Yener Süsoy

Oyum elbette DYP'ye

9 Ekim 2002
İsmet Sezgin, Süleyman Demirel'in kendisine sahip çıkmadığını, Necmettin Cevheri'nin genel başkanlık adaylığını desteklediğini ve bu durumun kendisini bir hayli üzdüğünü söyledi. Ancak arkasından da, bütün bunların gönlündeki DYP sevgisini azaltmadığını ifade etti. Sezgin, şunları söyledi:

Geçmişteki siyasal çekişmeler geçmişte kalmıştır. Politika küskünlük kaldırmaz. Yukarıda söylediklerimle kimseyi incitmek istemedim. Hiçbir partiyi de kasten hedef almadım. Oyumu hangi partiye vereceğime gelince; tabii ki DYP'ye vereceğim. Çünkü mensubu ve aktörleri arasında yer aldığım Demokrat Parti-Adalet Partisi çizgisinin iktidarına bu ülkenin her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır.

Kaldı ki, genel başkanlığından ayrılarak fevkalade değerli genç kadrolara devretmekten onur duyduğum partim DTP de, bugün bu çizgi adına DYP ile kader birliği halinde seçime birlikte giriyorlar. Onun için DYP dışında hiçbir parti, hele hele AKP, kendisini 46 ruhunun, merkez sağın temsilcisi diye göstermeye kalkmasın.

CEVHERİ'DEN SEZGİN'E CEVAP

Aday olurken bize bilgi vermedi

DYP Şanlıurfa Milletvekili Necmettin Cevheri, İsmet Sezgin'in dün gazetemizde yayınlanan mülakatında kendisini hedef alan sözleriyle ilgili olarak bir açıklama gönderdi. Cevheri, Sezgin'in ‘‘Cevheri 1993 DYP kongresinde aleyhime çalıştı’’ başlığıyla verilen sözleri hakkında şunları söyledi:

‘‘DYP'nin 1993 kongresinde Sayın Sezgin, adaylığını bugün kader arkadaşı dediği bizlere bilgi bile vermeden açıklamıştır. Bilgi vermeden destek beklenmesinin de ne kadar haklı olacağı yine kendilerinin takdirlerine aittir. Buna rağmen kendisi aleyhine söylediğimi iddia ettiği tek bir kelime göstermesi mümkün değildir. Kendisinin benden öne çıkmasını istemeyişim şeklindeki üzücü iddiası ise, Sayın Sezgin'e arkadaşlarını tanıması için bu kadar zamanın yetmediğini göstermektedir. Oysa, geçmişte bu ülkeye gerçek demokrasiyi, gerçek kalkınmayı ve gerçek halkçılığı yaşatmış olan bizlerin, bu onurun hatıraları ile yetinmesi gerektiğini düşünüyorum. Söz gümüşse, sükut altındır, bizim atasözümüzdür.’’
Yazının Devamını Oku

Bülent Bey'in sonu böyle olmamalıydı

8 Ekim 2002
Türk siyasi yaşamında tam 52 yıldır ön planda olan İsmet Sezgin, arkadaşımız Yener Süsoy'a çarpıcı anılarını anlattı. DSP lideri Başbakan Bülent Ecevit'in en eski arkadaşlarından biri olduğunu söyleyen Sezgin, ‘‘Bülent Bey'in sonu böyle olmamalıydı’’ dedi.
Ecevit için üzüldüm

- Bülent Ecevit, Meclis'teki en eski arkadaşlarımdan biri, kendisini severim, sayarım. Dürüst, namuslu imajını Karaoğlan'la çok parlattı. Ecevit, siyasi hayatını ülkenin ekonomisini düzelten bir başbakan olarak taçlandırarak noktalamak istedi ama, olmadı. Bülent Bey'in sonu böyle olmamalıydı, ülkeyi

bu hale getirmemeliydi. İstifa etmek,

görevi bırakmak bir cesaret işidir. Hemingway, cesareti ‘‘olaylar karşısında gösterilen zarafet’’ olarak tanımlar, ne kadar anlamlı değil mi?

Demirel’in sırtındaki hançer

- Demirel'e kongreden önce bir akşam ‘Necmettin Bey, Tansu Hanım'la beraber, onunla çok yakın ilişkisi var, benimle hiç görüşmüyor’’ dedim. Hemen ‘‘Yapmaz, Necmettin seni sever’’ diye cevap verdi. Ben görüşümde ısrar ettim, o yine kabul etmedi. Ben çıktıktan sonra Cevheri'yi çağırıp benim anlattıklarımı aktarınca Necmettin, ‘‘İsmet Ağabey partimizin ulu çınarı, ben böyle bir insanın aleyhinde çalışır mıyım’’ demiş. Süleyman Bey bir süre sonra benim anlattıklarımın doğru olduğunu fark edince; ‘Sırtımda hançer var, onu çıkaramıyorum'' diyor. Bence Demirel, bu işin üstünde gerektiği gibi durmadı; Cindoruk'un genel başkan seçilmesine uğraştığı kadar benim genel başkan seçilmemle uğraşmadı. Hiç kimseye kırgın, dargın değilim, inandıklarını yaptılar diye düşünüyorum.

Sezgin’le hiçbir sorun yok

DOKUZUNCU Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, eski bakan İsmet Sezgin'in 1993 yılındaki genel kurulda başkanlığı kendisi yüzünden kaybettiği yönündeki sözlerini değerlendirerek, ‘‘Sayın İsmet Sezgin 40 yılı aşan siyaset arkadaşımdır. Hiçbir meselede benimle ters düşmemiştir’’ dedi. İzmir Ekonomi Üniversitesi'nin 2002-2003 akademik yılı açılışında gazetecilerin İsmet Sezgin'in röportajdaki sözlerini hatırlatmaları üzerine Demirel şöyle dedi: ‘‘Haberi dikkatle okudum. Öyle bir cümle yok. Sayın İsmet Sezgin, benim 40 seneyi aşan siyaset arkadaşımdır. Hiçbir meselede benimle ters düşmemiştir. Kendisinin de söylediği çok zor zamanları biz aştık. Siyasette zor zamanlar sabır isteyen bir iştir. Yani böyle şaşalı zamanlar falan kolaydır da bütün mesele her şeyin dağıldığı zamanlardır. Sayın Sezgin kendisini üzen herhangi bir hadise hakkında dahi çok dengeli hareket ediyor. Onun içindir ki ben onun söylediklerine bir şey ilave edecek değilim.’’

Çapkınlık konusunda haksız şöhretim var

Kadın bence eli öpülesi bir varlıktır, hayatımızın kaynağıdır. Güzel olan her şeye baktığım gibi elbette güzel kadın da ilgimi çeker.

Çapkınlık konusunda benim haksız bir şöhretim var, bunu hiç hak etmiyorum. Ben insanları çok seviyorum, dostluğa önem veriyorum. Bu konuda benim için söylenenlerin tümünün yanlış olduğunu söylersem hata ederim ama, devleti, siyaseti o kadar ciddiye aldım ki hayatımı erteledim.

Aydın’ın inciri Viagra’dan etkili

Kutsal kitap diyor ki: ‘‘Tanrı size iki yiyecek verdi, zeytin ve incir.’’ Bizim Aydın'ın inciri harika bir enerji kaynağıdır, insanın gücüne güç katar. Tecrübe edenlerin bana anlattığına göre Viagra'dan daha etkiliymiş, onların yalancısıyım.

Demirel’in yanında bir tek ben kaldım

- Hiçbir zaman Süleyman Bey'in gölgesinde olmadım, kendisine minnet borcum da yok. Demirel'le ailevi dostluğum da yok, onu genel başkanım, başbakanım, cumhurbaşkanım olarak değerlendirdim. Her şeyden önce biz Süleyman Bey'le onlarca yıldır dava arkadaşıyız. Adalet Partisi'nin 1964'deki kongresinde o genel başkan seçildi, ben de GİK üyesi oldum. Yaklaşık 40 yıl önceki bu kongrede seçilen arkadaşlardan günümüze kadar Süleyman Bey'le beraber olan tek kişi benim. Onunla birbirimizden hiç kopmadık, içimizde bir ayrılık olmadı. Süleyman Bey'in geçmişte bana söylediği bir sözü var; ‘‘İsmet sana gadrettim’’ der, haksızlık etmek anlamında. Bunun neden söylediğini bilmiyorum, kendisine de hiç sormadım. Ben bu hesapların adamı değilim; görev, sorumluluk adamıyım. Şimdi geçmişi daha iyi değerlendirebiliyorum, mesela isteseydi 41'leri önleyebilirdi, Demokratik Parti de kurulmazdı.

Truva atındaki Japon prens

JAPONYA'nın Veliaht Prensi Takohita Mikasa'nın oğlu Tomohito Mikasa, dün Truva antik kentini ziyaret etti. Tomohito Mikasa'nın gezisi için jandarma geniş güvenlik önlemi aldı. Japonya'dan gelen 70 kişilik turist grubu da Truva gezisinde Mikasa'ya eşlik etti. Antik kentte sokak köpeklerine aldırmadan yanlarında yürüyen Mikasa, Truva Atı'nın önünde antik kente ilişkin bilgi aldı. Kafile Başkanlığı yapan Japonya'nın İstanbul Başkonsolosluğu'nda görevli Kültür Ataşesi Takeshi İshihata, Prens Mikasa'nın antik kente hayran kaldığını söyledi. Geceyi Çanakkale'de geçiren Mikasa, dün de İzmir'in Bergama ilçesini gezdi.
Yazının Devamını Oku

Güreş sporu, biraz magazine kaymalı

1 Ekim 2002
Dünya Şampiyonu güreşçimiz Mehmet Özal, güreş sporunun yağlı güreşler kadar bile ilgi görmediğinden yakındı. Türkiye'de bu sporun bilimsellikten uzak yapıldığını belirten Mehmet Özal, camia içinde hiç yüzünden birbirine dargın olan insanların bulunduğuna dikkat çekti.

Sporda bilim olmazsa başarı da yakalanmaz

- Bir öğretim görevlisi olarak dünya kaynaklarını İngilizcesinden takip ediyorum, ergonojik yardımları uyguluyorum. Bir sporcunun maç zamanı nasıl çalışması gerektiğini, temel kuvvet, çabuk kuvvet antrenmanlarının nasıl ve ne zaman yapıldığını ezbere bilirim. Mesela kampta Nazmi çabuk kuvvet çalışmak istediğinde ona dayanıklılık antrenmanı veriliyordu. Şeref'in hızlanması lazım, tam tersine yavaşlatılıyor, Hamza da aynı şekilde. Bugün bile bunların çoğu geçerli, ne yazık ki. Bunları söylediğimiz için arka plana itildik ama sonunda bizim haklılığımız ortaya çıktı. Şampiyonada büyük başarısızlık oldu. Yurda dönüşümüzde hep Şeref'in, Hamza'nın yenilme nedenleri konuşuldu, benim kazandığım madalyadan hiç söz edilmedi. Bakan bey başarısızlık nedenleri için bir kongre topladı ama, orada kampların vakıf tesislerine alınması konuşuldu, bizlerin bilimsel görüşleri yine sorulmadı. Bilimsellik olmazsa performansta beklediğiniz başarıyı bulamazsınız. Amerikalı güreşçiler teknik olarak çok geride olmalarına rağmen başarılı sonuçlar alıyor. Kamplarını Colorado Springs'te 2600 metre rakımlı Olimpiyat Merkezi'nde yaptıkları için hiç kesilmiyor adamlar. Bunları bilmemize rağmen biz hala İstanbul'un göbeğinde pis, duman içinde kamp yapıyoruz.


Biz başka Özal’ız

Dünya Şampiyonu Mehmet Özal,

sık sık eski cumhurbaşkanlarından

Turgut Özal ve ailesiyle akraba

olduğunun sanıldığını belirtti. Mehmet Özal

’Bu nedenle 118 servisi telefon

numaramızı kimseye vermezdi’ dedi.


Yeni kuşak futbol diyor


- Güreş bizde o kadar geri planla itiliyor ki, canavar gibi gençlik içinden geleceğin şampiyon adayları gelmiyor. Yeni kuşak, güreş yerine futbol ya da son zamanların modası basketbole yöneliyor, parayı orada görüyor. Oysa en çok madalya getiren spor branşlarımızın başında güreş gelir. Süreyya Ayhan'a kadar atletizmde dünya şampiyonluğu konuşmadık biz, ilk 8'e girmeyi başarı kabul ettik. Bence güreşin de biraz magazine kayması lazım ki, geniş kitleler bizi tanısın. Türkiye Güreş Ligi'nden eminim sizin bile haberiniz olmaz, zaten bir günde biter. Değil bu maçlar, yurtdışı şampiyonluk karşılaşmaları dışında hiçbir maçımız TV'den verilmez. Onları da sadece TRT 3 verir, özel kanallar da birkaç dakikalığına oraya bağlanıp ağzımıza birer parmak bal çalarlar. Geçen yıl Abdi İpekçi'de Avrupa Basketbol Şampiyonası'ndan önce Avrupa Güreş Şampiyonası yapıldı. Takım halinde şampiyon olduk. Yağlı güreşlerin ne kadar çok seyircisi var, ama minder güreşine gelen yok. Bir ay sonra aynı salonda 12 Dev Adam 2. oldu, çok sevindik. Aynı salonda takım halinde şampiyon olan Güreş Milli Takımı ise unutuldu.


Zengin, çocuğunu güreşçi yapmaz

Biz güreşçiler bütün sporcu arkadaşlarım gibi her şeyi Türkiye için yapıyoruz. Niye bizi kamplara bölüp, filanca kesimin adamı yapıyorlar. Bizi belli bir kesimin mensubu yapmaya çalışanlar önce bana çocuğunu güreşi yapmış şehirli bir zengin aile göstersin. Anadolu çocuğunun spor olarak ilk öğrendiği karakucak güreş. İstanbul'un ortasında çayır yok ki, güreşi nereden bilsinler. Pota var da basketbol mü oynamıyor, kort var da tenis mi oynamıyor Anadolu çocuğu? Üniversiteye gidinceye kadar benim Ankara'daki mahallemde bile pota yoktu.
Yazının Devamını Oku

Yeni kuşak güreşçilerin yüzde 80'i üniversiteli

30 Eylül 2002
Muhammed Emin Mehmet Özal, tam 17 yıldır güreş minderine çıkıyor, nice Türkiye şampiyonlukları var ama, önceki hafta Moskova'da Dünya Şampiyonu oluncaya dek çoğumuz onun farkında değildik. Ama onu yakından tanıyınca gördüm ki ve göreceksiniz ki 1973 Ankara Akyurt doğumlu bu Özal, bir başka tür güreşçi. Aşçı Elvan Usta'nın biricik oğlu Türk güreşinin yeni yüzlerinden biri. ‘‘Ya Allah, bismillah’’ diyerek el ense tutan karakucakçılardan değil. Yeni yüz, hem çok akıllı, hem çok bilgili, hem de çok güzel konuşuyor; kimi zaman komik, kimi zaman ciddi, pek de terbiyeli; üstüne üstlük bir de spor bilimi adamı. O konuştukça ‘‘Birisi beni çimdiklesin, rüyada mıyım acaba?’’ diyesi geliyor insanın.

Mehmet Özal, Ankara Ticaret Lisesi'ni bitirdikten sonra muhasebecilik yerine güreşi tercih etmiş. Hayranı olduğu Mehmet Akif Pirim'in yanına çırak olarak girip 20 yaşına kadar öğrenmiş de öğrenmiş. Bu arada Gazi Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümü'nden de mezun olmuş. Aldığı notlar o kadar yüksekmiş ki, hemen mastıra almışlar. İngilizceyi de iyice öğrenip iki yıl sonunda ‘‘antrenman bilimi’’ üzerine tez verip mezun olmuş. Bütün bunlar kesmemiş şampiyon Mehmet'i, başkentte olmadığı için Samsun 19 Mayıs Üniversitesi'ne doktora için başvurmuş. Derken Gazi Üniversitesi'ne araştırma görevlisi olarak atanmış, doktora tezine de devam ediyor. Profesörlüğe kadar kariyer yapmaya kararlı olduğu gözlerinden okunuyor; bu kadarla da asla yetinecek gibi değil. İnanmazsanız gelin hep birlikte Keçiören'deki mütevazı çatı dubleksine gidip kendi ağzından dinleyelim. Göreceksiniz ki, bilgi çağının donanımlı genç beyinleri güreşçiler arasında da var, geçmiş ola eski günlere, eski kafalara.

Arabamı satıp Amerika’ya kampa gittim

- Olimpiyatlara gönderilmediğimi kendime yediremediğim için iki yıl önce arabamı satıp Amerikan takımının Colorado Springs'teki muhteşem olimpiyat tesislerinde kendi cebimden iki ay kaldım. Üç öğün yemek ve yatak dahil günlük 20 dolardan 1200 dolar verdim. Orada güreşte kendimi çok geliştirdim, değişik ülkelerin güreşçileriyle çalışmak fırsatı buldum. Küba, Macaristan, İtalya milli takımları, Amerika takımıyla birlikte kamp yapıyorlardı.

Amerikalılar inanç ve hırs bakımından gerçekten çok üstün. Adamlar öyle bir konsantre oluyor ki, maç değil ölümüne savaş. Bir değer koyuyorlar ortaya, hep ona kilitli kalıyorlar. Doktorsuz antrenman yapmıyorlar, her türlü bilimsel imkan onların hizmetinde. Bizde milli takım antrenmanlarında bile doktor yok.

Antrenmanlar bilimsel değil

- Geçen yılki dünya şampiyonasına iyi hazırlanmadık. Program kötüydü, kimse bizim fikrimizi almıyordu. Bunun üzerine Hamza dahil bizler Federasyon Başkanımızdan bir toplantı yapmasını istedik. Orada sistemin arızalı olduğunu, antrenman programlarının günümüze uyarlanmadığını açık açık söyledik. Ben antrenman bilimi okumuşum, master yapmışım, şimdi de doktora tezi hazırlıyorum. Bir üniversite öğretim görevlisi olarak dünya kaynaklarını İngilizcesinden takip ediyorum.

Basketçilerden daha kibarız

- Güreşçi denildiği zaman çoğunun aklına kafası çalışmayan, kuru fasulye yiyen, kuru soğan kıran, kaba saba bir insan modeli geliyor. Günümüz gerçeği bunun tam tersi, yeni kuşak güreşçilerin yüzde 80'i üniversiteli. Bizi onlarla kıyaslayıp aşağılarlar ama, çoğumuz futbolcudan, basketçiden daha kibar, daha centilmeniz. Kızlarımız genellikle futbolcu ya da basketbolcüye hayrandır. Beni de onlardan biri gibi gördüklerinden midir nedir, kız hayranlarım pek çok. Bir kız arkadaşım var ama, şu anda evlilik planlarım hiç yok. 2004 Olimpiyatları'na konsantre olmak için kendimi her konuda kampa aldım. Geceleri dışarı çıkmıyorum, kızlarla gezmek tozmak yok, çok düzenli yaşıyorum. Kilo eksikliğim olduğu için beslenmeme çok dikkat ediyorum. Günde 8 saat deliksiz uyumazsam günlük psikolojim etkilenir, ona da özen gösteriyorum.

ABD'li kadın hayranım yalnız bırakmıyor

- Melisa adlı Amerikalı bir hayranım mindere çıktığım tüm yabancı ülkelere gelip beni izliyor. 29 yaşında, bilgisayar programcısı, dünya iyisi bir kız. Onunla 2000'de Dünya Ordulararası Güreş Şampiyonası için gittiğimiz North Carolina'da tanıştık. Son gün şampiyon takım olarak kürsüye çıktığımızda gördüm ki, önde bir hanım fotoğraflarımızı çekiyor. Törenden sonra yanına gidip birkaç dakika ayaküstü konuştum, fotoğrafları göndermesi için e-mail adresimi verdim. Türkiye'ye döndüğümde fotoğraflar gelmişti bile, meğer Amerikan ordusunda çalışıyormuş. İnternet muhabbetlerimiz giderek arttı, arkadaşlığımız hayli ilerledi. Sonra ordudan ayrılıp Şikago'ya yerleşti, kendi ayakları üzerinde durabilen bir kadın. Melisa, Yunanistan'daki dünya şampiyonasına da geldi. Koca salonda üzerinde Mehmet Özal yazılı Türk bayrağı desenli tişörtüyle bütün maçlarımı sonuna kadar izledi, benim için tezahürat yaptı. Şampiyonada tek madalyayı ben kazandığım için popülaritem arttı. Eğer yenilseydim ‘‘Aklı Amerikalı kızdaydı’’ diye rezil ederlerdi. Bu yaz kamptan sonra Şikago'ya onun yanına gittim, benim için düşündüğü web sayfası üzerinde çalıştık, yakında devreye girecek. Melisa, Moskova'daki son şampiyonaya da geldi, yine aynı tişörtü ve elinde Türk bayrağıyla. Bu arada bana karşı olan duygularını açıklayıp cevap verip veremeyeceğimi söyledi. Kendisiyle evlenip Amerika'ya yerleşmemi de teklif etti. Kendisine ülkelerimizin birbirinden çok uzak olduğunu, hayatlarımızın farklı olduğunu anlattım, hiç ümit vermedim. Laf aramızda onu Türkiye'ye davet edip ailemle tanıştırmak istiyorum, bakalım bizimkilerin testlerinden geçebilecek mi?

YARIN: GÜREŞ CAMİASINDA SORUNLAR ÇOK
Yazının Devamını Oku

Avrupa'yı Türkiye’nin bereketi doyuracak

24 Eylül 2002
Antalya'nın ünlü çiftçilerinden Ahmet Gönen, aynı zamanda Türkiye'nin en büyük sebze tohumu firmalarından birine sahip bir iktisatçı. Serik'in bereket fışkıran topraklarındaki onbinlerce dönümlük çifliğinde dünyaca ünlü bir Hollanda firmasına dev bir sera kurdurmuş. Bütünüyle bilgisayarla yönetilen 40 dönümlük bu modernserada Hollanda'dan gelen sebze tohumlarının Türkiye topraklarına adaptasyonu yapılıyor. Ahmet Gönen'in de ünlü seracı Mahmut Erüst'ün dünkü anlattıklarına ekleyeceği çok şey var.

Doğu Avrupa sebze ithal etmek için sıraya girdi

- Sebze üretiminde şu anda Kuzey Avrupa'nın büyük sıkıntısı var; ne İspanya, ne Fransa, ne de İtalya eskisi gibi kaliteli mal üretebiliyor. Birkaç sene önce yeni üretim noktaları ararken önce Kuzey Afrika'yı seçtiler. O bölgede siyasi istikrar olmadığını görüp İsrail'e yöneldiler. Ne var ki, bu ülkenin etik kalitesi iyi değil, daha fazla para görünce anlaşmayı bozabiliyor. Özellikle Hollanda bu konudan çok rahatsız olunca dünyanın en ünlü tohum, sebze, meyve firmaları gözlerini Türkiye'ye çevirdi. Şu anda Doğu Avrupa, Balkan ülkeleri bizden sebze ithal etmek için sıraya girmiş durumda. Mesela Bulgaristan'a uzun hıyar ve biber, Romanya, Yunanistan ve Sırbistan'a domates satıyoruz. Bence yakın bir gelecekte bütün Avrupa'yı Türkiye'nin bereketli toprakları doyuracak.

Domates üretiminde dünyada 5. sıradayız

- Türkiye'de üretilen sebzenin volüm olarak yüzde 60'ı domatestir. Domates üretiminde dünyada 5. sıradayız. Avrupa'dakilerden daha üstün olan modern seraların dönümünden yılda 30 tonun üstünde domates kaldırılıyor. Modern bir seranın metrekaresi 55 dolar, bu yüzden büyük yatırımları müteahhitlik firmaları yapıyor. Antalyalı çiftçi 30 senedir bu işi yapıyor ama, yatırım yapabilecek seviyeye gelmediği için toprağı dışardan gelenler alıyor. Bizim sattığımız tohumların fiyatlarını da sormuştunuz, söyleyeyim. Domates tohumunun 1000 tanesi 3 gram gelir. 1000'lik domates tohumu 50-75, biber tohumu 155-450, patlıcan tohumu 25 milyon lira. Marul tohumunun 25 gramından 22 bin tohum var, fiyatı 15 milyon lira. Hıyar tohumunun bir birinden 50 tane meyve alınır.

Artık o eski lezzeti unutun

- Yener bey, artık o eski lezzetleri unutun. Bana göre en lezzetli domates türü Süper Marmant ama, bugün hiçbir çiftçi üretmiyor. Çünkü bu domates İstanbul'a kadar yolculuğa dayanamaz, verimi de 3 tondur. 1990'da Türkiye temsilcisi olduğumuz Enza Zaden'le ‘‘lezzetli domates’’ atılımı yapacaktık ama, İsrail ‘‘Long shelf life-uzun ömürlü domates’’ grubunu bularak bizi sildi. Ondan sonra biz de aynı tür domatesi yapmaya mecbur kaldık.

Zirai ilaç Avrupa'da en büyük sorun oldu

- Gelelim kimyasal zirai ilaçlar konusuna, asıl önemlisi bu. Kimyasal ilaç Avrupa'da da büyük sorun şu anda. Fransa, İtalya gibi ülkelerde zirai ilaç kullanım miktarı bizden çok daha fazla. Bizim ekili topraklarımız onlardan daha büyük olmasına rağmen ilaç ve hormon kullanımı bakımından çok gerilerdeyiz. 60 günde semirmesi için genç danalara yapılan kanserojen etkili hormonlarla bitkilere verilen hormonlar karıştırılıp özellikle domatese haksız şekilde yükleniliyor. Asıl gözden kaçırılmaması gereken kimyasal ilaçlardır. Yener bey, bugüne kadar İsveç dahil yaptığımız ihracatının hiçbiri, İsveç dahil, hormondan dolayı geri gönderilmedi ama, ilaçtan dönen çok. Geçen yıl ihraç edilen bir konteynır hatalı ilaçlanmış biber yüzünden bütün Türkiye'nin ihracatı zarar gördü. Bunun için ihracata dayalı ürünler pratik ve yapıcı tarzda devlet tarafından kontrol edilmeli. Bazı çiftçiler sorunları bir defada çözmek için etkisi çok fazla olan sistemik ilaçlar kullanıyor, bunlar da ürünün içine işliyor. Kanserojen etkisi olduğu belirlenen bu ilaçları hasat mevsiminde kesinlikle kullanmamak lazım.
Yazının Devamını Oku

Sosyetemiz mini sebzeye bayılıyor

23 Eylül 2002
Mahmut Ünal Erüst, Avrupa Çiftçiler Birliği'nin ‘‘Altın Madalya’’sını taşıyan Antalya'nın en eski seracısı, Ahmet Gönen ise Antalya'nın en eski tohumcusu. Her ikisi de Antalya'nın toprak kökenli ailelerinin toprak tutkunu evladı. Mahmut bey orta birden terk, Ahmet bey ise İÜ İktisat Fakültesi mezunu. Mahmut bey dededen gelen çiftçiliği babasının Korkuteli'ndeki topraklarında öğrenmiş, Ahmet bey ise üniversite öğrenimini bitirince tarımsal girdileri pazarlayarak dönmüş baba ocağına. Mahmut beyin orta birden terk oğlu Mustafa ile Ahmet beyin Hollanda'da işletme öğrenimi görmüş çift yabancı dilli oğlu Burak birbirleriyle babaları gibi hem dost, hem müşteri.

Mahmut beyin Korkuteli'nden Antalya'nın göbeği Meydan Kavağı Mahallesi'ndeki seralarına, Ahmet beyin Serik'teki 900 bin dönümlük çiftliğinden 7 Mehmet'teki dost sofrasına kadar, dere tepe düz gittik. Öğrendik ki ağaçta yetişmeyen her şeye sebze deniyor... Öğrendik ki, salatalık diye bir sebze yok, onun gerçek adı hıyar... Öğrendik ki, sebzenin verimi artmış ama, tadı kaçmış. Ve öğrendik ki, Antalya çiftçisi üretimde falcılık yapmıyor, atalarının sözünü dinleyip ekici oluyor, bilici olmuyor. Var mısınız seçime, geçime kısa bir ara verip güzelim Antalya'nın bereketli toprakları üzerinde kuşlar gibi uçmaya? Hem de Mahmut Erüst ve Ahmet Gönen adlı iki ünlü rehber eşliğinde...


Beyaz patlıcan ve kırmızı marul moda


Antalya'nın bir zamanlar hıyar, kavun, karpuz ve çilekteki tek söz sahibi olan Mahmut Erüst, şimdi kendini ‘‘mini’’lerin dünyasına kaptırmış. Dedesi gibi hıyar çapalarken işçilere kızıp kalpten ölmemek için bazen tarlaya arkasını dönüyor.

- Mini sebze üretimini Türkiye'de sadece biz yapıyoruz, Korkuteli'ndeki 300 dönümlük çiftliğimizde 89 çeşidimiz var. Özellikle zengin sosyete bizim mini ürünlere bayılıyor, siparişleri zorlukla yetiştiriyoruz. Mini sebzelerin boyu küçük ama, normallerinden daha fazla emek istiyor. Mini ürünler İstanbul'da Bebek ve Etiler gibi yerlerde çok büyük ilgi topluyor. Tarladan topladığımız ürünleri aynı gün frigorifik kamyonlarımızla İstanbul'a gönderiyoruz. Bu şekilde sebzelerimiz ertesi sabah müşterilerimizin sofralarında hazır oluyor. Mini sebze üretimine patlıcan ve kabakla başladık, sonra fasulye geldi. Şu sıralarda beyaz patlıcan ile kırmızı marul tutuluyor, Normal ölçüdeki 6 patlıcan bir kilo geliyorsa biz de 6 mini patlıcanı aynı fiyata satıyoruz. Yani bir kilo patlıcan toplamışız hesabı yapıyoruz. Beyaz patlıcanı kimisi karnıyarık yapıyor, kimisi de bütün olarak kızartıp garnitür olarak kullanıyor. Mini ürün çeşitlerimizin yüzde 80'ini 365 gün müşterimizin emrine sunuyoruz. Sadece yenilebilir çiçek grubunun üretiminde 60 günlük boş verdiğimiz oluyor.


Yurtdışında yasak ilaçlar bizde serbestçe satılıyor


Hormon ve zirai ilaçtan söz açılınca kaşlarını çatıp sakat ayağı üzerinde devleşiyor Mahmut bey.

- Çoğu çiftçi, zirai ilacı nasıl kullanacağını hálá bilmiyor, onun için devletten denetim bekliyoruz. Devlet para yardımı filan yapmasın, öncelikle ilaçlanan seraları vakit geçirmeden denetlesin ama, kırıp dökerek değil. Çiftçiyi cezalandırmak yerine bilgili ziraat mühendisleri ilacın nasıl kullanılacağını öğretsin. Yurtdışında kullanımı yasaklanan ilaçlar Türkiye'de yasak değil Yener bey, onların yerine yeni bir ilaç versin. Geliyorlar; ‘‘Bu ilacı vereceksin’’ diyorlar; gidiyorsun almaya o ilaç yok, meğerse bu bölgede yasaklanmış. Akdeniz bölgesinde yasaklanan bir ilaç Ege veya Marmara bölgesinde rahatça satılıyor, gidip alıyorsun. Gelen ziraatçılar o ilacın bu bölgede yasaklandığını çiftçiye söylemiyor, illa kullanmasını istiyor. Gelip de ‘‘Bu ilacı kullanmak yasak, yoksa ceza yazarım’’ falan deyip gitmesinler. Bize alternatifler göstersinler. Benim şirketimde ziraat mühendislerim var ama, çoğu arkadaşımızın böyle imkanları yok. Çiftçiyi sahipsiz bırakmasınlar Allah aşkına, biz devletimizden para değil, yeni bilgiler öğretmesini istiyoruz.


Hıyarın iyisi çiçekli olur ve 100'den fazla türü var

Hıyarın iyisi canlı renkli ve ucu çiçekli olur. Bugün elimizde 100'den fazla tür hıyar tohumu var. Bunun en iyisini hangisi diye sorma, herkesin ağız tadı ayrı. Her bölgenin ayrıca 2-3 çeşidi var, zamana göre ekimleri de ayrı. Konya koyu renklisini istiyor, İstanbul kısa boylusunu, Bulgaristan ise 30 santim uzunluğunda olanını.

1983'te Türkiye'de daha kimse bilmezken ben çekirdeksiz karpuz ürettim. Şimdi Bambus arılarıyla yapılıyor ama, ben o zamanlar elimle polenletiyordum. Aslında karpuz kavun yetiştirmek çok kolaydır ama, ithal serbest olunca ben bıraktım.

Seracılık çok zordur, her yönüyle çocuğunla ilgilediğin gibi onun da üzerine titreyeceksin. Açık alanda yapılan tarımdaki zahmetin iki misli zahmet çekeriz ama, kazancımız da iki misli olmaz. Gün olur sera domatesini döküp satamazsın, hava biraz bozuk gider yayla domatesi daha değerli olur.

Domates rutubeti sevmez, patlıcan ise tam tersi üzerine çiy düşsün ister. Aşırı yağış, domatesi de, patlıcanı da bozar. Domatesi biz en fazla bir hafta bekletebiliriz, manav daha fazla bekletir ama, birkaç gün içinde satamazsa döker. Raf ömrü uzun yeni domates daha fazla dayanıyor, nakliyesi, soyması kolay ama damak tadı olarak boş. Dayanıklı domatesin verimi standart domatese göre 3 misli daha fazla.

Yeni yaptırdığımız cam seraların dönümü 4 milyara mal oldu. Çok daha modern ithal seraların dönümü 50 milyara kadar çıkıyor. Benim yaptığım çileklerin 11 tanesi 250 gram geliyordu, İsrail tohumuydu. 1987'lerde Türkiye'de ilk ekolojik sebze üretimini de ben başlattım ama, 15 milyar zararla bitirdim. Turptan ıspanağa, kabağa kadar 25 çeşit ürettim ama, ekolojik olduklarına dair rapor verecek bir merci yoktu, fiyat koyamadılar. Zarar ettiğim için pişman değilim, Antalyalı bir çiftçi olarak onu da denemek zorundaydım.

Babam 1954'de hasta oldu, o tarihte bir seradan aldığımız 7 bin lira İstanbul'a uçakla gitmeler gelmeler, hastane, doktor dahil bütün masrafları karşıladı.


Hormon yerine Bambus arısı


Hormon denen şu illeti Antalya'nın bu ünlü usta seracısından iyice öğrenelim dostlar, hepimize gına geldi.

- Yener bey, kocaman yaz ki, vatandaş hormondan değil zirai ilaçtan korksun. 50 gramlık şişelerde sigara parasına satılan hormon denen sıvı, iğneyle çekilip 10 litre suya 1-2 gram konulur ve sebzelerin çiçeklerine püskürtülür. Bu insan hormonu gibi bir şey değil kardeşim, çiçek döllemede kullanıyor. Çiçeğe bu hormonlu suyu sıktığımızda döl tutuyor meyve, hızlı büyüme sağlıyor. Hormon dediğin meyvelerin, sebzelerin içine iğneyle sıkılan bir şey yok. Hormon dengeli verilirse hiçbir ürün aşırı büyüme de yapmaz. Bazı çiftçi ürün daha büyük olsun diye normalin iki katı hormon kullanıyor, o zaman da anormal görüntüler ortaya çıkıyor. Hormon aslında 30 dereceyi aşkın sıcakta ve aşırı soğukta kullanılır. Son dört yıldır döllemede hormon yerine Bambus adlı bir çeşit suni arıları kullanıyoruz. Bir kovanda 250 tane arı oluyor, bu seneki fiyatı 120 milyon lira. Bu arıların ömrü 60-70 gün arasında, normal arılar gibi iğnesi yok. Bir dönüm sera için sezon boyunca 4 kovan yeterlidir. Hava rutubetli gidip arıları doyuracak polen çıkmazsa o zaman dışardan özel yem veririz. Domatesin çiçek açma devresi gelince salıyoruz Bambusları seranın içine, çiçekler bitene kadar döllemeyi tamamlıyor. Arı kullanılan mesela domates daha lezzetlidir, çekirdek olur, hormonda çekirdek olmaz. Domatesi kes, eğer çekirdeği varsa hormonsuz demektir. Ama hálá ikna edemediğimiz için arı yerine hormon kullanan çok çiftçi var. Salkım domatesleri de gönül rahatlığıyla yiyebilirsiniz, balık kılçığına dizilmiş gibi en fazla 5-6 domates olacak. Hakiki salkım domatese hormon verilmez, arı kullanılır. Salkımın işçiliği çok fazla olduğu için fiyatı da ötekilere göre pahalıdır, çok normal. Domatesleri her gün saydırıp, 6'şarlı olarak ucundan kestireceksin, kolay değil.


YARIN: AVRUPA’YI TÜRKİYE DOYURACAK
Yazının Devamını Oku

Kaçak kazılar yurtiçi ve dışından örgütlü

17 Eylül 2002
Doğu Akdeniz'in en ünlü antik kentlerinden Perge'de kazı çalışmalarını yürüten Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu, antika kaçakçılarının özellikle yurtdışında örgütlü olduğunu, içerdeki maşaları yönlendirdiklerini söyledi. Prof. Abbasoğlu, metal arama dedektörlerinin de yasaklanmasını istedi. Dedektör yasaklansın

- Türkiye'de kaçak eski eser kazılarını önlemek için öncelikle define arayıcılarının kullandığı her türlü dedektörün ithalini yasaklamak şart. Kaçakçılar bu cihazları 50 santime kadar derinlikteki madeni sikkeleri bulmak için serbestçe kullanıyor. Alında bunların bilimsel olarak da faydası yok, çünkü basit bir demir parçası da o sinyali veriyor, her tarafı kazıyorlar. Arazisinde tarihi eser bulan kişi o malın sahibi olamaz, çünkü yasaya göre yer altındaki bütün eski eserler devletin malıdır. Kendi arazisinde kaçak bir kazı yapsa bile oradan çıkan eseri 3 gün içinde müzeye teslim etmesi lazım. Kendi iradesiyle teslim ettiğinde müzedeki komisyonun biçtiği değer karşılığındaki parayı öder. Eskiden bakanlığın bu konudaki ödeneği azdı, paralar bir yıl sonra ödenebiliyordu. Son beş yıldır bu ödenekler arttı, paralar gecikmeden ödeniyor. Artık müzeye gelen her esere kalitesine bakılmaksızın bir miktar para veriliyor, vatandaşın ayağı alışsın diye.

Tarihi mekanlar üzerinde özel mülkiyet oturuyor

- Perge 1. derece arkeolojik SİT ama, antik mezarlığın bulunduğu büyük kısmı hálá özel mülkiyette. Kentin ilk kurulduğu akropolisin üstü bile hálá özel mülkiyet, neyse ki tarım yapamıyorlar. Yanımızda Toparlar Köyü bütünüyle antik tarihin üstünde oturuyor, İhsaniye'nin ise bazı evleri. Şu anda tarlasını kazdığım İbrahim'in amca oğlu Süleyman Çoban, bu bölgenin en ünlü antikacılarından biri, senelerdir orada oturuyor. Evinin önünde oynayan çocuk bile en azından sikke buluyor. Kaç kere bu işten tutuklandı, içeri girdi çıktı, şimdi yapmadığını söylüyor, keza Adnan Çoban. İbrahim ise çok dürüst, bugüne kadar hiç vukuatı yok. Aslında kaçak kazıları bizim köylüler değil, dışardan gelenler yapıyor. Onları teşvik edenler de yurt dışı bağlantıları olan kişiler, buraya bir zamanlar Uşak, Afyon dolaylarından gelenler olurdu. 107 dönümlük tarlanın küçük bir bölümünü kamulaştırmak istedik ama, 28 hissedar anlaşamadı, tamamını almaya da bizim paramız yetmiyor Adamın çocuğu evlenecek bir göz oda yapamıyor, sulu tarım da yasak. Köylülerle iyi ilişkiler kurarak ancak oralarda kazıya devam ediyoruz. Mesela kazı yerinde yapacağı ekine karşı tarla tazminatı veriyorum, bunu da Talya Otel'in kültür tutkunu genel müdürü Rezan Kulaksız ödüyor. Buraların bir an önce kamulaştırılması lazım.
Yazının Devamını Oku

Arkeolojik kazıları özel sektör desteği kurtarır

16 Eylül 2002
Perge, Antalya'nın 18 km doğusundaki Aksu beldesinde, Akdeniz'den 11 km içerde MÖ 3. yüzyılda iskan edilmiş bir antik kentin adı. Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu ise Abbasiler'den gelme bir ailenin 1943 İskenderun doğumlu çocuğu, arkeolog Eser Alpar'ın eşi, Mehmet'in babası. İstanbul Erkek Lisesi'nde seçmeli ders olarak Latinceyi istedikten sonra gönlünü eski kültürlere kaptırmış. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girip Klasik Arkeoloji'yi bitirmiş. Almanya'da Marburg ve Heidelberg üniversitelerinde bilgisini pekiştirmiş. Dönüşünde Dekan Yardımcılığı, Yönetim Kurulu üyeliği derken 1993'te mezun olduğu fakültenin anabilim dalı başkanı olmuş.

1985'ten bu yana Perge kazısı ve onarımı başkanlığını yapan Haluk hocayla el sıkıştığım anda anladım ki, o aslında bir Perge vatandaşı. Biraz önce bindiğimiz sarı minübüsle sütun diken sarı vinç de Perge döneminden kalma. İmparator Hadrianus bilseydi ki 21. yüzyılda da kullanılacak, en azından yarım motor yaptırıp çıkma lastik taktırırdı.

Perge bilseydi ki kendinden yüzlerce yıl sonra kurulacak bir büyük bir ülkenin siyasi partileri seçim listelerinde kadınlara yer vermeyecek, MÖ 2. yüzyılda kendini yöneten Plancia Magna'yı örnek gösterirdi. Perge bilseydi ki, ‘‘Tüm Kabileler Ülkesi’’ Pamfilya, 21. yüzyılda yağmura teslim olacak, bütün Anadolu'yu kanalizasyonla örerdi. Perge bilseydi ki 21. yüzyılda kendini dünya kültürüne armağan eden bilim adamlarının suyu kesilecek, Toroslar'dan kanallarla su getirirdi.

Ey viski, ıstakoz, şampanya, pazı dolması, Göltürkbükü, Petros, Laila, Mercedes, Reina, Ferrari tutkunları!.. Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu'na hele bir kulak verin. O zaman siz de aynen şöyle diyeceksiniz:

Selam Perge'yi yeniden dünyaya armağan eden Arif Müfit'lere, Haluk'lara!.. Ne mutlu Perge gibi sevgi dolu yönetici ve vatandaşları olan kentlere!.. Yazıklar olsun, ömrünü insanlığa adayan bilim adamlarının suyunu kesen yöneticilere!..

Kazı bütçeleri çok düşük

- Perge'de ilk kazmayı 1946'da Ord. Prof. Dr. Arif Müfit Mansel vurmuş, demek ki aradan 52 yıl geçmiş. Benim doktora, doçentlik, profesörlük tezlerimin hepsi burasıyla ilgili, benim hayatım Perge. Çıkardığımız eserlerin para değerini bilmem, hiç de merak etmedim. Çünkü bizim için bunların maddi değil, tarihi ve bilimsel değeri önemli. Bir zamanlar buradan çıkanların benzeri bir lahdin Amerika'da 500 bin dolara gittiği söylendi, bu rakam bizim 10 yıllık kazı bütçemizdi. Üniversite öğretim üyesi olarak aldığım 1 milyar 660 milyon küsur liralık maaşımın dışında kazı çalışmalarından hiçbir ekstra maddi gelirim yok. Antalya'da dikili ağacım yok, yanlış anlaşılır diye yeni emekli olan meslektaşım ve sevgili eşim Eser'in mütevazı ikramiyesiyle köy odası bile almadık. Yener bey, işimizin onuru, bilimsel sonucu bizim için en büyük gelirdir. 10 milyon lira yevmiyeyle yemek giderlerimizi karşılıyoruz. Çalışmalar boyunca İstanbul Üniversitesi'nin sağladığı Antalya'daki kazıevinde kalıyoruz. Öğrencilerimiz de 4 milyonluk yevmiyelerini toplayıp ortaklaşa yemek giderlerini sağlıyor. Bir dostumuz öğrencinin yemeği için yağ sağlıyor, bir başkası makarnasını, pirincini alıyor. Zamanımın büyük bir kısmını maddi yardım aramakla geçiriyorum. Bu sene Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü 9 milyar işçi parası, 500 milyon arkeolojik kazı gideri verdi. Kültür Bakanlığı Döner Sermaye İşletmeleri de 30 milyar liralık ödenek ayırdı.

Rehberler turisti kandırıyor

Pergel burada bulundu kentin adı Perge oldu!..

- Turist rehberleri çok yanlış bilgiler veriyor, onları yeniden eğitmek lazım. Mesela eksantrik olsun diye ‘‘Agorada köleler satılıyordu’’ deyip büyük kapıyı zindan olarak gösteriyorlar. Türk turistlere ise ‘‘pergel burada bulunduğu için adının Perge olduğunu’’ söylüyorlar. Elipsin problemlerini halletmeye çalışan matematikçi Apollodoros'la bir ilişki kurulmaya çalışılıyor ama, pergelle Perge'yi birleştirmek cinayet. Perge eski Yunanca bir isim değil, bir Anadolu dilinden geliyor, anlamını da henüz bilmiyoruz.

Batılı ülkelerde her kazının sponsoru var

- Bu yılki 41. kazı sezonunda kentin ancak yüzde 15'ini ortaya çıkarabildik. Bu tempoyla devam edersek Perge'de en az 150 yıl daha yapılacak iş var. Artık devletin bütçesiyle bu işler daha fazla yürümez, kültüre ayrılan miktar belli, pasta aynı, dilimler gittikçe küçülüyor. Ören yerlerinin özelleşmesine kesinlikle karşıyım ama, özerkleşmeye evet. Devlet denetiminde bir işletme gibi düşünülerek kendi gelirini sağlamalı. Gelen para repoya, bankaya değil, yine oradaki arkeolojik kazıya harcanmalı. Ya da birçok Batılı ülkede olduğu gibi sanayi kuruluşları, bankalar, sigorta şirketleri sponsorluk yapacak, başka yolu yok.

Turizmciden Perge’ye tek kuruş katkı yok

- Bugüne kadar değil ulusal boyuttakiler, Antalya'daki turizm sektörü bile bize hiçbir yardımda bulunmadı.Bizim turizmciler ören yerlerini devamlı kullanıyor ama, oralara hiçbir yatırım yapmıyor. Çok acıdır, bugüne kadar turizm sektöründen Perge'ye hiçbir pay yoktur. Korumak kazı yapmaktan daha pahalı. Anadolu'da başka bir örneği olmayan 2200 senelik yuvarlak kuleli Helenistik iki şehir kapısını yıkılmaktan kurtaracak proje hazır, bedeli 450 milyar lira. Bunu bulmamız mümkün değil, bu durumda 2 sene sonra yıkılacak, çünkü aşınmalar çok fazlalaştı.

Arkeolog olmak, iğneyle kuyu kazmaktan zor bir iş. Arkadaşımız Yener Süsoy, röportaj sırasında Prof. Dr. Haluk Abbasoğlu'ndan bulunan sikke ve değişik objelerin nasıl temizleneceğini öğrenmeye çalıştı.

YARIN: Define detektörleri yasaklansın
Yazının Devamını Oku