Yener Süsoy

Topraklarını kirleten AB için Türkiye bakir ülke

22 Temmuz 2002
Yalvaçlı Mumcu kardeşlerin ağabeyi Erkan politikada ne kadar hırslı, ne kadar azimliyse en küçüğü Mustafa da o kadar amansız bir doğa savaşcısı. 29 yaşındaki işadamının beş yıl önce Eğirdir Gölü'nden başlayan ekoloji yolculuğu, bugün ‘‘One Nature’’adıyla Antakya'dan Torbalı'ya, Şanlıurfa'dan Razgrat'a uzanır halde. Kuru fasulyeden kabuklu mercimeğe, keten tohumlu ekmekten maş fasulyesine, firik bulgurundan havluya, zeytinden bornoza, üzüm pekmezinden keçi peynirine, tarhanadan tavuğa, nar ekşisinden tişörte kadar. Ekolojik tarımın ne olduğunu anlamak için Torbalı'dan girip Bayındır dağlarına güneş tepemizde tırmandık da tırmandık. Türkiye'de ekolojik tarımın bu ilk deneme coğrafyasında doğal çilekler, kirazlar, sultani üzümler yedik. Burası Bayındır dağlarında eski adıyla Kavakalan, şimdiki adıyla Çınardibi. Güler yüzlü, ekolojik tişörtlü Mustafa Mumcu, başladı işin sırrını anlatmaya, diyet kola düşmanı vejateryan genel koordinatörü Figen Mertol tamamladı. Ziraat ve gıda mühendisleri Dr. Hakan Pamuk ile Birol Yayıkçı da üstüne cila yaptılar. Selam size ‘‘Karpuz kapuğu denize düşmeden yaz gelmez’’ demeyenler... Selam size doğayla savaş yerine barış yapanlar...


Bulgaristan’da bal üretiyoruz


Ne gariptir ki, doğal ürün yetiştirmek için bütün bir yıl ter döken çiftçi, kazandığı parayla oğluna plastik top, kızına plastik bebek, eşine plastik leğen alıyor.

- Babadan tekstilci olduğum halde 1995'de bu işe girmeye karar verdim. Çünkü o tarihlerde Eğirdir Gölü çevresindeki çiftçiler ilaçlı tarım yüzünden kanserden ölüyordu, hava kirliği de cabası. Konuyu araştırırken ortağım Orhan beyle tanıştık. Cebinde tek kuruş olmadan Almanya'ya gidip kimya mühendisliği tahsil etmiş. Sonraki yıllarda babasının Türkiye'den gönderdiği bir kamyon sarmısakla bu işe gönül vermiş. Erkan ağabeyim ve Orhan beyle Isparta'da uzun çalışmalar yaptık. Dört yıl önce de dünyanın dört yanından davet ettiğimiz ünlü ziraat uzmanlarıyla büyük bir ekoloji paneli yaptık. Onun sonucudur ki, şu anda Isparta'da 70 aile bizim için üretim yapıyor. Çalıştığımız çiftçilerin bir yıllık ürünlerini almayı garanti ediyoruz, ilgimizi üzerlerinden eksik etmiyoruz.

Memleketimiz Yalvaç'ta kurduğumuz ekolojik kurutma tesisinde bölgenin elma ve şeftalisi işlenecek. Bulgaristan'ın Razgrat orman köylerindeki çiftçiler bizim için ekolojik bal ile bizde olmayan orman ürünleri yapıyor. Yabanmersini, böğürtlen, ıhlamur ve akasya balları çok değişik. Türkiye'de ürettiğimiz çam ve kekik ballarını iç piyasaya verdik, Bulgaristan ürünleri ise gelecek yıl verilecek.

ORGANİK PAMUK

Yüzde 100 organik pamuktan üretilmiş boyasına kadar hiçbir kimyasal içermeyen ekolojik tişört, havlu, bornoz üretimimiz var. Nike için ürettiğimiz organik pamuk, Sanko'da iplik, Yeşim'de tişört oluyor. Organik pamukta tekiz; 7 bin ton yaptık bu sene. Bu ürünlerin özellikle Amerika'da inanılmaz müşterisi var. Doğal kök boyası kullanılıyor, vücut zehir solumuyor.

EKOLOJİK PEYNİR

Yakında ekolojik peynir üretmeye başlıyoruz, önce keçi sütünden yapacağız. Keçi, ormandaki çalılardan doğal beslendiği, üretiminde antibiyotik kullanılmadığı için çok doğaldır. Üretimimizin yüzde 80'ini başta Almanya olmak üzere Japonya ve Amerika'ya ihraç ediyoruz. Üretimin her aşamasından ambalajına kadar dünya standartında olduğumuz belgelenmiş durumda. Şu anda iç piyasadan karımız yok, ihracattan kazandığımızla yetiniyoruz. Kendi toprağını kirleten AB için tek zengin ve bakir ülke Türkiye. Topraklarımızın yüzde 50'sinde ekolojik tarım yapıldığını düşünün. Çiftçimiz zengin ve eğitimli olmuş, kente göç bitmiş, çocukları en güzel okullarda okuyor. Ülkenin total kalitesi yükselmiş, kentte ne varsa köyde de o var. Böyle bir Türkiye, inanın ancak ekolojik tarımla gerçekleşecek, lütfen uyanalım.

Domatesin firesi 1’e 20

20 kilo domatesten 1 kilo domates suyu, 11 kilo elmadan 1,5 kilo elma suyu çıkıyor. Fiyatların biraz yüksek görülmesinin bir nedeni de bu.

Çınardibi'ndeki 70 yıllık bağlarda susuz tarım yapılıyor. Sulama olmadığı için hastalık riski yüzde 60 daha az. Sadece bordo bulamacı ve kükürt kullanıyoruz.

Üzüm uzun süre dayanması için 100 litre suya 1 litre zeytinyağı ve kül eklenerek hazırlanan karışıma bandırılarak sakız çalıları üzerinde kurutulur. Dalından koparıldığı halde 3 haftada kurur.

Doğal kurutulan kayısı karamelize olmasından dolayı koyu kahverengi olur. Kanserojen olan kükürtle kurutulan kayısı ise sarı renktedir.

Ürünlerin kurtlanmaması için dünyada kullanılan son teknik araç korbondioksit tankı Türkiye'de sadece bizde var, Avrupa'da da ancak dört firmada. Öteki şokma tekniklerinde lavralar öldürülemezken, bu yöntem onları basınçla patlatıp ışıkta üremelerine engel oluyor.


Tarım bakanının yediği bal gibi hormonlu


Eski bir yağ fabrikatörünün oğlu sevimli gıda mühendisi Dr. Hasan Hakan Pamuk, doktora tezinin konusu olan Bayındır dağlarındaki üzüm bağlarında kızgın güneşe aldırış etmeden su gibi çağlıyor.

- Tarım Bakanımız bir basın toplantısında hormonlu ürünleri gözümüzün içine baka baka yedi. Çünkü çiftçi ürününü satamazsa kabak sayın Tarım bakanların başına patlıyor. Hormonlu ürünlerin sakıncaları ortaya çıkınca sıkıntı çiftçiye yansıdı, oradan da bakana. Sayın Bakan günü kurtarmak amacıyla ‘‘Hormon filan yok’’ dedi ama, bal gibi hormonlu. Hormon belki kanser yapmıyor ama, doğal olmayan bir şeyi yiyorsunuz. Peki, üzerindeki ilaçları ne yapalım, esas tehlike onlar. Hastalığa, zararlıya karşı kullanılan ilaçlarda ‘‘Hasat süresi 7 gündür’’ yazılıdır. Bu, ‘‘Uygulamadan ancak 7 gün sonra hasat edebilirsiniz’’ demektir. Bizim çiftçimiz farkında olmadan atıyor ilacı, yükselen piyasaya mal yetiştirmek için iki gün sonra da hasat yapıyor. Hepsi kanserojen olan bu ilaçlar vücudumuza direkt giriyor.

TARIMIN EKSİKLERİ

Bakanlıkla görüşüp ekolojik ilaç ithal etmelerini, bu konuda tek yetkilinin de kendilerinin olmalarını söyledik.

Tarım Bakanlığı'nın her ilçede teşkilatı var, yeterli elemanı yok, hele ekolojik tarımı bileni. Bir acı gerçek de, ülkemizde bir üründe hormon, ilaç kalıntısı olup olmadığını belirleyecek Avrupa'ya akredide tek bir laboratuvar olmayışı. AB ülkelerinde satılan bebek gıdalarında ekolojik ürünler kullanılması yasal zorunluk. Ekolojik olarak satılan ürünlerin etiketinde sertifika veren kuruluşun logosu ve ürünün lot numarasının mutlaka arayın.

EKOLOJİ SERTİFİKASI

Bizde bazı ürünlerde ‘‘natürel, hormonsuz’’ gibi ifadeler yer almaya başladı, kanmayın, bunlar göz boyama. Bir ürünün hormonsuz olması onun ekolojik olduğunu göstermez. Sertifikalı gerçek ürünlerde zaten hormon yok. Meyveler, sebzeler insanlar yesin diye ürün vermez Yener bey, hepsinin ortak amacı kendi nesillerini devam ettirmek. Çekirdeksiz karpuz üretirseniz onu sonsuzluğa mahkum etmiş olursunuz.
Yazının Devamını Oku

Hindistan'da da dana eti yenir

16 Temmuz 2002
Hindistan Büyükelçisi Aloke Sen, arkadaşımız Yener Süsoy'a Hindistan'da da dana eti yendiğini söyledi. Geleneksel Hint mutfağının özünün kokulu baharatların kullanılması olduğunu belirterek pirinç ve balığın sofradan eksik olmadığını vurguladı. Büyükelçi Aloke Sen, dana etinin az yenmesini, dini tercihlerden çok geleneksel tercihlere bağladı.


Hindistan, modern Babil Kulesi


Hindistan'a Canlı Babil Kulesi diyesi geliyor insanın.

- Çok doğru, düşünün ki anayasada tanınan 15 ulusal dil, bunlara ait 1600 lehçe var, buna 900 milyonluk nüfusu da ekleyin. Din, bir hayat tarzıdır ve geleneklerimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Laik Hindistan, Hindu, İslam, Hristiyanlık, Jainizm, Sihizm ve öteki sayısız dini geleneğe ev sahipliği yapar. Hindu en yaygın dindir ve nüfusun yüzde 80'ini oluşturur, toplumumuzun ayrılmaz bir parçası olan Müslümanlar da önde gelen büyük dini gruptur. Hinduizm'in bir kurucusu ya da kutsal kitabı yoktur, tek bir ilaha tapınmayı öngörmez. Bir Hindu, Shiva, Vishnu, Rama, Krishna veya başka tanrı ve tanrıçalara tapabilir. Veya her ferdin içinde yer alan Yüce Ruh'a, Yıkılmaz Ruh'a inanabilir ve hálá Hindu olarak anılabilir. Bir yanda Nihai Gerçek yolunda bir arayış, öte yanda ruhlara, ağaçlara ve hayvanlara tapan mezhepler vardır. Hinduizm'da yalnız tanrı ve tanrıçalarla ilgili değil, güneş, ay, gezegenler, nehirler, okyanuslar, ağaçlar ve hayvanlarla da ilgili festivaller vardır. Hinduizm için en önemli tanrı ve tanrıçalar sırasıyla, yaratıcı, koruyucu ve yok edici olarak bilinen Brahma, Vishnu ve Shiva üçlemesidir.


Balık ve pirinçten vazgeçilmez


Hindistan Büyükelçiliği'nin Hindistan'ı hiç görmemiş 27 yıllık Türk emektarı Artvinli Fuat bey tam yemek servisine başlamıştı ki...

- Bizim soframızda dana eti bulunmaz ama, Hindistan'da dana eti yiyenlerin sayısı az değil, Yener bey. Dana eti yenmemesinin nedeninin dini nedenlerden olduğundan pek emin değilim, bu bir kişisel seçim. Babam, dedem yemediği için aile geleneği olarak biz de yemiyoruz. Amu bunu yiyenlere hiçbir engel yok, kimse ayıplamaz. Belki de Hindistan başta ziraat ülkesi olduğu için herkese yeterli et olmayacağı endişesiyle böyle bir gelenek gelişmiş. Bizim soframızdan balık ve pirinç hiç eksik olmaz. Basmati pirinci Pencap'tan geliyor, başka türlü yapamayız. Zencefilli yoğurt da çok güzel olur. Geleneksel meyvemiz mango da çok özeldir, suni değil direkt güneşle yetişiyor. Güzel Hint yemeğinin özü, kokulu baharatların doğru kullanımından geçer. Bu baharatlar aperatif ve hazım kolaylaştırıcı olarak kullanılır. Bunun dışında Ghee ve Curd gibi süt ürünleri de temel malzeme olarak kullanrılır. Ayrıca mercimek de Türkiye gibi bizde de çok yaygındır. Portekizliler, Farslar ve İngilizler Hint mutfağına önemli katkılar yapmış. Çoğu Hindu bugün et yese de, Hindu vejeteryan geleneği bizde çok yaygındır.


Hiç rakı içmedim, Türk kahvesine ise dayanamam


İstanbul'u çok seviyorum, gerçek bir dünya şehri. Özellikle sabaha karşı Boğaz köprüsündeki görünüm muhteşem oluyor. Biz Hintliler kalabalıkları severiz, köy hayatı bize göre değil.

Bugüne kadar hiç rakı içmedim, sert geliyor ama, Türk kahvesi içmediğim gün olmaz, doyamam.

Matematikten çok korkarım, en büyük hobim küçük hikayeler yazmak ve fotoğraf çekmek.

Yoganın faydalarına çok inanırım, her gün mutlaka eşimle birlikte yarım saat yaparız.

Ben Kalküta'da ekonomi okudum, İngiliz Edebiyatı master'ı yaptım. Eşim ise ziraat ve tarih okudu, Kanada'da da gazetecilik master'ı yaptı.
Yazının Devamını Oku

İnek Şaban hayranı büyükelçi

15 Temmuz 2002
1919'da İngilizlerin Trakya ve Anadolu'da Türk çoğunluğuna sahip toprakları Osmanlının elinden almama sözünden dönmesine isyan eden ülkedir Hindistan. Türklerin rencide edilmesine seyirci kalmaz, Hindusuyla, Müslümanıyla el ele verip yardım toplar ve Türkiye'ye yollar. Daha sonra Atatürk bu paranın bir bölümünü İş Bankası'nın kuruluş sermayesine katacak, geri kalanını ise Meclis'in inşaatı ve asker eğitimine ayıracaktır. Ve gün gelecek Atatürk, ‘‘Yüce Ruh’’ Mohandas Karamçand Gandi'ye Hindistan'ı kurtarmada önder olacaktır.

Aloke Sen işte bu Bağımsız Sosyalist Laik Domokratik Hindistan Cumhuriyeti'nin 42 yaşındaki 20'nci Ankara Büyükelçisi. Türkçeyi anadili gibi konuşan Aloke Sen ve eşi Reeta Goomtu'yla Denizli'de tanıştık, Ankara'da buluştuk. Sefir bey eşiyle UFO dünyasının Türk hamisi Nuri Sözkesen'in tekstil fabrikalarını gezerken ‘‘Ankara'daki tek Hint lokantası bizim ev, en iyi aşçı da benim, gelin de görün’’ demez mi? Ver elini Ankara'nın ünlü Botanik Parkı'na tepeden bakan Hindistan Büyükelçiliği, merhaba Hindistan.

Aloke-Reeta Sen çifti Kalküta doğumlu, ünlü şair Tagor'un hemşerileri. Kızları Ronjaboti ile oğulları Ritoban şimdilik Hindistan'da yaşıyor. Türk hayranı Bengalli büyükelçi, diplomasiye ilk adımını 1978'de Ankara'da 3'üncü kátip olarak atmış. Bu arada Türkçe dersleri almış, Türkiye'yi dolaşmış ve kendi isteğiyle 6 ay önce Ankara'ya büyükelçi olarak atanmış. Görünen o ki, sefir bey ile sefire hanım tam birbirini bulmuş. İkisi de güler yüzlü, ikisi de tatlı dilli, ikisi de baklava tutkunu. Var mısınız, ‘‘32 kısım tekmili birden Türkçe sözlü-Hintçe şarkılı Avare’’nin unutulmaz yıldızları Pritviraj Kapoor ile Nergiz'in anavatanlarını tanımaya? Merak etmeyin, Sen çiftinin kendi elleriyle hazırladığı Hint yemekleri hepimize yetecek.


HİNDİSTAN İLE TÜRKİYE, İLETİŞİM ALANINDA NİYE EL ELE VERMİYOR


Diplomatların ne düşündüğünü öğreniyoruz ama, ya sokaktaki Hintli nasıl biliyor Türkiye'yi?

- Hintliler, Türkleri çok sever ama, çağdaş Türkiye hakkında bilgileri çok az. Sokaktaki Hintliye Türkiye'yi sorduğunuzda aklına önce Osmanlı, Atatürk gelir. İstanbul'un çok romantik olduğunu, laik Türkiye'nin Asya-Avrupa arasında çok önemli bir rol oynadığını biliyor. Nazım Hikmet, Hindistan'da en popüler Türk şairidir. 1970'lerde Türkiye'den sonra atandığım Bangladeş'de Nazım Hikmet'in birkaç şiirini tercüme ettim, gazetelerde yayınlandı. Yılmaz Güney de çok sevilir, festivallerde gösteriler filmleri çok izlenir. Ayrıca Mevlana ile Nasrettin Hoca fıkraları çok popülerdir. Ama bugünkü modern, aydın, tipik bir Avrupa ülkesi konumunda olan Türkiye'yi bilmiyor. Aynı şekilde Türkiye'de de Hindistan denince akla ilk gelen mihrace, fil, yoga oluyor; bunlar doğru ama, bir de dünyanın en büyük 4. ekonomisine sahip çağdaş bir Hindistan var. Hindistan iletişim teknolojisinde dünya çapında mükemmel bir güce sahip. Bilgisayar konunusunda uzmanlığımızı bugün bütün dünya kabul ediyor. Bu konularda neden iki dost ülke olarak el ele vermiyoruz? Bu ticari işbirliği aslında fiyat bakımından da size çok ucuz gelecek. Japonya ve Amerika'dan sonra kalite olarak bir de bize bakın. Hindistan Türkiye için henüz tam olarak keşfedilmemiş bir ülke. Hintli turist Türkiye'ye direkt uçak olmadığı için çok gelemiyor. Aslında Türkiye Hintli turistler için de çok cazip, bir cennet. Hindistan'a göre özellikle restoranlar biraz pahalı ama, Avrupa'ya göre ucuz sayılır.


SICAĞA KARŞI HİNT SAVUNMASI


Cebinizde kuru soğan taşıyın


Ankara sıcaktan yanıyor, Ankara'daki büyükelçi beyaz ulusal giysileri içinde tiril tiril.

- Türkiye'deki sıcaklar bizim için anormal değil, Hindistan'da yaz gerçekten öldürücü sıcaklarla geçer. Kimileri sıcağın etkileri azaltmak için acı biber yer. Ayrıca bizde yetişen yeşil mangodan yapılan şerbet serinleticidir, vücut sıcaklığını normale düşürür. Aynı şekilde bol bol yoğurt yeriz, çok su içeriz, tuz tabletleri alırız. Benim doğduğum kentte acayip sıcak bir rüzgar olur, insanı kavurur. Böyle günlerde büyükler, kurtalarının ceplerinde kuru soğan taşır. Gerçekten kuru soğan sıcaklığı alıyor, iki ayrı cebe konan soğanlar akşama kadar kupkuru olur. Bizde Ayurdveda sistemi var, gerçekten çok büyük bir alternatif tıp bilimidir.
Yazının Devamını Oku

Yabancı sermaye turizmde şart

9 Temmuz 2002
<B>Sahillerimiz inşaat çöplüğüne dönmesin</B> Taşar dostumuzun bunları duyunca yine küplere binecek, yine perhizini bozacak.

- Bodrum'u hep ikinci bir St. Tropez olarak hayal ettim, bundan asla vazgeçmeyeceğim. Bu bir hayal değil, olmaması için hiçbir neden yok. Bodrum'u dünyaya tanıtabilmek için yıllarca Halikarnas'tan kazandığımın tamamına yakınını harcadım. Dünyanan dört bir tarafından en ünlü gazetecileri, yazarları, yıldızları uçağından yat gezilerine kadar her şeyiyle ağırladım. Yener bey, İkinci Turizm Şûrası'nda 50 milyar doları hedefleyen Sayın Taşar'a bütün kalbimle katılıyorum. Gerçekten Türkiye'nin layık olduğu yer orasıdır, hatta üstüdür. Ne var ki, Turizm Bakanlığı'nın küçültülmesi görüşüne asla katılmıyorum. Tam tersine, Turizm Bakanlığı öncü ve örnek konumuyla çok daha aktif bir şekilde özellikle turizmdeki 2. atılım projesinin altyapısını yapmak zorunda. Altyapı hazırlanmadan başlanırsa turizmde inanılmaz bir kaos ve yapılaşma felaketi yaşarız. Kemer-Antalya master planı Dünya Bankası tarafından yapıldı, sonuç gerçekten muhteşem oldu. Bakanlık yetkilerini mahalli idarelere devredip, çok ciddi denetimde yapmazsa sahillerimiz inşaat çöplüğüne döner. Yabancı sermayenin turizm yatırımların içine girmesi de kesin şart. Mesela İspanya'daki yatırımların yüzde 80'inde Alman, İngiliz sermayesi var. O ülkede bir bomba patladığında İspanyoldan önce Alman ya da İngiliz koşuyor kendi medyasına, ‘‘Aman bu haberi koyma, otellerimiz mahvolmasın’’ diye. Yabancı sermaye ayrıca turizme istikrar da getirir. Adam kurduğu tesisi çantasına koyup gizlice kaçıracak değil ya. Biz elimiz yüreğimizde ‘‘Amerika Saddam'a saldırırsa ne yaparız?’’ diye kara kara düşünüyoruz. Laf aramızda, galiba Bush bize kıyak yaptı, saldırı için turizm sezonunun bitmesini bekliyor. Yener bey, ‘‘Buraları bize Allah verdi, nasıl olsa turist gelir’’ düşünceyle turizm yapılmaz. Asla ve asla yurtdışı tanıtım bütçemizi 500 milyon doların altına düşürmememiz lazım.


İngiliz sarhoş olur, Alman içer, Türk bakar


- Yabancı müşteri kendi eğlencesine bakar, etraf onu hiç ilgilendirmez. Alman çok içer, İngiliz çabuk sarhoş olur. Yerli müşteri ise etrafına bakar, kendini tam anlamıyla eğlenceye veremez. Türkler sarhoş olmaz, sarhoş eder. Rahmetli Zeki Müren'in evi diskoteğimizin tam karşısındaydı, yeni bir albüm çıkarmadan önce buraya gelip yüksek sesle dinlerdi. Şarkıları geceleri çaldırıp diskodaki insanların tepkilerini alırdı. Bir gün bana ‘‘Yahu buraya gelince kuzu gibi edebimle oturuyorum, ne var ulan sende?’’ dedi. Önümüzdeki eylülde onun adına yakışır büyük bir gece yapacağım.


7 milyon dolarlık disko


Halikarnas 3 dönüm üzerine kurulu, 5 bin kişi kapasitesi ve kendine özel tarzıyla dünyanın ilkleri arasında. Kadrolu 25 kişilik animasyon, dans grubuyla her gece sürekli şov yapan dünyada başka disko yok. Yeni aldığımız 25 watt gücündeki Argon lazer dünyanın en güçlü ışık cihazı. Bim dediğimiz kırılmadan tek ışık olarak 25 mil gidiyor, mesela Kos'u geçiyor. Halikarnas'ı yeniden yapmaya kalksanız 7 milyon dolardan aşağı çıkmaz.


İNGİLİZ GELİN JANINE’İNSÖZLERİNEKULAK VERİN


Müzik yasağı Bodrum’u mahvetti


1976 doğumlu Janine, bilgisayar mühendisi babası 1989'da Bodrum'a yerleşmeye karar vermiş. Emekli emniyet müdürü ve savaş pilotu kayınpederini de alıp hep birlikte Gümbet'e gelmişler. Yıllar sonra genç hemşerileri gürültü kirliliği yapmaya başlayınca Turgut Reis'e göçmüşler. Turizm eğitimli eski tur operatörü Janine geline kulak verelim.

Türkiye'nin 5 yıldız standartı dünya standartlarıyla aynı değil. 5 yıldızlı tesis bekleyen turist buraya geldiğinde şok oluyor, ülkesine döndüğünde tazminat davası açıyor.

Çalışmak için dışardan gelen erkek gözünden belli oluyor. Bunların kadınlara karşı öyle rahatsız edici bakışları var ki. Gümbet'te tatil yapan İngiliz aileler 16-18 yaşından küçük kızlarını geceleri sokağa çıkarmıyor. Gözle, elle tacizler nedense bu yıl maalesef çok çoğaldı. Sokaklarda yeterli polis kontrolu olmadığından çok şikayet ediliyor.

Karakola başvuran yabancılara genellikle yakın ilgi gösterilmediğini kendimden de biliyorum.

Mısır'da turist otobüsü tarandı, turistler öldürüldü ama, Türkiye'de kasten oldürülen yabancı turist yok. Buna rağmen Londra'da sokakta birine ‘‘Mısır mı daha tehlikeli, Türkiye mi diye?’’sorsanız, Türkiye der. Çünkü Mısır o olaydan sonra bütün dünyada müthiş bir kampanya yaptı, birkaç ayda imajını değiştirdi. Türkiye ise hiç hakkı olmadığı halde hep geçmişte yaşanan kötü olaylarla hatırlanıyor. Buna bir İngiliz olarak ben bile isyan ediyorum.

Bodrum'u bütün dünyaya tanıtan plajları değil, kendine özgü gece eğlence hayatı oldu. O meşhur müzik yasaklı günlerden sonra bu imaj düştü, şimdi neredeyse yok olacak. O yasaklı günleri yaşayan turistler ülkelerine dönünce açtıkları tazmint davalarını kazandı, acentalar mahvoldu.
Yazının Devamını Oku

'Mick Jagger Bodrum'dan ev alamadı'

8 Temmuz 2002
Bodrum'un ünlü Halikarnas Diskosu'nun sahibi Süleyman Demir ilk kez konuştu:<br><br>"Bodrum turizmi hala can çekişiyor. Yol, su, elektrik, hala hayati sorun. Jeneratör kullarıyoruz."<br>"Bu yıl taciz olayları arttı. Mağdurlar örtbas edilir diye şikayetçi olmaktan korkuyorlar." Yener SÜSOY

Masamız, Süleyman Demir'in Ayfer Feray Sokak'ta yüksek duvarlarla çevrili tripleks villasının yüzme havuzuna bakan verandasına kurulu. Sol yanımda görür görmez aşık olduğu, aylarca peşinden koştuğu çiçeği burnunda eşi Janine oturuyor. O güzeller güzeli Galli gelin ki, güzeller güzeli Türkçe konuşuyor. Hem de doğup büyüdüğüm Fatih'in eski güzelliklerini bana anlatacak kadar. O güzeller güzeli gelin ki, Serap kadar güzel imambayıldı, Berrak kadar güzel mantı yapabiliyor. Halikarnas Disko'nun lazerleri gökyüzünü bıçak gibi kesmeye başlamıştı ki, cevap geldi sağ yamacımdan: ‘‘Yener bey, baba dediğin adam kola mı satar Allahaşkına, ben Cevat Şakir'in sözüne uyup öbür dünyada nur içinde yatacağına, Bodrum'da nur içinde yaşamaya çalışıyorum.’’ Dünyaca namlı, Bodrum'la özdeş Halikarnas Disko'nun yıllardır özel yaşamını gizleyen sahibi, turizmci Süleyman Demir, Diyarbakır Maarif Koleji ve Marmara Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Babası Mehmet Demir, Diyarbakır'ın ünlü Turistik Palas ve Demir otellerinin sahibi. Bunlara bir de tartışması bitmeyen Ataköy'deki Demir Tatil Köyü'nü ekleyin. Bay Halikarnas'ın bir ayağı Bodrum'da, bir ayağı Moda'da, bir ayağı ise Londra'da. Ünlü Harrods'un bitişiğindeki büyük apartmanda onun da dairesi var. Sözün kısası, bu hafta da bir bilinmeyeni daha çözeceğiz, anlattıklarına çok şaşıracağız ve muhtemel ki yine ders almayacağız.


CİNSEL TACİZ OLAYLARI GİDEREK ÇOĞALDI


Bodrum'da bir Bodrum var, Bodrum'dan içeri.

- Bodrum turizmi kan ağlıyor, can çekişiyor, Hürriyet duymayanlara duyursun. Bodrum'da yol, su, elektrik, hálá hayati sorun olmaya devam ediyor, hepimiz jeneratör kullanıyoruz. Gördüğünüz gibi sokaklardan kanalizasyonlar akıyor. Bodrum Belediyesi'nin bütçesi hiçbir zaman bu sorunları karşılayacak güçte olmadı, olmayacak. Gerçek 5 yıldızlı yeni tesisler devreye girmezse şu andaki ‘‘sandviççi turizmi’’ birkaç sene daha gider ve biter. Bodrum'da özellikle bu yıl çok sayıda ve ileri boyutta cinsel taciz olayları yaşanır oldu. Özellikle İngiliz tur operatörleri, bu konuda büyük sıkıntı içinde olduğunu eşim İngiliz olduğu için yakından biliyorum. İşin kötüsü böyle olaylara maruz kalanlar, örtbas edilir kanısıyla emniyete şikayetçi olmaktan korkuyor. Bunlara yapanlar asla ve asla yerli halktan değil, yabancılar. Bodrumlunun korkunç bir hoşgörüsü vardır; dışa, değişime çok açıktır. Bodrum'un adını kirletenler çalışmak için dışardan mevsimlik gelenler. Yabancılar bir de ayakçılardan çok şikayetçi. Adamlar yoldan geçen herkesi müesseselerine çekmek için kollarına yapışıyor, girmezlerse arkalarından küfür ediyor. Bazı yerlerde de kazık atma olayları var maalesef. Londra'dan daha büyük hesap ödenen yerler var. Vur-kaç çalışan paparazzilik yerler de Bodrum'u istismar ediyor. Bir de taksiler felaket pahalı, New York buranın yanında ucuzluk cenneti.


Yabancılar mülk edinebilmeli


Şu anda Bodrum'a gelen turistlerin büyük çoğunluğu gelir düzeyi düşük, hatta işsizlik sigortasından para alan İngilizler. Düşünün, Bodrum'da bir haftalık tatil, uçak dahil 100 pound, olacak şey mi!.. Üçüncü yaş turizmi Bodrum için de çok önemli, tesisler kış aylarında boş yatıyor. Yabancıların mülk edinmelerini engelleyici yasaklar hálá tümüyle kalkmadı. Bu arada Bodrum'dan Gökova'ya kadar olan bölgenin doğal sit ilan edilmesi akıl almaz bir karar. Bir de uygulama yanlış olursa işte o zaman Türkiye'nin cennet sahillerin bir manası kalmayacak. Doğal sit olma kuralları İsviçre yasalarında çok ayrıntılıyla işlenmiş. Ağaç türlerinden toprağa kadar birçok özellik aranıyor. Bu nitelikler aranmadan Anıtlar Kurulu bu kararı alelacele aldı. Turistik tesis zaten çevreci olmak zorunda, aksi mümkün değil ki. Yalıçiftlik projemiz içindeki bana ait ve tahsisli 519 dönüm alana 100 küsür bin ağaç diktirdim.


Mick Jagger, yasaklar yüzünden ev alamadı


Mick Jagger çok yakın arkadaşımdır, ona burada ev alacaktık yasaklar yüzünden olmadı. Prenses Carolin'den Prenses Ann'e, Henry Kissinger'den Dustin Hoffman'a, Sting'den Michael Caine'e kadar geniş bir konuk yelpazem var. Bette Midler burada sahneye çıktı, Valentino, Ferre yaş günlerini burada kutlarız.


Ertegün gibi Bodrum tutkunlarını küstürdük


Ahmet Ertegün, Erol Simavi gibi tutkunlarını küstürdü Bodrum. Türkiye gibi Bodrum da Ertegün'ün kıymetini bilemedi. Adamcağız yıllar önce benim yanımda belediyeye 100 bin dolarlık bağış çeki yazdı, paranın nereye harcandığını bilemedi. ABD’den 300 bin dolarlık çok modern iki ambulans gönderdi. Ertesi yaz Türkiye'ye geldiğinde gördü ki ikisi de tepe lambalarına kadar soyulmuş.
Yazının Devamını Oku

Cem Yılmaz, meddahın günümüze uyarlanmışı

2 Temmuz 2002
Tam 55 yılını Türk tiyatrosuna adayan Gazanfer Özcan, Yener Süsoy'a genç sanatçılar arasında çok kabiliyetlilerinin olduğunu söyledi. Televizyonun seyirci üzerinde çok etkili olduğuna dikkat çeken Gazanfer Özcan, Cem Yılmaz'ı geleneksel meddahların günümüzdeki temsilcisi olarak niteledi.


Çapkınlığa doydum


Pek bilinmez, Gazanfer Özcan ile Gönül Ülkü, birbirlerinin ikinci eşleridir. Gazanfer Özcan'ın ilk eşinden olan Fulya'nın 18 yıldır Gazanfer Ündüz'le evli ve Tarık adlı oğulları var. Gönül Ülkü'nün ilk evliliğinden Kılıç adlı bir oğlu vardır. 51 yaşındaki Yüksek Kimya Mühendisi Kılıç İngiltere'de yaşıyor ve İngiliz eşinden Sinan ile Ayşe adlı iki çocuğu var.

- Evleninceye kadar çok bol çapkınlık yaptım, net 10 sene, doydum. Bu konuda çok şanslıydım, yakışıklı arkadaşlarımın başaramadıklarını ben başardım. Bu başarımda kuvvetli çenemin de etkisi var ama, ben bu işin reklamına çok inanırım. Eğer insan güzel, cici bir hanımla flört ederse, diğer hanımlar kendiliğinden teslim olur.

Sana bir sır daha vereyim, aşk uğruna bir kere intihara teşebbüs ettim. Ne yapacağıma karar veremedim, aptal gibi bir avuç ilacı yuttum ama, kurtardılar. Dünyada intihar kadar saçma bir şey var mı, sersem kafa. Gönül'le evlendiğim 30 yaşıma kadar çok hareketli bir hayat yaşadım. Gönül'süz iki saat bile kalmaya hiç tahammülüm yok, artık onunla yek vücut olmuşuz. Sahnede en büyük keyfim Gönül'ü güldürebilmektir, fakat ne gariptir ki, onun güldüğü şey oyuna mal edilir, seyirci yerlere yatar. Bunlar kendi aramızda olur, kimse yaptıklarımızı fark etmez.


Kabiliyetli gençler var


Bir komik kendinden başka komiği komik bulur mu?

- Cem Yılmaz'ı sahnede hiç seyretmedim, zaman zaman televizyonda görüyorum. Ben onun yaptığını bizim geleneksel Meddah'ın günümüze adaptesi olarak düşünüyorum. Yapılan stand-up'ların belirli bir konusunun olmaması bana ters geliyor. Seyirci televizyon gibi çok etkili bir araçla o kadar şartlandı ki. Ayrıca espri anlaşıyışı da değişti, geçmişi sürdüren sadece biz kaldık. Bir de eşyalı, aksesuvarlı komiklikler çok gündemde. Bu kabiliyetli gençler keşke daha mütevazı, daha eleştiriye açık, daha kendi kendilerine gülmeyen insanlar olsa.
Yazının Devamını Oku

Rahmetli Bedia Muvahhit'i fare yüzünden kovaladım

1 Temmuz 2002
4 Temmuz 2002 Perşembe gecesi saatler 21.00'i gösterdiğinde Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nu dolduranlar, Kültür Bakanı İstemihan Talay'la birlikte ayağa kalkacak. Yavaş adımlarla sahneye gelen smokinler içindeki kısa boylu, güleç yüzlü, vakur, esmer adam, misafirlerini selamlayacak. O adam, 1962'de sevgili Gönül'üyle Şehir Tiyatrosu'undan istifa edip Fırıldak İsmail'in Küçük Opera'sına kendi adlarını yazdırdı. O adam, Goril Avni'nin Gedikpaşa'daki Azak'ından Hodri Meydan'a, 21 yılını verdiği Ümit Tiyatrosu'na damgasını vurdu ve son beş yıldır da Mecidiyeköy'dedir. O adam, 71,5 yıllık ömrünün 55 yılını tiyatroya adayan Gazanfer Özcan'dır. Etiler'in Ulus yamaçlarında mütevazı bir sitenin mütevazı bir apartman dairesinin, masa vantilatörlü mütevazı salonu. Gönül hanım kendi eliyle yaptığı ıspanaklı, kıymalı böreklerin yanında çay hazırlamış. Fulya-Gazanfer-Tarık üçlüsü de geldi mi, Hüsnü beyin keyfine diyecek yok. Hey gidi dünya, yarım yüzyıl ömür verilen tiyatro, onlara sıradan bir klimayı bile çok görmüş. Belki de oyuncu haftalıklarını saniyesinde ödemelerinin ya da reklamlardan, filmlerden, dizilerden kazandıklarını kuruşuna kadar tiyatroya yatırmalarının bedeli bu. Ne geçen yıl dört damarı yenilen kalbi, ne de diyabeti söz geçiriyor ‘‘ustalar ustası’’nın sahne aşkına.


İYİ NİŞANCIYIMDIR, ATTIĞIMI VURURUM


Kim der ki, Gazanfer Özcan gibi munis, yumuşacık, Osmanlı beyefendisi bir adam...

- 1969'dan beri ruhsatlı 2 silah taşıdığını kimse ailem dışında kimse bilmez, ilk sana açıklıyorum. Birisi 38'lik Smith Wesson Magnum, öteki ise özel kabzalı 7.65 Kırıkkale. Eskiden turne için Ankara'ya gittiğimizde polis poligonunda atış yapardım, iyi nişancıyımdır. 50 metreden tıraş fırçasına, şişeye, küçük aynalara, hareketli balonlara ateş ederdik. Geçmişte birileri bana tehditkár konuşma yaptığı için bir güvence diye almak zorunda kaldım silahları. Aile içinde o kadar çok polis vardı ki, çocukluğum silahla oynamakla geçti, belki onun tesiri de olmuştur. 12 Eylül öncesinde Şişli'deki tiyatrodan Gayrettepe'deki eve parmağım tetikte gidip geldiğim çok oldu. Bir prova yaparken gelen dört genç, benimle özel görüşmek istediklerini söyledi. Bana ‘‘Biz buralarda vatan millet uğruna çalışıyoruz. Bir arkadaşımız Aksaray'da adam vurdu, onu polisten kaçırmak zorundayız, bize 150 bin lira lazım’’ dediler. Silahım çekmecede ama, hiç belli etmedim. Sert bir sesle ‘‘Benim öyle bir param yok, salı günü arkadaşların haftalığı verilecek, eğer o güne kadar getirseniz olur’’ dedim. Çok tuhaf baktılar yüzüme, sonra parayı aldılar ve vallahi tallahi salı günü getirdiler. Silahlarımı yanımda taşırım ama, bugüne kadar hiç kullanmadım, Allah bundan sonra da kullanmayı göstermesin.


BİR ALLAH’TAN, BİR DE FAREDEN KORKARIM


Kim der ki,Gazanfer Özcan gibi munis, yumuşacık, Osmanlı beyefendisi ve çifte tabancalı bir adam...

- Allahtan sonra hayatta tek korktuğum faredir, bu sırrımı da ilk defa açıklıyorum, inşallah birileri bana muziplik yapmaz. Şehir Tiyatrosu'nda ‘‘Hamlet’’ oynanıyor, bizim Toron Karacaoğlu, uzun etekli, belinde gerçek bahriye meçi var. Ben ona gülerken birdenbire eteğinin altından yapma bir fare çıkardı. O anda kendimi kaybedip belindeki meçi çekip Toron'un arkasından fırlattım. Allahtan köşeyi döndü de, meç tahtaya saplandı. Bu fobimin çocukluktan kalma bir sebebi var Yener'ciğim. 6 yaşında filandım, Cihangir'deki evde yalnız başına otururken yanıma koskoca bir fare geldi. Kışt dedim üstüme geldi, hemen iskemleye çıktım. Oradan bana bana dişlerini gösterip dakikalarca tısladı. Bu bende yer etti, Yıllar geçti, 13 yaşında filanım Tepebaşı'nda oturuyoruz. Karartma yapıldığı bir gece sinema dönüşü karanlıkta merdivenleri çıkarken yumuşak bir şeye bastığımı hissettim. Basmamla bir şey cak etti ve ben bittim. O yumuşaklığı bugün bile unutamam. Farenin resmine bile bakamam, görsem vallahi ateş ederim, onun için kimse bana fareli muziplik yapmasın. Azak'ta Aşk Çorbası'nı oynuyoruz, birdenbire koca bir fare çıktı ben ‘‘Allah ’’ deyip kendimi seyircinin içine attım. Bedia Muvahhit'i fare yüzünden Eminönü Halkevi'nde sahne tabancasıyla kovaladım. Allah rahmet eylesin, hiç üşenmemiş makyaj aynama ölü bir fare asmış.


Hedefim polis olmaktı ama tiyatrocu oldum


Gazanfer Özcan'ın tiyatrodaki rütbesi sizce ne olmalı?

- Tiyatroda hiçbir rütbem olmadı, ölünceye kadar da olmayacak. Ben sadece tiyatroya gönül vermiş amatör bir neferiyim. Aslında tiyatrocu olmama ben değil çevrem karar verdi. 5 yaşındayken eşin dostun, yoğurtçu Yusuf Ağa ile komşumuz Ferruh bey amcanın taklidini yaparmışım. Beni o yaşlardan tanıyan komşumuz Firuzan hanım, daha sonra Taksim Erkek Lisesi'nde benim İngilizce hocam oldu. Lise 2'deyken okulda ‘‘Hisse-i Şayia’’nın sahneye konması kararlaştırıldı. Sami Ayanoğlu, Sinan Korle gibi jüri üyelerinin karşısında çok ciddi seçmeler yapıldı, bana da Bican Efendi rolü düştü. O güne kadar tiyatroyla hiçbir ilgim yok, tek hedefim polis olmak. Ailemde amcam, dayılarım dahil çok polis var, hep onlara imreniyorum.

‘‘Bican Efendi’’ başlangıç oldu, hocalarımın da itelemesiyle birdenbire komik adam oldum. Vasfi Rıza Zobu ve Reşit Gürzap ustaların çok etkisinde kaldım. Rahmetli Reşit Gürzap benim için gelmiş geçmiş en iyi jön komiktir. Vasfi bey ise benim için bir ilah, Bedia hanımdan da çok şey öğrendik, nur içinde yatsınlar.


BİR MÜŞFİK YÜZ YILDA BİR GELİR


- Müşfik Kenter çok gıpta ettiğim, 100 senede bir geleceğine inandığım bir sanatçı. Bu yaşında bile kendini yeniliyor, hep ufku açık bir adam. Yıldız Kenter gibi derya bir ablası olduğu için de çok şanslı. İki deryanın birleşmesinden bir okyanus meydana gelmiş.
Yazının Devamını Oku

Kalp hastalığını önce beyinde yenmek şart

25 Haziran 2002
Kalp bu, ne gençlik dinliyor, ne zenginlik. 40 yaşındakilerin kimisi dağa tırmanıyor, kimisi okyanusa dalıyor, kimisi de açık kalp ameliyatı oluyor. - Mustafa Koç'un annesi Çiğdem Simavi annemin Amerikan Koleji'nden çok yakın sınıf arkadaşıdır. Çiğdem hanımın beyninde bir anevrizma vardı, oraya bir tel koyduk, şimdi durumu muhteşem. Mustafa annesinin ameliyatından birkaç gün sonra bana kendisinde tarif edemediği bir rahatsızlık hissettiğini söyledi. Durumunu tam olarak izah edemeyince çok genç olmasına rağmen kendisine efor testi yaptık ve kaldı. Eğer Mustafa'ya eforlu test yapılmasaydı, ani bir ölümle bu dünyadan uçardı. Mustafa'nın açık kalp ameliyatı 3 saat kadar sürdü. Ameliyattan 48 saat sonra taburcu oldu. Onunla buradaki evinde buluştuk, çok sağlıklı, 10 kilo vermiş. Yeni bir hayata başladı, ömrü en az sağlıklı yaşıtları kadar. Bundan sonra hayata daha başka bakacak, daha toleranslı olacak, stresten uzak kalacak. Bu ameliyatla gündeme gelmek istemiyor ama, bence Türk insanına kalp sağlığının önemini anlatmalı. Yapılan en son araştırmalar gösterdi ki, açık kalp ameliyatı geçiren hastaların yüzde 25'inde depresyon oluyor. Hastada halsizlik, geçmişte severek yaptıklarını yapmama, aşırı uyuma, iştahsızlık görülüyor. Tedavi altına alınmayan bu hastalarda iyileşme gecikiyor, komplikasyonlar artıyor ve ölüm oranı çok daha yüksek oluyor. Bu hastalar çekinmeden hemen doktoruna müraacat etmeli.


Eğitimsiz Amerikalı bizi Arap sanıyor


- 11 Eylül sonrası Amerikalıların Müslüman oluğum için bana karşı en küçük negatif davranışları olmadı. Yalnız Türk asistanım bazı utandırıcı olaylar yaşadı. Ona ‘‘Niye ülkene dönmüyorsun, sizin gibi Araplar defolsun’’ falan demişler. Eğitim görmemiş Amerikalı bizi, hálá Arap olarak kabul ediyor. 11 Eylül'den sonra aşırı korku ve stresten dolayı Amerika'da kalp krizi oranı acayip arttı, özellikle polislerde.


Genç kalp vakalarında folik asit eksikliği

- Genç kalp vakalarının yüzde 20'sinde ‘‘Homocystine’’ denen bir maddenin yüksek olduğu ortaya çıktı. Et yediğimiz zaman onu hazmetmek için folik asit gerekiyor. Eğer vücutta bu asit eksikse protein yediğinizde ‘‘Homocystine’’ acayip artar. Bu madde arterlerin içindeki dokuları öldürüyor. Vücut yırtılmış arteri tamir etmek için oraya kolesterol koyuyor. Ne kadar çok Homocystine varsa o kadar çok hücre ölüyor, tamiri için o kadar çok kolesterol gerekiyor.
Yazının Devamını Oku