Eski ABD Başkanı Bill Clinton'ın tek Türk danışmanı ve Washington'daki dünyaca ünlü Cities restoranın yaratıcısı Sahir Erozan, Clinton'ın Türkiye gezisini unutamadığı söyledi.
Erozan, Clinton'ın kendisine ‘‘Çok yer gezdim, ama acılar içindeki insanlardan böyle konukseverlik görmedim’’ dediğini belirtti.
Ben de eşim Hillary de Türkiye’yi unutmayacağız
Clinton, bugünkü ve yarın için kesinlikle Türkiye'siz bir dünya düşünmezdi. Türkiye ziyaretinde gördüğü sıcak yakınlık, aldığı destek onları ailece çok mutlu etti, bunu hálá anlatır. Türkiye gezisinden sonra Washington'da ilk karşılaşmamızda bana aynen şunları söyledi:
‘‘Sahir, hayatamın en uzun gezilerinden birini Türkiye'ye yaptım, o kadar mutlu oldum ki sana anlatamam. Tarihin en büyük depremini yaşamış, acılar içinde olmalarına reğmen bize gösterdikleri sıcak ilgiyi ben ve Hillary ömrümüzün sonuna kadar unutmayacağız. Depremin büyük acısına rağmen çadırlardaki insanlar bize ikramda bulunmak için yarıştılar. Ben hayatımda böyle bir konukseverlik görmedim.’’
Clinton Amerika'nın gelmiş geçmiş en başarılı başkanıdır, bu kesin.
CItIes’i nasıl yarattım
Babamın Türkiye'deki cenazesine gelemedim, çünkü askerliğimi yapmamıştım, okula ara verdiğim için vizem bitmişti. Bu benim hayatımın dönüm noktası oldu, kendi başıma bir iş yapmaya karar verdim. Benim de hep gittiğim çok popüler bir bar kapanmıştı, onlarla konuşmaya gittim. Adam bende para var zannediyordu, yoktu ama, 15 gün içinde kağıtları imzalayıp masanın başına geçtim. Borç harç, duvarları kendi elimle boyayıp, içini değiştirip ‘‘Cafe Med’’ adıyla açtım(...)
Bir sene sonra Tıme dergisinde yazılarım filan çıktı. Baktım orası küçük geliyor, bizim Ortaköy'ün 15 sene önceki hali gibi olan 18. Cadde'de kocaman bir yer buldum. Eski bir Oldsmobile satış mağazasıydı, 7 metre yüksekliğinde tavanları olan boş taş bir bina. Mal sahipleriyle anlaştım, 1400 metrekarelik bu yerin 1. katını restoran, 2. katı kulüp yapmaya karar verdim, adı da ‘‘Cities’’ olacaktı. Med Cafe İstanbul'daki Şamdan gibi bir yerdi, burasını ise farklı yapmalıydım. Washington, o zamanlar tutucu bir Amerikan kasabası gibiydi. Bir zamanlar New York'ta Area adlı çok meşhur bir kulüp vardı, iki ayda bir ekzantrik temalar yapardı. Bunu restoranıma adapte etmeye karar verdim, dünyanın değişik şehirlerini yapayım dedim. Menülerden dekora kadar her şey değişecek çok agresif bir konseptti. İlk tema seçtiğim Rio için 10 kişilik ekiple Brezilya'ya gidip filmler, fotoğraflar çektik, ayrıca oradan bir de ışık mühendisi getirdim. Üst kattaki dev televizyon ekranlarında bizim çektiğimiz filmler oynuyordu, aşağıda ise resimler ve dekorla Rio tanıtılıyordu, menü tamamıyla Brezilya yemekleriydi. Ondan sonra Tayland yaptım, açılış gecesi içerde bir fil dolaşıyordu.
Bu arada iki kere de İstanbul teması yaptım, ilkinin girişinde Kanuni Sultan Süleyman atıyla geliyordu falan. Son yaptığımda duvarlarda Ara Güler'in siyah beyaz İstanbul fotoğrafları vardı, daha rafineydi. Şimdi Türk-Yunan karışımı ‘‘Ege'nin Balıkları’’nı yapmayı düşünüyorum, biraz da iki ülke arasındaki dostluğa da yardımı olur diye. İlk iki sene herhalde Washington'da bizim Cities'den daha kalabalık bir yer yoktu. 16 yıldan bu yana 20'nin üstünde tema sunduk, gece kulübü ve restorandan hafta sonlarında bir gecede 4 bin kişi geçiyordu. O arada Cafe Med'in bütün müşterisi buraya geldi, iki ay tadilat için kapattıktan sonra açmadım. Kendi kendime bir önemli işyerimi öldürdüm, buna hálá içim yanar.
POLİTİK MUHABBETE BİR BAR MÜŞTERİSİNİN İSYANI
Bıktım artık, para veriyorum üstüne bir de seni dinliyorum
Washington bizim Ankara gibi, tamamen siyasete endeksli. Orada yaşayan insanlar bir şekilde siyasetin bir parçası. Ben eskiden arkadaşlarım arasında ‘‘Yahu niye böyle yapıyorlar’’ gibi politika konuşurdum, hani yemek masasında vatan kurtarılır ya. Bir gün bir Amerikalı arkadaşım bana o kadar sinirlendi ki, ‘‘Bıktım artık, burada hem para veriyorum, üstüne iki saat de seni dinliyorum’’ dedi.
Musevi lobisinin en önemli adamıdır Steve Rosen, Türkiye'ye de çok yardımcı olur. Beni Clinton'un avukatı David'le tanıştıracağını söyleyip ‘‘Seçim kampanyasında görev alırsan politikanın ne olduğunu görürsün’’ dedi. Sene 1991, David'le tanıştık, kampanyada görev almam için beni 23 yaşındaki bir yönetici kıza gönderdi. Yener bey, güven sağlamak için bir art düşünceniz olmadığını insanlara lanse edebilmeniz lazım. Ben bütün olaylara barışçı şekilde yaklaşan bir Amerikalı Türküm, kimse için ön yargım yok.
Kampanyada görevli tek Türk gönüllü olarak Clinton için bağış da toplayacaktım. Göreve başladığımın ertesi, ilk seçim New Hampshire'da yapılacaktı, bir baktım ki bütün gazetelerde Jennifer Flowers hikayesi patlamış. Şansıma küsüp tamam bu adam gitti, ben de yaya kaldım dedim. Buna rağmen Clinton 2. oldu orada, ondan sonraki seçimleri aldı. Düşünün ki o sırada Clinton, Amerika'nın gelişmede en sonuncu sırada olan, 52. eyaletinin valisiydi. Benim restoranıma gelse rezervasyonda en arka noktada olacak bir adam yani. Clinton anormal karizmasıyla çok hızlı gelişti, popüler oldu, bütün rakiplerini yendi. Ben Demokrat Parti'nin üyesiyim ama, vatandaşı olduğum Washington eyalet olmadığı için delegeliğim yok. Biz Senato veya Kongre üyesi çıkaramadığımız için ben havaya oy vermiş oluyorum.
Atatürk moda oldu
Amerika'nın son zamanlardaki en büyük trendlerden biri Mustafa Kemal Atatürk. Türkiye'yi çok karışık bir ortamdan çıkaran bu büyük lideri, yaşlı genç herkes tanımaya çalışıyor. Clinton da Atatürk'ten çok etkilenmişti, ‘‘Böyle bir liderin Türkiye'de biraz daha uzun yaşamaması büyük bir talihsizlik’’ diye düşünürdü. İnsanlar çevremizle ilgili daha fazla kitap okumaya başlayınca Atatürkümüz ‘‘trendy’’ bir lider oldu. Eskiden Atatürk'e militarist gözle bakanlar, şimdi onun yaptığı devrimleri anlamaya çalışıyor. Amerika'ya ilk gittiğimde oralardan ‘‘Midnight Express’’ gibi görünüyordu Türkiye. Şimdi ise İsrail gibi Amerika'nın yakın dostu ve modern bir ülke konumunda. Benim yaşadığım Türkiye ile şu anki Türkiye'nin arasında dağlar kadar fark var. Bugün Amerikalı, Türkiye'yi konumun çok dışında bir ülke olarak görüyor, laik cumhuriyet olma özelliği en başta.