Paylaş
Sevgili eşi Mika'nın dünyaca kabul gören dekorasyon zevkinin hangi noktalara geldiğini gördük. Dünyanın bir numaralı ünlülerinden biri olarak yarım yüzyıldır nefessiz Türkiye için didindiği halde değil ‘‘Fahri Büyükelçi,’’ ‘‘Fahri Doktorluk’’ gibi payeleri vermek yerine onu görmezden geldik. Türkçe'yi biraz kırık konuştuğu ve Amerikan vatandaşı olduğu için ona ‘‘bizden değil’’ gözüyle baktık.
Başkan Bush Oval Ofis'te Ertegün'den akıl alıyor
Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşı, Lozan'daki temsilcisi, Türkiye'nin ilk Amerika büyükelçisi Münir Ertegün'ün Ankara 31 Temmuz 1923 doğumlu oğlu Ahmet bildiğiniz Ahmet'lerden değildir. Bu Ahmet çok ciddidir, çok dakiktir, çok prensiplidir, çok doğrudur, çok açık sözlüdür, çok mantıklıdır, çok gülmez, çok konuşmaz, çok ağlamaz, çok geç yatmaz, çok samimi olmaz...Bu Ahmet karşısıdaki kim olursa olsun siz diye hitap eder, sokağa tükürmez, cep telefonu taşımaz, şapka giymez. Bu Ahmet dünyanın en büyük plak şirketinin sahibidir, dünyadaki bütün devlet başkanlarının yakın arkadaşıdır, dünyanın en zengin işadamlarıyla içtiği su ayrı gitmez... Bu Ahmet her yıl 15 gün Bodrum Neyzen Tevfik Caddesi üzerindeki tepeden tırnağa yüzde yüz Türk malıyla yapılan, donatılan, Ağa Han ödüllü muhteşem malikánesinde tatil yapar. Kissinger'den Mick Jagger'a, Oscar de Renta'dan Bette Midller'a, Sting'den Dustin Hoffman'a, Rottshilds'lerden Rockfeller'a ne kadar can, arkadaşı varsa hepsini Bodrum'daki bu Türk oğlu Türk evinde yedirir, içirir padişahlar gibi ağırlar. Bu dünya zengini konuklar bir akşam çıkarlar çarşıya, o antikacı bu halıcı derken birkaç saatte birkaç yüz bin dolar bırakırlar Bodrum esnafına. Bu Ahmet ABD'nin 11 kişilik en önemli think-tank grubunun üyesi, 50 yıldır dünya müziğini yönlediren dev Atlantic'in patronu, Ahmet Ertegün'dür.
Dünya yarım yüzyıldır bu Türk oğlu Türk Ahmet'i konuşuyor ama, Türkiye Atatürk'ün hukuk müşavirinin oğlu bu Ahmet'in uluslararası gücünün gücünün hálá farkında değil. Mesela siz IMF'nin, Dünya Bankası'nın kapısında kredi almak için kuyrukta beklerken, bu Ahmet onların başkanlarıyla ailece tatil yapıyor. Mesela siz Beyaz Saray'da sıradan bir memurla görüşebilmek için taklalar atarken Başkan Bush Oval Ofis'te bu Ahmet'ten akıl alıyor.
Türkiye ile İsrail’in dostluğu için çok çalıştım
Geçmiş yıllarda Türkiye ile İsrail'in dostluğu için çok çalıştım, gide gele İsrail Cumhurbaşkanı'yla yakın dost oldum. O zamanlar iki ülke arasında sefir bile yoktu, 3. katip düzeyinde temsil ediliyordu. Yahudi lobisini bizim tarafa çevirmek için çok uğraştım ama bunun en doğrusu bizim ordu gerçekleştirdi. Bir politikacı kalkıp İsrail'le işbirliği yapalım demeye korkardı, burası Müslüman memleketi. Ama ordu, her zaman Türkiye için en iyisi yapıyor. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin iki büyük özelliği var: Birincisi, Atatürk'ün prensiplerini aynen koruyor, ikincisi Türkiye'nin iyiliğini diğerlerinden daha iyi anlıyor. Çok şükür dünyadaki öteki örneklerde olduğu gibi bizim generaller kendi menfaatleri için çalışmıyor. Bunun içindir ki bizim ordumuz hiç bir politikacının yapmaya cesaret edemediklerini yapıyor. Türk ordusunun bu kadar kuvvetli olması belki demokrasi prensipleri bakımından yanlış görülebilir ama Türkiye'yi anlamak lazım.
Kaza yapan aracı tamir ettirip Bodrum polisine armağan ettim
Yener bey, hiçbir zaman Türklüğümü kaybetmedim, biz Türk doğduk, has be has Türk'üz. Benim Türkiye'ye borcum var, onu hálá ödeyememiş olarak görüyorum kendimi.. Babamın mesleğinden dolayı 1,5 yaşından beri ecnebi memleketlerde büyüdüm. Babam her zaman bana ve kardeşlerime şöyle derdi; ‘‘Kendinizi mühim bir insan sanmayın. Burada yediğin ekmeğin, aldığın duşun parasını Türk köylüsü veriyor, ona borçlu olduğunuzu hiç unutmayın. Onlar bütün gün kan ter içinde çalışıp aldığı ekmeğin yarısını kesip Ankara'ya gönderiyor, biz o parayla yaşıyoruz. Onun için hepimiz onlara şükran borçluyuz.’’ Ben aldığım bu terbiyeyi hiç unutmadım, ölünceye kadar da unutmayacağım.
Mika görür görmez áşık oldu Bodrum'a, işte burası dedi. O tarihte o kadar sakindi, o kadar bákirdi ki. Bu evin önünde köylüler deve üstünde satış yaparlardı, yolu topraktı. Önümüzden denize girilirdi, köylüler de gelip denizde hayvanlarını yıkarlardı. Burası harap bir yerdi, sadece duvarları vardı. Mika 1810'dan kalma bir İngiliz haritası buldu, orada bu evin gerçeği gösteriliyordu. Adı ‘‘Ağanın Konağı’’ olarak yazılmıştı. Galiba 60 bin dolar para ödedim. O zaman Neyzen Tevfik üzerinde ne bir ticari yer vardı, ne lokanta, ne de marina. Buraya Türk, aşağıdaki deniz tarafındaki dükkánların olduğu yere eski Yunan tarafı derlerdi. Bu ev çok harap bir yerdi, Bodrum'un bütün nüfusu 8 bin kişiydi herhalde. Balıkçılar, süngerciler vardı, bir de solcu ressamlar, müzisyenler, şairler vardı. Kahvelerde onların çok hoş sohbetleri olurdu. Polisin otomobil bile yoktu. Buraya gelen yabancı bir kadın turist kaza yapıp arabasını bırakıp gitmiş. Ben o arabayı tamir ettirip yepyeni hale getirdim, Bodrum'un ilk polis aracı oldu. O zamanki polis müdürü Mustafa Yeşilova çok hoş bir adamdı, kafasına şerif şapkası koyardı.
Elvis'i 20 bin dolar için kaçırdım
1955'de bir gün baktım ki, bizim zenci Ray Charles'ın şarkısını beyaz bir çocuk söylüyor, Tenneesse'de küçük bir barda. Ama çok iyi söylüyor, country singer yani. Ondan bir şey olur diye gittik menajeri Albay Parker'a. 25 bin dolar teklif ettim. Düşünün, o zaman bizim şirketi 10 bin dolarla kurmuştuk. Parker benden 45 bin dolar istedi, çok hileci bir adamdı. Kimsenin tanımadığı bir şarkıcı için istediği rakam çok büyüktü vermedim, Amerikanın o zamanki en büyük şirketi RCA bastı parayı, aldı Elvis Presley'i. Bizde o kadar para yoktu, bankadan kredi almayı da düşünmedim. Onun gibi başkaları da vardı ama şans Elvis'e güldü. Bizim Atlantic'in 50 yıllık hikáyesini anlatan büyük bir kitap çıkardım, orada bizim hit'lerin hepsi var ama ondan on misli de plakları hiç satılmayan şarkıcı ve gruplar var.
Yarın: ALACAĞINI TAHSİL EDEMEYEN MOTOROLA TÜRKİYE’YE GELİR Mİ?
Paylaş