melike ile 11'ini sürdüren oğlu Osman'dan sonra iyiden iyiye bir aile babası oldu. Onu ‘‘Gazinocuların Prensi’’ olarak görenleri yanıltmıştı, aklına ‘‘Sirklerin Prensi’’ olmayı koymuştu, galiba oldu da. Bu arada siyasete de girdi, Fatih İlçe Başkanı olduğu DYP'den 1991 seçimlerinde milletvekili adayı oldu. Baba dostu Demirel'in Fatih'te Dalan'a destek vermesi yüzünden az farkla seçimi
kaybetti, ama partinin MYKY üyesi oldu. Şık giyinen, şık restoranlarda yemek yiyen, sigara ve içki içmeyen Mahmut 1994-97 döneminde Ali Şen başkanlığındaki
Fenerbahçe Yönetim Kurulu'nda görev yaptı. Yetmedi İKV'nin yönetimine girdi, İTO Meclis Üyesi olarak 8 yıl aralıksız komite başkanlığı yaptı.
Prens Mahmut, çocukluk günlerimin unutulmaz Küçük Çiftlik Gazinosu toprakları üzerine yaptırdığı tek katlı prefabrik villadaki görkemli ofisinden yönetiyor sirklerini, lunaparklarını. Yanındaki babadan miras emektar çalışanlar, genç patronlarına gözleri gibi bakıyor, prensleri için gözlerini budaktan sakınmayacakları da çok belli. Haydi dostlar, gün bugündür, cümbür cemaat Dolmabahçe'deki lunaparka gidelim. Hiç merakınız olmasın atlıkarıncalarda, dönmedolaplarda, ahtapotlarda, korku tünellerinde ve de çarpışan otomobillerde herkese sıra gelecek. İşin şakası yok, Sarı Kanarya tutkunu Sirkler ve Lunaparklar Prensi Mahmut Kavran'ın misafiriyiz.
Gazinoculuğu hiç sevmedim
- Ben 1980'lerde fiilen girdiğim gazino işletmeciliğini hiç sevemedim, babamın işi olduğu için mecburen ona yardımcı oldum. Kapris çekmeyi sevmiyorum, bizim sanatçılar aksine kapris küpü. Yok adı sağ başta olacak, yok iki santim büyük olacak, öteki daha küçük olacak. O benden sonra niye çıktı, o bunu niye okudu gibi daha bilmem neler. Popçularla arabeskçilerin arasında bu çekişme hiç bitmezdi. Al sana Ahu Tuğba ile Serpil Çakmaklı, sol başta, sağ başta olma meselesi. O zaman solist Yüksel Uzel de araya girdi de orta yolu bulduk. Ayrıca solistin şarkısını kimse okuyamaz, duvarda o şarkıların listesi asılıdır. Ayrıca aile hayatına düşkün de bir insanım, çok renkli o hayatta insanın bozulmaması çok zor. Her gün sabaha karşı evine giden bir koca, bir baba olmayı istemedim.
Balkanlar'ın ilk ve tek döner sahneli gazinosu
Papel hem para anlamına gelir, hem de bir iskambil oyununu adıdır. Beyoğlu'nda kahvehanesi olduğu yıllarda kimse yenemezmiş baba Kavran'ı; sonunda hiç sevmediği ‘‘Papel Osman’’a çıkmış adı.
- Batum'dan Rize'ye göç eden orta halli bir ailenin çocuğu olan babam, lunaparkçılık işine 1961'de İzmir'de başlamış. 1950'lerde daha önce İzmir'e yerleşen Ahmet ağabeyinin yanında bu işi öğrenmiş. Ahmet amcamın o tarihte İzmir'de bir kahvehanesi, birkaç parçalık da lunaparkı var. Amcam vefat ettikten sonra babam o takımlarla İstanbul'a geliyor, Beyoğlu'da bir kahvehane açıyor. Daha sonraki yıllarda Vatan Caddesi'ndeki yere kiracı olarak taşınıyor. O tarihlerde oraları bostanlık. Bir şekilde sahiplerinden parsel parsel alıp iki takımla lunaparkı açıyor. Şimdi Migros olan yerimiz 7600 metrekaredir. 1968 yılında orada içkisiz gazino açıyor, sen komşu ağabeyimiz olduğun için o günleri iyi bilirsin. Kadro 900 bin liraya kuruluyor, Hamiyet Yüceses gibi assolistlere verilen para 250 lira. O çocukluk günlerimden kalan isimlerin başında Genç Osman, Müzeyyen Senar ve dansöz Özcan Tekgül geliyor.
Babamın içkisiz gazinoculuktaki başarısı her geçen yıl büyürken bir gün Fahrettin Aslan, ‘‘Yapsın bir içkili gazino da görelim’’ gibisinden laflar etmiş. Bu sözler elbette anında babamın kulağına geldi, küçücük bir dünya zaten. İnatçı, iddiacı bir kişiliğe sahip babam bir gecede karar verip o zamanlar Balkanlar'ın ilk ve tek döner sahneli turistik, içkili gazinosunu 1973'ün Haziranında açtı. Solistimiz Emel Sayın'dı, fiks menü 99, alakart ise 199 liraydı.
En iyi ikili Zeki ve Ajda
Babamın en büyük özelliği o yıl sinema, spor ve plak dünyasında yıldız olanları ilk kez sahneye çıkarmasıydı. Mesela Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Ayhan Işık, Cüneyt Arkın, Belgin Doruk, Hülya Avşar, İzzet Günay, Göksel Arsoy, Şükrü Birant, Yavuz Şimşek, Ali Rıza Binboğa, İlhan İrem ilk akla gelen isimler. Rahmetli, bir de her yeni program öncesinde gazinoyu baştan aşağı deniz suyuyla yıkatırdı.
Rahmetli Ayhan Işık çok başarılıydı ama, kendisi bu işi kısa tuttu. Cüneyt Arkın'a 2.5 milyon lira gibi büyük bir avans vermiştik ama, tutmadı, zaten kendisi de bıraktı.
Lunapark Gazinosu'nun 23 yıllık geçmişinde en güzel işleri Neşe Karaböcek-İlhan İrem ile Zeki Müren-Ajda Pekkan kadrolarıyla yaptık. Her iki kadronun çalıştığı günlerde kapılardaki izdihamını ancak polis gücüyle durdurabiliyorduk.
1981'de Bebek Aşiyan Gazinosu'nda en ciddi parayı kazandığım solist Nükhet Duru'dur, alt kadrosunda Ahu Tuğba gibi isimler de vardı.
YARIN: EN PAHALLI SANATÇI AJDA
Yazının Devamını Oku 3 Eylül 2002
Eski ABD Başkanı Bill Clinton'ın tek Türk danışmanı ve Washington'daki dünyaca ünlü Cities restoranın yaratıcısı Sahir Erozan, Clinton'ın Türkiye gezisini unutamadığı söyledi. Erozan, Clinton'ın kendisine ‘‘Çok yer gezdim, ama acılar içindeki insanlardan böyle konukseverlik görmedim’’ dediğini belirtti.
Ben de eşim Hillary de Türkiye’yi unutmayacağız
Clinton, bugünkü ve yarın için kesinlikle Türkiye'siz bir dünya düşünmezdi. Türkiye ziyaretinde gördüğü sıcak yakınlık, aldığı destek onları ailece çok mutlu etti, bunu hálá anlatır. Türkiye gezisinden sonra Washington'da ilk karşılaşmamızda bana aynen şunları söyledi:
‘‘Sahir, hayatamın en uzun gezilerinden birini Türkiye'ye yaptım, o kadar mutlu oldum ki sana anlatamam. Tarihin en büyük depremini yaşamış, acılar içinde olmalarına reğmen bize gösterdikleri sıcak ilgiyi ben ve Hillary ömrümüzün sonuna kadar unutmayacağız. Depremin büyük acısına rağmen çadırlardaki insanlar bize ikramda bulunmak için yarıştılar. Ben hayatımda böyle bir konukseverlik görmedim.’’
Clinton Amerika'nın gelmiş geçmiş en başarılı başkanıdır, bu kesin.
CItIes’i nasıl yarattım
Babamın Türkiye'deki cenazesine gelemedim, çünkü askerliğimi yapmamıştım, okula ara verdiğim için vizem bitmişti. Bu benim hayatımın dönüm noktası oldu, kendi başıma bir iş yapmaya karar verdim. Benim de hep gittiğim çok popüler bir bar kapanmıştı, onlarla konuşmaya gittim. Adam bende para var zannediyordu, yoktu ama, 15 gün içinde kağıtları imzalayıp masanın başına geçtim. Borç harç, duvarları kendi elimle boyayıp, içini değiştirip ‘‘Cafe Med’’ adıyla açtım(...)
Bir sene sonra Tıme dergisinde yazılarım filan çıktı. Baktım orası küçük geliyor, bizim Ortaköy'ün 15 sene önceki hali gibi olan 18. Cadde'de kocaman bir yer buldum. Eski bir Oldsmobile satış mağazasıydı, 7 metre yüksekliğinde tavanları olan boş taş bir bina. Mal sahipleriyle anlaştım, 1400 metrekarelik bu yerin 1. katını restoran, 2. katı kulüp yapmaya karar verdim, adı da ‘‘Cities’’ olacaktı. Med Cafe İstanbul'daki Şamdan gibi bir yerdi, burasını ise farklı yapmalıydım. Washington, o zamanlar tutucu bir Amerikan kasabası gibiydi. Bir zamanlar New York'ta Area adlı çok meşhur bir kulüp vardı, iki ayda bir ekzantrik temalar yapardı. Bunu restoranıma adapte etmeye karar verdim, dünyanın değişik şehirlerini yapayım dedim. Menülerden dekora kadar her şey değişecek çok agresif bir konseptti. İlk tema seçtiğim Rio için 10 kişilik ekiple Brezilya'ya gidip filmler, fotoğraflar çektik, ayrıca oradan bir de ışık mühendisi getirdim. Üst kattaki dev televizyon ekranlarında bizim çektiğimiz filmler oynuyordu, aşağıda ise resimler ve dekorla Rio tanıtılıyordu, menü tamamıyla Brezilya yemekleriydi. Ondan sonra Tayland yaptım, açılış gecesi içerde bir fil dolaşıyordu.
Bu arada iki kere de İstanbul teması yaptım, ilkinin girişinde Kanuni Sultan Süleyman atıyla geliyordu falan. Son yaptığımda duvarlarda Ara Güler'in siyah beyaz İstanbul fotoğrafları vardı, daha rafineydi. Şimdi Türk-Yunan karışımı ‘‘Ege'nin Balıkları’’nı yapmayı düşünüyorum, biraz da iki ülke arasındaki dostluğa da yardımı olur diye. İlk iki sene herhalde Washington'da bizim Cities'den daha kalabalık bir yer yoktu. 16 yıldan bu yana 20'nin üstünde tema sunduk, gece kulübü ve restorandan hafta sonlarında bir gecede 4 bin kişi geçiyordu. O arada Cafe Med'in bütün müşterisi buraya geldi, iki ay tadilat için kapattıktan sonra açmadım. Kendi kendime bir önemli işyerimi öldürdüm, buna hálá içim yanar.
POLİTİK MUHABBETE BİR BAR MÜŞTERİSİNİN İSYANI
Bıktım artık, para veriyorum üstüne bir de seni dinliyorum
Washington bizim Ankara gibi, tamamen siyasete endeksli. Orada yaşayan insanlar bir şekilde siyasetin bir parçası. Ben eskiden arkadaşlarım arasında ‘‘Yahu niye böyle yapıyorlar’’ gibi politika konuşurdum, hani yemek masasında vatan kurtarılır ya. Bir gün bir Amerikalı arkadaşım bana o kadar sinirlendi ki, ‘‘Bıktım artık, burada hem para veriyorum, üstüne iki saat de seni dinliyorum’’ dedi.
Musevi lobisinin en önemli adamıdır Steve Rosen, Türkiye'ye de çok yardımcı olur. Beni Clinton'un avukatı David'le tanıştıracağını söyleyip ‘‘Seçim kampanyasında görev alırsan politikanın ne olduğunu görürsün’’ dedi. Sene 1991, David'le tanıştık, kampanyada görev almam için beni 23 yaşındaki bir yönetici kıza gönderdi. Yener bey, güven sağlamak için bir art düşünceniz olmadığını insanlara lanse edebilmeniz lazım. Ben bütün olaylara barışçı şekilde yaklaşan bir Amerikalı Türküm, kimse için ön yargım yok.
Kampanyada görevli tek Türk gönüllü olarak Clinton için bağış da toplayacaktım. Göreve başladığımın ertesi, ilk seçim New Hampshire'da yapılacaktı, bir baktım ki bütün gazetelerde Jennifer Flowers hikayesi patlamış. Şansıma küsüp tamam bu adam gitti, ben de yaya kaldım dedim. Buna rağmen Clinton 2. oldu orada, ondan sonraki seçimleri aldı. Düşünün ki o sırada Clinton, Amerika'nın gelişmede en sonuncu sırada olan, 52. eyaletinin valisiydi. Benim restoranıma gelse rezervasyonda en arka noktada olacak bir adam yani. Clinton anormal karizmasıyla çok hızlı gelişti, popüler oldu, bütün rakiplerini yendi. Ben Demokrat Parti'nin üyesiyim ama, vatandaşı olduğum Washington eyalet olmadığı için delegeliğim yok. Biz Senato veya Kongre üyesi çıkaramadığımız için ben havaya oy vermiş oluyorum.
Atatürk moda oldu
Amerika'nın son zamanlardaki en büyük trendlerden biri Mustafa Kemal Atatürk. Türkiye'yi çok karışık bir ortamdan çıkaran bu büyük lideri, yaşlı genç herkes tanımaya çalışıyor. Clinton da Atatürk'ten çok etkilenmişti, ‘‘Böyle bir liderin Türkiye'de biraz daha uzun yaşamaması büyük bir talihsizlik’’ diye düşünürdü. İnsanlar çevremizle ilgili daha fazla kitap okumaya başlayınca Atatürkümüz ‘‘trendy’’ bir lider oldu. Eskiden Atatürk'e militarist gözle bakanlar, şimdi onun yaptığı devrimleri anlamaya çalışıyor. Amerika'ya ilk gittiğimde oralardan ‘‘Midnight Express’’ gibi görünüyordu Türkiye. Şimdi ise İsrail gibi Amerika'nın yakın dostu ve modern bir ülke konumunda. Benim yaşadığım Türkiye ile şu anki Türkiye'nin arasında dağlar kadar fark var. Bugün Amerikalı, Türkiye'yi konumun çok dışında bir ülke olarak görüyor, laik cumhuriyet olma özelliği en başta.
Yazının Devamını Oku 2 Eylül 2002
Kemalettin Tuğcu bizim kuşağımızın en önemli çocuk romanları yazarıdır. Onun ‘‘Köprüaltı Çocukları’’nı bilmez bilgi çağının çocukları; ‘‘Kimsesiz Çocuklar’’ı, ‘‘Devlet Kuşu’’nu, ‘‘Hissiz Adam’’ı bilmedikleri gibi. Acımasız yoksullukla büyüyen Ömerler, bir bakarsınız doğruluk, azim ve çalışkanlıklarıyla romanın sonunda örnek birer zengin olmuşlar. Kimseyi ezmeden, banka hortumlamadan, yalakalık yapmadan, bileklerinin gücüyle ve de ak alınla. Sahir Erozan'ın Amerika'daki inanılmaz başarı öyküsü de sanki merhum Tuğcu ustamızın yeni bir romanı. Sahir Erozan, Atatürk'ün yakın dostu, ünlü dilci, yazar, siyaset adamı ve ‘‘Yıl 1919, Mayısın on dokuzu-Kızaran ufuklardan kaldırıyor başını’’ mısralarının yazarı Dağıstan kökenli şair Celal Sahir Erozan'ın torunu. Halası Berin Nadi Erozan, annesi Ayla, babası ise merhum Türkay Sahir Erozan. Celal dedesinin babası İsmail Hakkı Paşa saray komutanı ve Yemen valisi, annesi Nüzhet Hanım ise Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk kadın oyun yazarı. Babası merhum Türkay Erozan İTÜ'nün eski öğretim üyelerinden. Yanya kökenli anne Ayla'nın adını başkentliler unutulmaz Barikan'la tanır. Bodrum'u da ilk keşfedenlerdendir güzel, çalışkan, sanatsever, yaratıcı iş kadını Ayla Erozan. Her açtığı yere ‘‘Maça Kızı’’ imzasını atmasının nedeni, o zamanki kıvırcık siyah saçları. Bodrum'un merkezinde başlayıp Gümbet, Torba, Gölköy'de devam eden dünün ‘‘Maça Kızı’’ pansiyonları bugün Göltürkbükü'nde yine aynı adla, yine elit yoğun lüks otel. Ancak bu kez yalnız değil Ayla Erozan, yap-işlet-devret sistemiyle işlettiği oteline oğlu Sahir''i yarı yarıya ortak etmiş. İşte bu Sahir, İngilizce bilmeden gittiği Yeni Dünya'da bulaşıkçılıktan dolar milyonerliğine gelmiş, hatta ‘‘Amerikalı Türk’’ olarak başkan danışmanı bile olmuş. İşte size Kemalettin Tuğcu'nun en son romanı. Geleceğin Sahir'i olmak isteyenler, siz de kendi romanınızı yazın.
Clinton büyük Türk dostu ve devasa bir bilgisayar
- Clinton gerçek anlamıyla yakın ahbabımdır, son Türkiye seyahatinde daha da yakınlaştık. O gerçekten normalin dışında bir insan, yürüyen devasa bir bilgisayar. Adamın önündeki dosyaları görseniz, her biri yüzlerce sayfa ve devamlı okuyor. Boş okumuyor, bunları aklında tutup insanlara referans noktaları veriyor. Michael Jordan basketbolde ne ise Clinton da politikada aynı. Türkiye seyahatinin planlaması için 6 ay uğraştım, onun danışman timindeydim... Onun bir yere gitmesi öncesinde en az 100 kişi olayı organize ediyor. Duracağı yerden televizyon konuşmalarında arkasında görünecek manzaranın planlamasına kadar. Her şey televizyona göre ayarlı, en rahat edeceği yerde konuşacak. Her şeyin en kötü ihtimaller dahil senaryoları milimine kadar hazırlanıyor. Bunun yanı sıra imaj danışmanları da giyecekleri konusunda sürekli bilgi verirler... Clinton bugünkü ve yarınki dünya için Türkiye'nin önemini biliyordu, kesinlikle Türkiye'siz bir dünya düşünmezdi.
ABD’ye gelirken ne diyeceğini bilmek gerek
- Türkiye'den gelen siyasetçilerin çoğu Amerikan düşünme tarzının tersine hareket ediyor. Buraya gelince nereye koşturacağını şaşırıp beş dakika fikir üretmeye çalışıyorlar. Halbuki gelmeden önce buradaki kamuoyunu yokla, insanların ne beklentileri var, git gazetelerle, TV kanallarıyla, politikacılarla konuş. Topladığın mesajları gelecek devlet adamına ver, o da buna göre hazırlansın, bizim Clinton'a yaptığımız gibi. Gerçi bu konuda Türkiye yalnız değil, İsrail lobisinden çok önemli arkadaşım geçenlerde yemekte bir olay anlattı. ‘‘Sahir güleceksin, bizimkilerin Amerikan politikasında büyük tecrübe sahibi ama, Şaron biraz önce uçaktan arayıp Başkan'la ne konuşulacağını sabah kahvaltısında kararlaştıracağını söyledi’’ dedi. Amerikan politikasında ilk öğrendiğim şey, birinin karşısına gitmeden önce ondan ne isteyeceğimi cümlelerle hazırlamam gerektiği oldu.
İlk işim bulaşıkçılıktı birden gözlerim yaşardı
- Doktor olan Yener amcam Baltimor'da oturuyordu, John Hopkins Hastanesi'nde şimdi başında olduğu patoloji bölümündeydi. Ona yakın olsun diye Washington'da oturmaya karar verdim, Georgetown'da bir lisan okuluna yazıldım. Okuldaki arkadaşlarımdan birinin babasının özel uçağı bile vardı ama, o yine de kafeteryada çalışıyordu. Bir gün beni de çalıştığı Mariot yönetimindeki kafeteryaya götürmesini istedim. Bulaşıkhanede buldum kendimi. Bir müddet sonra önümde belki 50'den fazla yağlı tabak birikti. Bir yandan da yanımdakini takip edip nasıl yıkandığını öğreniyorum. Oradan kafeterya da görünüyor; bir baktım ki okuldan tanıdığım birkaç kız oturuyor. Birdenbire gözlerim yaşlarla doldu, ne yapacağımı şaşırdım. Saatine 3.25 dolar alıyordum, bu işi yapmak zorundaydım. Hafta sonu olduğumda 80 dolar tutan haftalığımı verdiklerinde kendimi dünyanın en zengin adamı hissettim.
Siparişi geciktirince garsonluktan atıldım
- Okuldaki rehberim beni Hilton'da personel müdürü olan bir yönetici arkadaşına gönderdi. Ertesi gün heyecanla yeni işime başlamak için otele gittim, her şeyi de biliyorum ya. Daha az dinleyip, daha çok konuşan bir düşünce yapısıyla gitmişim oralara. Şef elindeki ufacık mönüden bana neyin ne olduğunu gösteriyor, zaten makinenin üstünde ne olduğu yazılı. Bana göre geri zekalı olmak lazım bunları anlamamak için. Ama ilk servise çıktığım masadaki müşterinin biri beyaz şarap, biri de martini istedi. Bardan alırken şef ‘‘Martiniyi nasıl istiyor?’’ dedi. O zamanlar smart-man İngilizcesi konuşuyordum, bildiğim 200 kelimeyi oradan oraya taşıyıp arada bir de sözlüğe bakıyorum. Müşteriye gidip martiniyi nasıl istediğini sordum, meğer buz istemiyormuş. Haydi tekrar geriye ama, siparişlerini alan öteki garsonlar çoğalmış. Biraz bekledikten sonra bu sefer ‘‘İçinde ne olsun, zeytin mi?’’ demesin mi? Yine masaya döndüm ve derken aradan 15 dakika geçti. Sonuncu kez masaya geldiğimde, kordon altına alınmıştı ve siparişleri bizzat müdür alıyordu. Adam beni kenara çekti, ben yine ağlamaklı vaziyette bakıyorum. ‘‘Çok iyi bir çocuksun ama, bu iş olmayacak’’ dedi ve böylece ilk kez kovulmuş oldum. Sonra başka restoranlar, Watergate dahil oteller derken lisanım mükemmel oldu. 1979'da garsonluk yaparken haftada bin dolar para kazanıyordum.
Clinton'ın tek Türk danışmanı ve Washington'un dünyaca ünlü restoranı Cities'in yaratıcısı Hürriyet'e konuştu
Al Pacino, Costner sürekli müşterimiz
Cities'de bugün barda bir iki içki içip restoranda yemek yerseniz adam başı 80 dolar civarında hesap ödersiniz.
Sürekli müşterilerimiz arasında Al Pacino, Roberto de Niro, Kevin Costner, Denzel Washington, AOL'nin, MTV'nin, Dünya Bankası'nın bütün lider kadrosu var.
Bill Clinton ve yakın çalışma arkadaşları, Bush'un kendi dışındaki tüm aile fertleri, eski CIA ve FBI başkanları çok geldi. Ulusal Güvenlik'in başı Tony Lack çok yakın ahbabımdı, o da çok sık gelir.
Dışarıya catering hizmeti de veriyoruz, bazı senatör ve Kongre üyeleri evlerindeki davetlerinde bizi tercih ediyor.
Türk rakısının pek müşterisi çıkmıyor
Türk şarabının adı ne yazık ki şu anda dünyada yok, ben aynı zamanda bir şarap uzmanıyım. Ancak son birkaç senedir tek bağlı üzüm yetiştiriliyor, bu da çok iyi. Trakya ve Ege bölgesi dünya şarap pazarı için o kadar uygun ki, hala farkında değiliz. Ayrıca Türk şarapları dünya fiyat kategorisinde kalitelerine oranla çok pahalı.
Cities'de ara sıra rakıyı da servis ediyoruz ama, müşterisi pek yok. Rakı aslında buranın içkisi, bu muhteşem atmosferde güzel.
Michael Jordan'ın şarabının fiyatı
Mönümüzdeki en pahalı başlangıç yemeği kaz ciğeridir, şu andaki fiyatı 20 dolar. Ana yemekte en pahalısı ıstakozdur, 30 dolar civarında. Şaraplardan şu anda iki tane 1966 Petrus kaldı elimde, onu hep Michael Jordan içer, fiyatı 1200 dolar.
Bill Clinton içkiden hoşlanmıyor, arada sırada bira içiyor o kadar. Yemekle arası ise çok iyi, kendini kontrol etmezse anormal yiyebiliyor. Hillary bu konuda kendine çok daha dikkat eder.
Restoranın şefi İstanbullu Ermeni
İstanbullu Ermeni şefimiz Aret Sahakyan, benim 20 yıllık arkadaşımdır. Çok iyi Türkçe konuşur, bizim geleneksel yemeklerimizi çok güzel yapar.
Bizde bodyguard, silah arama cihazları yok, çünkü Washington'da ruhsatınız olsa bile yanınızda silah taşıyamazsınız. Bizim için en önemli konu yaştır, gelenlerin kesinlikle 21 yaşından büyük olması lazım. Şortlu, plastik pabuçlu, hatta blucinli insanları da almıyoruz.
YARIN: Cities’i nasıl kurdum?
Yazının Devamını Oku 27 Ağustos 2002
<B>T</B>urizmde herşey dahil sisteminin mucidi Dr. Cem Kınay, Yener Süsüoy’a dünyadaki ekonomik krize rağmen Türkiye’nin sektörde çok başarılı olduğunu söyledi. Ünlü piyanist Ferzan Önder, eşini anlatıyor
Konserime gelmesin
Tokatlı eczacı Öğün-Güngör Önder çiftinin ikizlerinden Feyhan'ın 10 dakika büyük ablası olan Ferzan, uluslararası üne sahip piyanistlerimizden. Anne, SODEP'in Tokat'taki kurucularından, baba ise ‘‘Yalan Yıllar’’ gibi ünlü Türk müziği bestelerinin sahibi. Cem'i siz bir de 17 yıllık aşkı ‘‘Vivaldi Faresi’’ Ferzan'dan dinleyin:
- Cem çok çalışkan, çok detaycı, çok hırslı, çok şefkatli, kini olmayan bir adamdır. Dışardan göründüğü gibi sert değildir, aslında çok naiftir. Benim konserlerim, onun işleri nedeniyle üç hafta birbirimizi hiç görmediğimiz oldu. Cem benim Viyana dışında verdiğim konserlerime gelmez, doğrusu ben de gelmesi için ısrar etmem. Çünkü daha iyiye ulaşmam için beni çok eleştirir. Salonda onu gördüğüm anda çok heyecanlanırım.
Alman ve Avusturyalı hakkını ister
Alman ve Avusturyalı misafir rahat bir ortam ister, yemek onlar için çok önemlidir. Bizim yemeklerimize alışması birkaç gün sürer. Avusturyalı öteki konuklarımıza oranla daha kalenderdir, detaylara göz yumar. Alman en küçük şeyi bile mesele eder, odada biraz toz olsa ortalığı ayağa kaldırır, bana göre de haklıdır. Yemek saatinin sonuna doğru açık büfedeki yemeklerin soğumasını hoş karşılamaz, kısaca parasının hakkını en son düzeyde arar. Amerikalı turist deniz tatili için yurtdışına çıkmaz, en çok yakınındaki adalara gider. Avrupa'ya gelen Amerikalı turist ya kültür gezisine çıkmıştır ya da kruvaziye gelmiştir. Japonlar da denizi sevmez, kültür turizmine gelir.
Avrupa'da orta direk gezer
Sadece Antalya'nın değil, bütün Türkiye'nin master planının yapılması lazım. Turizm sadece otel değil, hava limanlarından yollara, çarşılara, restoranlara kadar turistin uğradığı her yerdir. Bu bütünlüğü bir yakalayabilsek önümüz her konuda ardına kadar açılacak. Türkiye ucuz bir ülke değil, eskiden öyleydi ama, artık fiyat-hizmet dengesini çok iyi kuruyoruz. Türkiye'nin fiyatlarını İspanya veya Yunanistan'la karşılaştırırsak muhakkak biraz altındayız ama, bu ucuz demek değildir. Sonuçta bütün kıtanın hitap ettiği kitle Avrupa'nın geniş yelpazeli orta direği. Bunun içinde öğretmen, avukat da var, taksi şoförü de. Alanya ucuz ama, Yunanistan'ın da, İspanya'nın da Alanya'ları var. Çoğu insan sanıyor ki, Avrupa'da gezenler sadece üst tabaka. Onlar Sardunya gibi lüks yerlere gidiyor, Türkiye'ye cebi boşlar geliyor diye düşünenler çok. Oysa bu çok yanlış, mas turizm hareketini yapan orta direk.
11 Eylül'den sonraki krizden bütün dünya ülkeleri gibi biz de nasibimizi aldık ama, bu yıl bizim ülkemizin genel durumu çok iyi. Üstelik Avrupa ekonomisi bu yıl duraklama dönemini yaşıyor, Almanya'da işsizlerin sayı 4 milyonun üstüne çıktı. 1 Ocak 2002'de dünya tarihinin en büyük para operasyonu oldu, bir saniyede 12 ülkenin parası değişti. Bütün bu olumsuzluklara rağmen bu yaz sezonunu yarasız beresiz atlattık, bu hepimiz için büyük bir başarı öyküsüdür.
Rakiplerimiz, 40, biz ise 15 yıldır turizm yapıyoruz
- Rakiplerimiz İspanya, Yunanistan 40 senedir turizm yapıyor, biz ise 15 sene gibi kısa bir sürede müthiş işler becerdik, kimse küçümsemeye kalkmasın. Bu kadar çok gezen biri olarak söylüyorum ki, Türkiye'deki otellerin standardı Yunanistan'ın çok üstündedir, İspanya'yla da çok rahat rekabet eder, Avrupa'daki otellere beş basarız. İstanbul'daki 5 yıldızlı otellerle Paris'teki 5 yıldızlı oteller aynıdır, hatta bizimkiler bazılarından da üstündür. Swissotel, Çırağan, Four Seasons gibi oteller dünya standartlarının en yüksek derecesinde, komplekse girmeye gerek yok, hepsiyle övünelim. Biz her konuda olduğu gibi turizmde de kendimizi aşağılamaya bayılıyoruz. Yener bey, göğsümü gere gere söylüyorum, Türkiye turizmde çok yüksek yerlerde. 15 senede turizmi geliştirdiğimiz gibi üç dört tane de çok büyük kriz atlattık, bu muazzam bir başarıdır. Bu kadar krize rağmen bugün gelinen nokta bir mucizedir, sahibi bu sektöre yatırım yapan, bu sektörde çalışanlardır. Kendimizi hiç aşağılamayalım.
Yazının Devamını Oku 20 Ağustos 2002
Banka ve öteki ekonomik kanunlar öyle bir hale getirilmeli ki, kimse para alıp kaçıramasın. Türkiye AB'ye girecek ama bu o kadar kolay olmayacak. Müslümanız diye bizi birliğe almayacaklar yolundaki düşüncelere katılmıyorum. Bütün mesele ülkemizdeki kanunlar, bu sistemin artık çok daha sağlam olması lazım.
İnsan hakları konusu ne yazık ki bizde hala çok önem taşıyor. Yabancı yatırımcıların ülkemize gelmesini istiyoruz ama, kanunlarımız onlara yardımcı değil ki. Mesela Motorola hálá milyonlarca dolarlık alacağını tahsil edebilmiş değil, bizim hükümet de bir şey yapmıyor. Bunu gören öteki dünya devi yatırımcılar buraya nasıl gelir ki?
Ray Charles'ı iki bin dolara aldım
Gençliğimde hem üniversitede okudum, hem hobi olarak küçük bir plak şirket kurdum, hem de playboy hayatı yaşadım. Mario Santa Domingo'yla arkadaşlığımız 15 yaşından beri aynı şekilde devam ediyor. Bu çocuğun babası Güney Amerika'nın bira kralıydı, şimdi Kolombiya Airlines'ın da sahibi. Orhan Eralp'i babam yetiştirdi, bizim ailenin bir ferdi gibiydi. Mario, Orhan ve ben çok eğlenceli günlerimiz oldu. Starlar arasındaki en yakın dostlarım Phil Collins, Eric Clapton, Mick Jagger, Benny King, Ray Charles'dır. Ray 17 yaşındayken Kaliforniya'da küçük bir plak şirketiyle çalışıyordu, sene 1951. Onun plaklarını ilk dinlediğimde hayran oldum, duydum ki hiç satılmıyormuş, kimse tanımadığı için turneye bile çıkamıyormuş. Bunun üzerine kontratını iki bin dolara satın alıp bizim şirkete aktardım, bir anda patladı. Ray'in tek kötü yanı, çok sıkı bir eroin bağımlısı olmasıydı. Gözleri görmediği için etrafındaki adamların onu başka kumpanyalara sattığını farketmedi. Kör bir insan ne imzaladığının farkında değil, o günlerdeki imzası da kocaman bir X işaretiydi zaten. Hálá dostumdur, çok sık görüşürüz.
Rockfeller’in Evren için davet vermesini sağladım
Amerikan başkanları içinde Reagan çok yakın dostumdu, Bill Clinton da öyle. Roosevelt babamın çok yakın dostuydu, babam öldüğü gece eşi hemen bize taziyeye gelmişti. Ben Truman'ların kızıyla dans mektebine giderdim, o zaman daha senatördü. Başkan Carter da büyük Türk dostuydu, başkan olmadan da onunla yakın arkadaştık. Sadece Nixon'lu hiç tanımadım, sevdiğim bir adam değildi. Ama onun sağ kolu Kissinger hálá bizim en yakın aile dostumuzdur. David Rockfeller da çok büyük Türk dostudur, benim eskiden beri çok yakınımdır. Kenan Evren paşa ihtilalden sonra New York'a geldiği zaman kimse onu kabul etmek istemedi, ne vali, ne belediye başkanı. Büyükelçimiz beni arayıp bu konuda bir şeyler yapmamı istiyordu. Vali korkuyor, davet verse Ermeni ve Yunan oylarını kaybedecek. Hemen David'e telefon ettim, New York dışındaki şatosunda Evren için büyük bir öğle yemeği vererek durumu kurtardı. Council Foreign Relations'un başkanı Pete Peterson Rum asıllı olmasına rağmen çok Türk dostudur. David'le Pete iki sene evvel Türkiye'ye gelip herkesle konuştular. Pete her ay bir gün mutlaka bizim eve yemeğe gelir, gürültü biterse Bodrum'a da çağıracağım.
Ben de bir zamanlar solcuydum
Bütün dünyanın entelektüelleri 1920'lerde solcuydu, ben de o zamanlar solcuydum.
Babam çok filozof bir adamdı, Atatürk'ün çevresinde tek yabancı dil konuşan adamdı. Babam Türkiye'nin dışında hiçbir mektepte okumadı ama, çok iyi İngilizce ve Fransızca konuşurdu. Atatürk'ün konuşmalarını yabancı dile tercüme eden ilk kişi oydu.
Bizde tarih, önem verilmediği için azıcık karışıktır, herkes kendine göre bir tarih yazar. Bize öğretilen tarihle, dünyada yazılmış öteki tarihlerin hiçbir alakası yok.
Türk müziğine bayılırım, benim için çok ayrı bir yeri vardır. Ben Münir Nurettin'le, Deniz Kızı Eftelya'la büyüdüm. Zaman zaman evde eski şarkılarını söylerim, beni duyanlar çok şaşırır. İstanbul'a her gelişimde mutlaka Sulukule'de çingenelerin yaptığı müziği dinlerim, bence onlar dünyanın en iyi müzisyenleri.
Eskiden günde bir şişe votka içerdim ama doktorlar artık izin vermiyor. By-pass geçirdiğim için şimdi sağlığıma daha dikkat ediyorum, sucuğu yasakladıkları için mutsuzum.
Bazı insanlar bizi sadece eğlence hayatında çalışıyor olarak görebilir ama gerçek öyle değil. Biz çok ciddi insanlarız ama, dostlarımızla oturduğumuzda elbette gülüp eğleniriz. Kendi aramızda konuştuklarımızı size anlatsam gazetenizde basamazsınız .
Tarkan'a iki milyon dolar yatırım yaptık
Doğru, bir Türk artist de çıkarmadım, Bolivyalı da. Ama, bugün Tarkan adlı Türk artistiyle çalışıyorum, büyük bir artist olacağına da çok inanıyorum. Tarkan'la dört sene önce imzaladım kontratı, o zamandan beri Türkçe plakları popüler olduğu için bizimle çalışmaya vakti olmadı. Bir taraftan da askerlik derken bir türlü buluşamadık. Bizim bugün bir albüm yapmamız için en az yedi ay lazım. Dünyada Tarkan kadar tutulan bir başta Türk artisti yok. Son albümü 3.5 milyon sattı, bunun yarısı Türk olmayan insanlar aldı, söylediği şarkı da Türkçe. Mukavele imzalarken kontrata Türkçe plaklarını koymadım, onların sadece Türkiye'de satılacağını düşündüm. Türkçe plakları dünyanın her tarafında satıldı, benim için büyük sürpriz oldu. Tarkan'ın hiçbir eksiği yok, bizim eksiğimiz var. Çünkü ona kafi derecede iyi şarkı bulamadık. Söyleyeceği şarkının yüzde yüz hit olması benim için çok önemli. İstediğiniz kadar arkasından itin, plaklarını radyoda çalın amadinleyici beğenmediyse plak satılmaz. O şarkıyı duymak istemeyenler istasyonları değiştirir, Tarkan'ın popülaritesini ben yaratmadım, o plakları kendisi yaptı, o çıktı sahnelere, ben çıkmadım, sahnede olan o. Biz ona öyle bir program vermek istiyoruz ki, sevenleri hiç kopmasın, Türkçe şarkı söylemesi çok güzeldi, nereden çıktı bu İngilizce demesin. Onun çok hassas bir konu. Bugüne kadar ona yaptığımız yatırım o kadar büyük bir şey değil, iki milyon dolar filan.
Yazının Devamını Oku 19 Ağustos 2002
Ahmet Ertegün'le dünyanın en ünlü devlet adamlarını, starları ağırladığı Bodrum'daki muhteşem Türk evi'nde ve ilk guleti Leyla'da kahvaltılardan yemeklere iki gün boyu konuştuk.
Sevgili eşi Mika'nın dünyaca kabul gören dekorasyon zevkinin hangi noktalara geldiğini gördük. Dünyanın bir numaralı ünlülerinden biri olarak yarım yüzyıldır nefessiz Türkiye için didindiği halde değil ‘‘Fahri Büyükelçi,’’ ‘‘Fahri Doktorluk’’ gibi payeleri vermek yerine onu görmezden geldik. Türkçe'yi biraz kırık konuştuğu ve Amerikan vatandaşı olduğu için ona ‘‘bizden değil’’ gözüyle baktık.
Başkan Bush Oval Ofis'te Ertegün'den akıl alıyor
Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşı, Lozan'daki temsilcisi, Türkiye'nin ilk Amerika büyükelçisi Münir Ertegün'ün Ankara 31 Temmuz 1923 doğumlu oğlu Ahmet bildiğiniz Ahmet'lerden değildir. Bu Ahmet çok ciddidir, çok dakiktir, çok prensiplidir, çok doğrudur, çok açık sözlüdür, çok mantıklıdır, çok gülmez, çok konuşmaz, çok ağlamaz, çok geç yatmaz, çok samimi olmaz...Bu Ahmet karşısıdaki kim olursa olsun siz diye hitap eder, sokağa tükürmez, cep telefonu taşımaz, şapka giymez. Bu Ahmet dünyanın en büyük plak şirketinin sahibidir, dünyadaki bütün devlet başkanlarının yakın arkadaşıdır, dünyanın en zengin işadamlarıyla içtiği su ayrı gitmez... Bu Ahmet her yıl 15 gün Bodrum Neyzen Tevfik Caddesi üzerindeki tepeden tırnağa yüzde yüz Türk malıyla yapılan, donatılan, Ağa Han ödüllü muhteşem malikánesinde tatil yapar. Kissinger'den Mick Jagger'a, Oscar de Renta'dan Bette Midller'a, Sting'den Dustin Hoffman'a, Rottshilds'lerden Rockfeller'a ne kadar can, arkadaşı varsa hepsini Bodrum'daki bu Türk oğlu Türk evinde yedirir, içirir padişahlar gibi ağırlar. Bu dünya zengini konuklar bir akşam çıkarlar çarşıya, o antikacı bu halıcı derken birkaç saatte birkaç yüz bin dolar bırakırlar Bodrum esnafına. Bu Ahmet ABD'nin 11 kişilik en önemli think-tank grubunun üyesi, 50 yıldır dünya müziğini yönlediren dev Atlantic'in patronu, Ahmet Ertegün'dür.
Dünya yarım yüzyıldır bu Türk oğlu Türk Ahmet'i konuşuyor ama, Türkiye Atatürk'ün hukuk müşavirinin oğlu bu Ahmet'in uluslararası gücünün gücünün hálá farkında değil. Mesela siz IMF'nin, Dünya Bankası'nın kapısında kredi almak için kuyrukta beklerken, bu Ahmet onların başkanlarıyla ailece tatil yapıyor. Mesela siz Beyaz Saray'da sıradan bir memurla görüşebilmek için taklalar atarken Başkan Bush Oval Ofis'te bu Ahmet'ten akıl alıyor.
Yazının Devamını Oku 14 Ağustos 2002
Ahmet Ertegün, dünyanın en ünlü devlet adamlarını, starları ağırladığı Bodrum'daki muhteşem evinde içini Hürriyet'e döktü.<br> Ne kadar güzeldi
‘‘Benim Amerika'daki çevremde dünyanın dört bir yöresinden insan var, bizim sosyetemiz uluslararasıdır. O insanlar arasında bizi Türk olarak tanıyıp, seviyorlar. Ben 35 sene önce burayı aldığımda Neyzen Tevfik üzerinde ne bir ticari yer vardı, ne lokanta. Buraya Türk, aşağıdaki deniz tarafındaki dükkanların olduğu yere ise eski Yunan tarafı derlerdi.’’
Nüfus bile 8 bindi
‘‘Bu ev çok harap bir yerdi, Bodrum'un bütün nüfusu 8 bin kişiydi herhalde. Bordum o zaman Türkiye'nin bodrum katıydı. Balıkçılar, süngerciler vardı, bir de solcu ressamlar, müzisyenler, şairler. Kahvelerde onların çok hoş sohbetleri olurdu. Polisin otomobili bile yoktu. Bir kadın turist kaza yapıp arabasını bırakıp gitmiş. Tamir ettirip polise verdim.’’
Evimiz sallanıyor
‘‘Bodrum'un eski güzelliği kalmadı. Her sene karşıma yeni bir problem çıkıyor. Bu sene de bu müzik sesi. Sabahın 05.00'ine kadar gözümüze uyku girmiyor komşumuz açık hava diskoteğinin kocaman hoparlöründen. Baslar o kadar açık ki, bizim ev yerinden sallanıyor. Harrison'la Henry eşleriyle beraber bu hafta geleceklerdi, iptal etmek zorunda kaldım. Kaymakam Bey’le konuştum biraz sesi indirdiler ama, yine evde duramıyoruz.’’
Saygısızlık oluyor
‘‘Buraya gelen milyarder dostlarımız bu küçük sokakta halı malı derken bir günde 200 bin dolar harcar. Bu kadar emekten sonra birileri gelip rahatımızı kaçırdı, bizi küstürdüler. O diskoteğin kapatılması önemli değil; düşüncede değişiklik olmalı. Ben o gürültüden keyfim için sıkıntı duymuyorum, Türkiye'yi dünyaya tanıtacak kişilere saygısızlık oluyor.’’
Yazının Devamını Oku