13 Ağustos 2002
Özel tiyatroların çok zor durumdaz olduğuna dikkat çeken Ferhan Şensoy, arkadaşımız Yener Süsoy'a devletin ‘‘çok acil’’ yardım etmesi gerektiğini söyledi. Şensoy, tiyatro adına ‘‘televole kültürü’’ uzantısı bazı espirilerin sahnelerde ‘‘tiyatro’’ diye sunulduğunu belirtti. Televole kültürü uzantıları tiyatro diye sunuluyor
- Bu arkadaşların çoğunda ritm düşüklüğü de var, aralarından birisi Ferhangi Şeyler'i oynasa 6 saat sürer. Hocam, 2 saat 2 perde oynamak için önce bir aktör olmak gerekir. Niye hiç birini izlemediğimi soruyorsun, ben aktör olmayan birine 2 saat bakamam, aktör olarak sinirlenirim. Zaman zaman televizyonda görüyorum, o veya bu hiçbiri önemli değil, televole kültürünün uzantıları. Evet bir esprisi var, tamam da, sahnede durmasını, yürümesini bilmeyen, diyaframı olmadığı için yaka mikrofonu takmış bu tipe 2 saat nasıl bakabilirim? Onlarla beraber oluşan seyirci aslında tiyatro izleyicisi değil. Stand-up'a gidenler genellikle kolaycı ve tiyatrodan nasibini almamış gençler. Stand-up'a tiyaro deseniz belki de gitmezler. Benim izleyicimin büyük bir kısmı da onları izlemiyordur, bundan eminim. Radyo programından ötürü izleyici edinmiş stand-up yapan birkaç kişi var, izleyici varsa niye yapmayacak ki? Sen yap kardeşim ama, ben seni seyretmem. Ben yapamayacağım çok güzel bir şeyi birisi yaptığı zaman kıskanırım. Hepsi Ferhangi Şeyler'den çıktığına göre, aktör de olmadan benim yolumdan giderek bir şeyler bulmuşlarsa yol göstericileri olarak onları niye kıskanayım?
Kanun kuvvetinde kararnameyle özel tiyatrolar desteklensin
Özel tiyatrolara devletin çok ciddi bir şekilde sahip çıkması lazım, ben dahil hepimiz boğulmak üzereyiz. Böyle giderse sabit tiyatromdan ayrılıp bir bavulla Ferhangi Şeyler'e ölene kadar devam edeceğim. Ses Tiyatrosu elimden gitmek üzere. Devletin yaptığı para yardımı iki haftalık gazete ilanımızı zor ödüyor. Ben Ses Tiyatrosu'nda kiracıyım, kirayı hemen devletin üstlenmesi gerekir.
Amerika'dan telefon edip çaykaşığının yerini sorar
Ferhan tiyatroda çok eziyet ederdi, eskiden ondan çok korkardım ama, şimdi hiç umurumda değil. Özellikle oyundan sonra çok kavga ederiz. Çok farklı bir ekolden geldiğim için ondan çok şey öğrendim. Başlangıçta kendimi dışlanmış gibi hissettim, başka bir dünyadan gelmiş gibiydim. Özellikle ‘‘Muzır Müzikal’’de çok zorlandım, çok ağladığım günler oldu. Ferhan'ın tiyatrosundan bir sentez yakaladığıma inanıyorum.
Ev işlerinden hiç anlamaz, mesela Amerika'dayken bana telefon edip çay kaşığının yerini sorar.
Ferhan çok akıllıdır, ben de ikinci planda kalmayı bilen, darbeyi kesin indiren akıllılardanım. Ben öyle aptal gibi dururum, onu öne iterim ama, hakkımı yemeyelim, fena değilimdir. Eskiden bunları da söylemezdim÷ bak şimdi sana rahatlıkla anlatıyorum. ama artık bak söylüyorum. Ferhan beni de kıskanır, mesela seyirci bana daha çok güldüğünde çok hiddetlenir.
Ferhan çok inatçıdır ama, onu alt etmenin yollarını artık çok iyi biliyorum. İlk anda onun dediğinin aksini söylemem, ertesi sabah yumuşak bir sesle veya içkili olmadığı zamanlarda hallederim. İçkiliyken daha beter reddeder.
Stand-up'ın bizdeki babası Orhan Boran
Tek kişilik gösterinin ülkemizde Orhan Boran'dan sonraki müsebbibine amansız Bodrum güneşinde çatır çatır sormak gerek...
- Vallahi ben böyle olacağını bilerek başlamadım Ferhangi Şeyler'e. Buna başlamam kendimi ateşe atmak gibi bir şeydi. Muzır Müzikal'de Şan Tiyatrosu yandı, aynı günlerde Küçük Sahne'de oynadığımız İçinden Tramvay Geçen Şarkı'da Hümeyra boynunu zedeledi. Tiyatromuz batmak üzereyken 9 günde bunu hazırladım, 7 Mart 1987 gecesi ilk oyunu sergiledim. O gün İstanbul'da kardan sokağa çıkılmıyordu ama, bizim tiyatro sandalyeler eklenerek fulün üstüne çıkmıştı. Müritlerim tek başına çıktığım bu oyunu izlemek için kırmızı burunlarıyla her yerden yaya gelmişlerdi. Bu kadar yıl süreceğini hiç düşünmemiştim, aslında tiyatroyu kurtarmak için bir can simidiydi. Ama o Ferhangi Şeyler, daha sonra Küçük Sahne'yi onardı, Ses Tiyatrosu'nu yaptı, Ortaoyuncular'ı hakkıyla döndürdü, bize baktı ve de bakıyor. Şu anda tam 1490'ıncı oyundayım. İsmi lazım olmayan bir meslektaşım olsa, bunu bir yıl ‘‘1500'üncü oyun’’ diye oynardı. Böyle ilgi toplayınca, ‘‘Zaten ne yapıyor ki bu adam, çıkıp gazeteleri okuyor, bir şeyler anlatıyor, ben de yaparım ne olacak?’’ durumu oldu.Bir zamanlar gazinoda ikili komik modası vardı, hepsi de böcekler halinde. Aramızda çok fark var, Ferhangi Şeyler, tiyatro disiplini içinde 2 perde tiyatro oyunu. Hepsi beni örnek aldığı için 2 saat 2 perde stand-up yapıyor, halbuki dünyada bunun standardı 25 dakika, ayrıca tiyatroda değil, özel kulüplerde yapılıyor. Stand-up'ın bizdeki ağa babası Orhan Boran'dır, çok renkli ve dolu dolu yaptı.
Yazının Devamını Oku 12 Ağustos 2002
Derya Baykal ve Ferhan Şensoy adlı iki ünlü firariyi en sonunda kızları Ferhan ve Derya'yla birlikte Yalıkavak'ın 250 nüfuslu Geriş Köyü'nün 200 rakımlı tepesinde kayalar üstüne kurulu mavi boyalı, 6 odalı, yüzme havuzlu bir evin salıncaklı, tahteravallili, hamaklı bahçesinde domates, biber, üzüm ve erik toplarken yakaladık. Bu köy villasını Ferhan çizmiş, dekorasyonu ise Derya imzalı. Bahçeye girişte gördük ki, fıstık kızlar birer usta aşçı olmuş, ilaç tontişi Derya 7 kilo vermiş, Ferhan ise her zamanki gibi bol çay üstü bol sigara içip öksürük solo çekiyor. Cadı konumundaki 3 Kova kadını 1 Balık adamını almışlar karşısına, o kovadan bu kovaya boşaltıyorlar. Bir yandan da ellerinde kamera hababam film çekiyorlar. Pek yakında Geriş Kısa Film Festivali düzenlerlerse hiç şaşırmayın, Ferhan ve şurekasının ne yapacağı belli olmaz. Bu arada Şensoy dörtlüsünü bulmasına bulduk ama, Bodrum'un acımasız öğle güneşinde Everest'e tırmanmış kadar da olduk hani. Darın darı, toprağın toprağı, dikin diki bir yol ki sormayın gitsin, neyse ki Utrillo tablosu gibi evin bahçesi püfür püfür. Şık fıstık kızlar kendi elleriyle muhteşem diyabetik kek ve börekler yapıp, yanlarına da soğuk-sıcak diyet içecekleri sıralamışlar. Maviler mavisi Ege'nin ayaklar altına serildiği bir evde bunları tatmak, Leyla hanımın şifalı otlar konusundaki engin bilgisinden yararlanmak ve de içi dolu gülmek istiyorsanız buyrun.
Vivaldi çalan berber ve ütüyle tost yapan adam
Ferhan, aslında Bodrum Yarımadası'nın hayli kıdemli sakinlerinden olup...
- Bodrum'da 1972'lerde bir tek meyhane vardı, gece tam 24.00 olduğunda bekçi düdük çalıp ‘‘Hadi len gidip yatın gari’’ derdi, elektrikler kesilip dükkan kapatılırdı. Köylerin ve koyların hemen hepsinde elektrik, yol yoktu, o sırada birkaç arkadaşla bakir Gölköy'ü keşfettik. Nota bilmeyen bir berber vardı, küçük transistörlü radyosundan dinlediği kadarıyla Paganini, Vivaldi çalardı. Bir de ütü-tostçuyu hiç unutmam, kızgın güneşe 20 dakika tuttuğu ütüyü ekmeğe coz diye bastırıp tost yapardı. O tarihte Gölköy'de herkes ressamdı; şalvarı giyen, mendili bağlayan elinde fırça resim yapardı. Bir gün bana ‘‘Necisin?’’ diye sordular, daha tanınmamışız, kimse tanımıyor, ‘‘Yontoloğum’’ diye cevap verdim. Türkbükü'nden sonra Farilya'ya, oradan Yalıkavak'a, 10 yıl önce de bu köye kaçtık. Buradan kaçmayacağız, çünkü bunca yıldır değişen hiçbir şey olmadı, toplam nüfus hálá 250 kişi.
Lokman Hekim Leyla Hanım
- ‘‘Geriş’’ Yörük Türkmen ağzında iki tepenin arasındaki uzaklık anlamına geliyor. Bu arsayı aldığım İbrahim Koyunbaba'nın 100 yıllık evini müze yaptım, her şeyiyle özenle koruyoruz. Köyün en büyük zeytin ağacı bizde, onun dibinde 80 metreden güzel bir su bulduk. Her sene 4 teneke yağ çıkıyor bizim zeytinlerden. Leyla hanım zeytini toplar, götürür ve bize de bir teneke gönderir. Elimiz ayağımız Leyla hanım, aynı zamanda Lokman Hekim'dir, hangi otun neye yaradığını ezbere bilir. Mesela kaktüs inciri de denilen frik inciri, bağırsaklardaki kurtları temizliyormuş. Boğazımız, karnımız ağrıdığında bize şebso otundan çay yapar, Derya'nın şekerini sabahları içirdiği sakız kekiği suyuyla düşürür. Bir cumartesi akşamı bizim evin yokuşundan çıkarken ayağım döndü, sıcağı sıcağına bir şey hissetmedim, hatta balıkçıya yemeğe gittik. Sabah İzmir turneme gideceğim, bir baktım ayağım davul gibi olmuş. Ne yapacağım diye düşünürken Leyla hanım patates rendesini unla karıştırıp ayağıma sardı. Ben o ayakla Bodrum'dan arabamla yola çıktım, Karşıkaya'ya geldiğimde ayağım eski halinden bile güzel hale gelmişti.
İzleyici kaybı tüm dünyada var
İzleyici kaybı yalnız Türkiye'de değil, dünyada aynı sıkıntı var. Mesela Londra'da 3 ay sonraya yer zor bulunuyordu, bir ara 20 gün sonrasına bulunur hale geldi. Çünkü F tipi internet gençliği tiyatroya gelmiyor. Bunun üzerine Londra Belediyesi sezon başında tiyatrolardan birer aylık kombine bilet satın alıp özel otobüslerle internet kafelerden topladığı çocukları tiyatrolara taşıdı. Bizde ise şöyle oluyor: Emniyet bir yazı gönderip ‘‘Emniyet mensupları ve ailelerinin kültürünün artması için tiyatro görmelerinde yarar müşahede edilmiştir’’ dedikten sonra her oyunda bedava yer verilmesini istiyor. Her gün kimlik kartını gösterip aile boyu gelenlere ben niçin bedava tiyatro oynayayım?
Sanatçıların bir partiye girmesini saçma buluyorum
Türkiyem, Türk seçmenim gözün aydın, gönlün ferah olsun, çünkü Ferhan Şensoy da bir parti kurmuş bulunmakta.
- Ben de ‘‘Ve Fakat Demokrasi Sanal Partisi’’ adlı bir parti kurmuş bulunmaktayım. ‘‘Sakın bize oy vermeyin, soytarıyız biz’’ sloganıyla ortaya çıkıyoruz. Seçim şarkılarımızı, marşlarımızı hazırlarken anladım ki, siyaset hiç işi gücü olmayanların işi. Benim Türkiye, Amerika turnelerim var, yeni sezona oyunlar yazıyorum, politikanın sanalını yapmaya bile vaktim yok. Ben sanatçı olarak politikanın içindeyim zaten, ben milletvekili olursam benim yaptığım tiyatroyu kim yapacak? Sosyal demokratlar bana son seçimlerde İstanbul'dan belediye başkanlığı, milletvekilliği için teklifte bulundu, ama girmek saçmalık olur. Hatta sanatçının bir partiye girmesini bile saçma bulurum. Sanatçının ‘‘birinin adamı’’ titrini almaması gerekir. Ustam Haldun Taner de Kültür Bakanı olması için getirilen teklifleri bu nedenle reddetmişti.
Ben gerek tiyatrocu, gerek Türk vatandaşı olarak Türkiye'nin istikbalini çok umutlu görmüyorum. 3 Kasım'da seçim olması tiyatro sezonunun üstüne tüy dikti. Bir sene deprem, bir sene kriz derken üç sezondur zaten sallantıda olan tiyatrolara tam bir ölüm darbesi yani. Bu tiyatro sezonunun çok kötü olacağı kafadan belli, yeni oyun yazıyorum ama, yazasım yok.
Yazının Devamını Oku 7 Ağustos 2002
Obezite danışmanı Dr. Haluk Saçaklı, arkadaşımız Yener Süsoy'a insanların kilo verme konusundaki ‘‘sabırsızlıklarından’’ yakındı ve bilinçle bilgi olmadan hiçbir şeyin ‘‘incelmeyeceğini’’ belirtti. Dr. Saçaklı'ya göre aşırı kilolarda en önemli etken, hareketsizlik. Tek kelimeyle insanlar merdiven çıkmaya bile üşeniyor.
Dr. Saçaklı, sağlıklı yaşam için ‘‘kahvaltının şart’’ olduğunu da vurguladı.
İşyerinde merdiven çıkmaya üşenmeyin
Ofisinizde 6 saniye yapacağınız jimnastik sizi gün boyu daha verimli kılar. Mesela göğüs kaslarınızı çalıştırmak için avuç içlerini birbirine bastırın. Bacak kasları için bir duvara sırtınızı verip çömelin ve kalkın. Otururken kalça kaslarınızı enz az 30 kere kasıp gevşetin.
Günde 6 kere merdiven çıkmak ömürünüzü 2 yıl uzatır.
1 dakikalık dans, 1 dakika futbol oynamaktan çok daha fazla kalori yakar.
Öteki egzersizler yağların daha fazla çözülebilmesi için sabah aç karnına veya kahvaltıdan 1,5 saat, yemeklerden 3,5 saat sonra yapılmalı.
Egzersiz giysisi seçerken dikkat
Yürüyüşte naylon eşofman değil ter emici giysiler giyilmeli. İç ısımız normalde 36 derecedir, egzersiz sırasında 38,5'a çıktığı anda vücudumuzdaki termostat devreye girer, deri gözenekleri açılır, terleme başlar ve böylece vücut soğur. Kat kat eşofmanla koşan kişiyle radyatöründe su bitmiş otomobil arasında hiç fark yoktur, kendilerini ölüme götürüyorlar. Egzersiz giysileri yazın merserize, kışın pamuklu olacak. Ne kadar çok terlersek o kadar fazla su kaybederiz, mineraller, sodyum gider potasyum dengesi bozulur.
Saunayı, kat kat naylon eşofman giymeyi yağ kaybıyla eşdeğer tutmak cinayettir. Saunaya 15 günde bir gidilip toksin, laktik asit atılır ama, sonrasında bol su içmek kaydıyla.
Güzellik salonunda mumya gibi paketlenen hanımlar
Güzellik salonlarında mumya gibi paketlenen hanımların kilo verdiği, bedenlerinin küçüldüğü yalan. O kilo değil, su kaybıdır, saunada daha fazlası verilir. Bandajdan çıkmış bir bel geçici olarak birkaç santim daralmış olabilir ama, hemen eski halini alır.
Eti öğlen yiyin
Öğle yemeği için ideal saat 12.00-14.00 arasıdır. Mönü ise şöyle olmalı: 4 köfte büyüklüğünde yağsız et, köfte, tavuk veya balık, 1 tatlı kaşığı zeytinyağ ile pişmiş 2.5 su bardağı makarna veya pilav, 4 adet zeytin, 1 su bardağı diyet yoğurt.
Öğle yemeklerinde sindirimi zor olan besinleri tüketeceğiz, mesela et. Bu şekilde onların yağa dönüştürme riskini ortadan kaldırmış oluruz. Etin yanında az yağlı, bol yeşillikli mevsim salatası olacak. Kilo sorunu olanlar havuç ve mısırdan uzak durmalı, çünkü onlar hızlı şeker. 1-2 dilim ekmeğin yanısıra sofrada light yoğurt olmasında da yarar var. İnsanın günde 2 küçük su bardağı süt ya da yoğurda ihtiyacı var. Bu kısıtlamalar yetişme çağında olan çocuklar için geçerli değil, aman dikkat.
İlle de kahvaltı
Kahvaltı sağlıklı ve dengeli beslenmenin temel taşıdır. Şarjı bitmiş bir cep telefonu nasıl işimize yaramazsa, güne kahvaltısız başlamak da öyle. Sabah 10 dakika erken kalkıp mutlaka kahvaltımızı yapalım, işimize öyle gidelim. İdeal kahvaltı saati 07.00-09.00 arasıdır. Çünkü gece uyurken kan şekerimiz düşer, sabah insülin artmaya başlar. İnsülin ne kadar artarsa tehlike o kadar başlıyor demektir. İnsan aşırı yiyerek kilo aldığı gibi aç kalarak, öğün atlayarak da kilo alır. Sağlıklı bir sabah kahvaltısında bir kibrit kutusu büyüklüğünde tercihan yağsız peynir şart. Eski kaşar, dil, tulum gibi peynirlerden uzak durup light beyaz veya kaşar peynirle loru tercih edeceğiz. Yanında söğüş domates, salatalık, kıvırcık... Yağsız olmak kaydıyla 4 adet tercihan yeşil zeytin. Zeytine yağ koymak, ekmeği yağa banmak yok. Salam, sosis gibi şarküteri ürünler de yok, çünkü içindeki yağ miktarı ettekinden 3 katı.
Akşama zeytinyağlı
Akşam yemeğinde ise daima zeytinyağlı sebze, salata gibi sindirimi kolay besinleri tüketeceğiz, genellikle et olmayacak. Akşam yemeğinin ideal saat ise 18.00-20.00 arası. Mönü ise şöyle olmalı: 1 tatlı kaşığı zeytinyağı ile hazrılanmış sebze yemeği, 1 su bardağı diyet yoğurt, 1 ince dilim kepek ekmeği, 1 porsiyon mevsim meyvesi.
NOT: Günde mutlaka 5-12 bardak su içilmesi şart.
Tatlı tüketmenin ideal saati kaç
Tatlı tüketmenin ideal saati 16.00-17.00 arasıdır, kötü şeyleri hep bu saate atın. Diyet baklava, diyet çikolata diye bir şey yok, diyabetiklerle karıştırılmasın. Onlarda da un, yağ, nişasta aynı, sadece şeker yerine tatlandırıcı var.
Light’lar da kilo aldırır
Diyabetik ürünler sınırsız yenmez, doktorun verdiği kalori ölçüsünde tüketilir. Ayrıca son bilimsel araştırmalar light içeceklerin de insülüni arttırdığını, kilo artımına yol açtığını gösterdi. Onun yerine değerli mineraller içeren doğal maden suyunu tercih edelim.
Makarna, pirinç ve ekmek bizim için aynı değerdedir. Yarım su bardağı haşlanmış makarna bir dilim ekmeğin karşılığıdır. Makarnanın üstüne mantar, domates gibi soslar konabilir. Yağ olarak ise bir tatlı sıvı yağı kullanılabilir. Makarna ölçüsü kişi başı 2,5 su bardağı. Kilo sorunu olanlar ise kepekli makarna veya kepekli pirinci tercih etmeli.
Yağda eriyen vitaminleri taşımak için salatalara zeytinyağı koyacağız. Söğüş yenen salata hiçbir işe yaramaz. Depodaki yağları yakacak olan vitamin, mineral sudur.
Yazının Devamını Oku 6 Ağustos 2002
Sahne ve sinema yıldızlarından politikacılara, birçok ünlü ismi incelten ünlü obezite uzmanı Dr. Haluk Saçaklı, arkadaşımız Yener Süsoy'a ince ve sağlıklı bir fiziğe sahip olmanın püf noktalarını açıkladı. Dr. Saçaklı, bu işin çok zor olmadığını, sadece beslenme ve fiziksel aktivite konusunda kişisel irade gerektirdiğini belirtti.
Kilo problemi olan beyaz ekmek yemesin
Beyaz ekmeğin light'ı olamaz, light demek beyaz un yerine doğal undan kullanılıp kepek oranı arttırılmaş demektir. Beyaz ekmeği kilo problemi olanlar yememeli, çabuk kana karışır, midede sindirilmeden çabuk gider. Ömür boyu kepekli ekmek de yenmez. Eğer sadece kepek ekmeği yersek içindeki madde bizim kansız olmamıza neden olur. Kilo probleminden arındıktan sonra gün içinde tüketilecek ekmeğin yarısı beyaz olmalıdır. Kolesterol problemi olanlar lif açısından zengin çavdar ekmeğini tercih etmeli.
Salatalık ve domatesi kabuğunu soymadan yiyin
Acıkma hissi oluştuğu zaman bir salatalığı veya domatesi güzelce yıkayıp bıçakla kesmeden kabuğuyla yiyin. Çünkü bütün vitamin ve mineraller lif olan kabuğun altındadır. İçeri ne kadar lif sokarsak o kadar yağ çözeriz. Bunun için zayıflamak isteyenler lifli gıdaları çoğaltmalı ama, ülser sorunu olanların dışında.
Kahvaltı öncesi 1 porsiyon meyve
Kahvaltıdan 15 dakika önce mutlaka bir porsiyon meyve yiyin. Bir porsiyon meyve bir avuç büyüklüğünde şeftali, elma demek. Üzüm gibi taneli meyveler için porsiyon ölçüsü bir su bardağı dolusudur. Kavun, karpuzda ise ince bir dilimdir.
Kötü meyve iyi meyve
Meyvede yağ yok denecek kadar az, iyi karbonhidrat, bitkisel protein var ama, su dışında kalorisi olmayan hiçbir besin yok. Bir oturuşta bir kilo kirazı yersek, bir koca ekmek yemiş kadar karbonhidrat alırız. Çünkü vücudumuzdaki karbonhidrat depoları dolunca onlar da yağa dönüşür. Karpuz, kavun, üzüm, muz, incir, dut yüksek glisemik endeksli oldukları için çabuk kana karışıp şekeri yükseltir. Bu nedenle biz onları ‘‘kötü meyve’’ olarak tanımlarız. Günde 5 öğün meyve yiyeceksiniz, kötü türde olanlar 2 öğünü geçmemeli. Meyveyi yemek sırasında veya hemen bitiminde yersek sindirimi zorlaştırdığı için gaz yapar. Onun için meyveleri ara öğünlere yerleştirelim ki, hem iyi karbonhidrat kan şekerini yüksek tutsun, hem de şişkinlik yapmasın. Günlük meyve limitini bir öğünde değil, 5 ayrı zaman dilimine bölelim.
Yemekten önce içki içmeyin
İçkiyi yemekten önce içmeyin, yemek arasında alın. Rakı, viski gibi içkilerde saf alkol fazladır, birada ise hızlı şeker vardır. Onun için kırmızı şarabı tercih edeceğiz. Kırmızı şarap HDL'yi arttırıyor diye her gün iki kadeh içip alkol bağımlısı da olmayalım.
Egzersiz yaparken nefes nefese kalmak iyi değil
Kilo vermek isteyen kesinlikle haftada 5 kere egzersiz yapacak, spor değil. Yüksek tempolu aktivitelerden kaçınacak, nefes nefese kalmayacak. Yürüme bandında, sokakta koşmayacak, yürüyecek. Kalbe ek bir yük bindirmemek için aktiviteler yavaş tempolu ve uzun olacak. Sporu sporcu yapar, biz sağlık için egzersiz yapacağız. Fabrikalarımız olan kasları, 30 yaşından itibaren her yıl 250 gram yitirip 750 gram yağlanıyoruz. Egzersiz yapmadan sadece diyetle zayıflarsak fabrikaları kapatırız, 30 kilo verseniz bile hepsi kısa sürede geri döner, yağ yüzdesi daha da artmış olarak.
Yemekten en az 2 saat sonra yapılacak yürüyüşler 35 dakikanın altında, 60 dakikanın üstünde olmamalı. En hızlı tempo saniyede 2, dakikada 130 adım, ama 60'tdan başlayarak arttırmalısınız.
Ağır ağır, sindire sindire yemek yiyin
Hızlı yemek yemekten kesinlikle kaçınalım. Beyinden mideye giden uyarılar bize 12 ila 18. dakikalarda ‘‘Doydun’’ sinyali verir. Eğer önümüzdekileri 8. dakikada bitirirsek o sinyal yerine gitmediği için bize hálá yemeye devam ederiz. Onun için yavaş yavaş, sindire sindire yiyeceğiz, ara sıra çatalı bırakıp arkamıza yaslanacağız. Son çatalı ağzımıza yemeğin 20. dakikasında girmeli. Bunun yanı sıra her lokmayı 20-30 kez iyice çiğneyeceğiz. Bundan daha uzun, daha ağır yemek yiyenlerde doyma hissi ön plana çıkacağı için yemesi gerekenleri de yiyemez.
Fast-food'a ayda 1 kez izin var
4 kepekli bisküvi bir porsiyon ekmek, 2 grissini bir porsiyon tahıl, yarım bardak pişmiş makarna 1 dilim ekmek, haşlanmış yarım mısır 1 dilim ekmek, 4 yemek kaşığı haşlanmış kuru baklagil 1 dilim ekmek karşılğıdır.
Fast-food besinleri ayda bir kere yenesilir ama, yanında ayran içmek kaydıyla.
Vitamin ve enerji hapıyla beslenme
Piyasada satılan enerji içeceklerinin hiçbiri doğal değil, kaldı ki biz astronot değiliz. Vitamin, enerji haplarıyla sağlıklı beslenme olmaz. Türkiye gibi her tarım ürünün yetiştiği bir ülkede bu tür bileşimlere asla gerek yok.
Günlük tuz ihtiyacımızı yiyeceklerimizin dörtte üçünden zaten alıyoruz. Bunun ötesindeki ihtiyacımız günde bir küçük çay kaşığını geçmeyecek miktardır. Onun için yemeğin tadına bakmadan tuzluğa saldırmayalım.
Günde 4 tatlı kaşığı sıvı yağ
30 yaşından sonra kesinlikle katı yağlardan uzak duracağız. Çünkü biz doymuş yağları etten, sütten, peynirden yoğurttan alıyoruz. Gün içinde yüzde 30 yağ, yüzde 60 karbonhidrat, yüzde 15 protein vücudumuza girmeli. Bunların üstüne bir de tereyağ sürülmüş ekmek yersek bir sürü hastalığı davet etmiş oluruz. Katı yağlar oda sıcaklığında neyse, tencerede, tavada eridikten sonra yediğimizde damar çeperlerinde aynı şekilde donuyor. Ondan sonra gelsin anjiyo, gelsin by-pass. Zeytinyağı elbette çok yararlı ama, kalorisi katı yağdan fazla. Bir kilo sıvı yağda 9 bin, bir kilo katı yağda 7 bin kalori var. Zeytinyağının avantajı HDL dediğimiz iyi huylu kolesterolü arttırması. HDL bizim çöpçülerimiz, kötü huylu kolesterol LDL'yi temizleyen en büyük savaşçılarımız. Ama gereğinden fazla sıvı yağı tüketirsek vücuda fazla kalori sokup yine tehlike yaratırız. Günlük sıvı yağ tüketimimiz 3-4 tatlı kaşığını geçmeyecek.
YARIN: İlle de kahvaltı
Yazının Devamını Oku 5 Ağustos 2002
Dr. Haluk Saçaklı, denince ilk akla gelen Sibel Can, Nurseli İdiz, Hülya Avşar'dır ama, daha nice starı, sporcuyu, milletvekilini, hatta bakanı gizlice muma çevirmiştir. Çayelili bir ana babanın 1957 İstanbul doğumlu oğlu olan Haluk Saçaklı'yı önce tanıtalım size. Şişli Lisesi'nden sonra İstanbul Spor Akademisi'nin 1979'deki ilk mezunlarından... Spor tıbbının kinesyoloji dalı uzmanı... GS ve FB'nin 800 ve 1500 m lisanslı atleti... Aziz Yıldırım başkanlığındaki Üsküdar Anadolu Kulübü'nde merhum Sabri Kiraz'ın antrenörüydü... Tanju, Metin, Feyyaz'lı Genç Millilerimizi Adnan Dinçer'le birlikte çalıştırdı... Türkiye'nin ilk teknik direktörlük kursunu Şenol Güneş'le birlikte bitirdi... Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü'nde obezite tedavisi üzerine bilim doktorası yaptı... İTÜ'de öğretim üyesi olarak uzun yıllar sağlıklı zayıflama dersleri verdi, zayıflama merkezi açtı... Üniversitelerdeki 19 yıllık bilimsel çalışmasının ardından 3,5 yıl önce kendi adına obezite ve danışmanlık merkezi kurdu... 1.84 m boyunda, 82 kg ağırlığında olup her sabah 2 kaşık bal, yılda 5 kere de kızartma yer... Her akşam televizyon karşısına geçip 12 dakikada tam 1000 (bin) yarım mekik yapar... Yardımcısı Canan hanımla 5 yıldır evlidir, ilk eşinden 9 yaşında Ceylin ve 12 yaşında Gökçen adlı iki kızı var. Esenkent'teki dairelerinde Bayan Saçaklı'nın kendi eliyle yaptığı diyet yemekleri yerken Bay Saçaklı'yı dinlemek pek kolay değil. İkisinin de ağzından bal damlıyor ama, yemeklerde ne bol yağ var, ne tuz, ne de şeker. Ne tereyağlı pilav var, ne patlıcan kızartma, ne sucuk, ne eski kaşar. Hamburger, patates tava, kremalı pasta, kuruyemiş, cips olmadığı gibi. Yemekolizm düşmanı Saçaklı'da öyle tıka basa doyacağınızı sanıyorsanız aldanırsınız. Sağlıklı dengeli beslenme derseniz işler değişir, o zaman yanından ayrılmayın, dediklerini kelimesi kelimesine yapın. Beni ararsanız köşedeki büfedeyim, ılık su içmek için...
Yaşam boyunca 70 bin kere yemek yiyoruz
Vücuttaki yağ oranlarının olması gereken değerlerin üzerine çıkmasına obezite diyoruz. Kendiyle barışık olmayan kişi beslenmek için değil, kendisini iyi hissetmek için yer. Açlıkla tokluğu gösteren bedensel uyarılara aldırış etmeden yemeye ‘‘yemekolizm’’ diyoruz. Ülkemiz insanın büyük çoğunluğu her geçen gün yemekkolik oluyor. Yener bey düşünün, yaşam boyu 70 bin kere yemek yiyoruz, bu 60 ton gıda demektir. Çoğumuz duygusal açlıktan yiyoruz, üzülünce de buzdolabına gidiyoruz, sevinince de. Geçenlerde güneyde bir tatil köyüne gittik, baktım tombul bir hanımla tombul bir bey para verdik diye açık büfeyi yağmalıyor. Tatlı tabaklarını bocalama dolu, hepsini yemelerine imkan yok. Sonra o kilolara vermek, sağlıklarına kavuşmak için daha çok parayı bizlere veriyorlar.
SİHİRLİ DİYET YOK
Dünyada sihirli bir diyet, rejim modeli yok. Var olduğu bilinen 200 diyetten yüzde 90'ı ise şarlatan diyetler. Bazılarının yaptığı gibi kişi adı taşıyan diyet olmaz, benim adıma da yok. Ben zayıflamak isteyen kişilerin yaşam tarzını değiştirme mücadelesi veriyorum. Yaşantısına düzenli ve bilinçli bir egzersiz programı katıp, hayat boyu kalmasını sağlıyorum. Ayrıca davranış düzenleme teknikleriyle onu psikolojik olarak hazırlıyorum. Benim yaptığım bir zayıflama programı değildir, çünkü öyle programlar bir süre sonra çile programına dönüşür. Böyle bir çile sonunda 10 kilo da verseniz hepsi mutlaka geri döner.
SAĞLIKLI ZAYIFLAMA
Sağlıklı zayıflama ayda 4, haftada 1 kilo vermek demektir. İdeal ağırlığın boy-kilo endeksiyle ölçülmesi de çok yanlış. Bunların hepsi Amerikan sigorta şirketleri tarafından hazırlanmıştır ve Türk insanının genetik yapısına uymaz. Ben hekim değilim, benim yöntemim yaşam programı, dengeli beslenme ve egzersiz.
Sebzelerin püf noktası
VAKUMLULARI ALIN
Sebzeler, meyveler kamyonetlerde uçuşa uçuşa manava gelir, tezgahlarda akşama kadar güneş altında besin içeriklerinin çoğunu kaybeder. Kurumasın diye üzerlerine her su atıldığında suda eriyen vitaminler tezgaha akar. Bu yüzden vakumlu streçler içinde satılan meyve ve sebzeleri tercih edin.
NASIL YIKAMALI
Kıvırcıkları musluktan şırıl şırıl akan suyun altında çamaşır yıkar gibi yıkamayın. Çünkü o suyun tazyikiyle B ve C vitaminleri kanalizasyona gidiyor. Doğrusu bir tasa su koyup sık sık değiştirek yıkayın.
KALIN DOĞRAYIN
Salatalığı sakın doğramayın, çünkü her bıçakta suda eriyen vitaminler gider. Havucu rendelerseniz B ve C vitaminleri gider. Sebzeleri kalın doğradığımız zaman kayıp az olur.
NASIL PİŞİRMELİ
Sebze pişirirken tencereyi ağzına kadar suyla doldurursak kayıp fazla olur. Doğru olan, sebzenin üçte birinin su üzerinde kalarak, kapağı kapalı olarak pişirilmesidir. Kapağı açarsak suda eriyen vitaminler buharla kaçar. Sadece brokoli ve karnıbahar pişirirken sülfür kokusunu gidermek için açın. Pişirilen sebzenin anında tüketilmesinde yarar var, her geçen gün kayıp artar.
VİTAMİN CANAVARI
Sebzeler tarladan koparılınca bir vitamin canavarı oluşur, bu canavar 60 derecedeki pişirimlerde ölmez, vitaminleri yok eder. Eğer 90 derecelik gür ateş olursa hepsi ölür, vitaminler değer yitirmemiş olur.
SALATANIN TAZESİ
Lokantaya gittiğinizde mutlaka o anda hazırlanacak salatayı isteyin. Bir salata doğrandığının ilk 15 dakikasında değerinin yüzde 30'unu yitirir. Bir saat içindeki kayıp yüzde 50 olur, ötesi de posadır.
Sabahları bir bardak ılık su
Yeni doğumuş bir bebeğin yüzde 85'i, bizimse yüzde 60'mızın su olması gerekiyor. Ne yazık ki yağ yüzdemiz arttıkça su oranımız azalıyor. Yener bey, aslında şırıl şırıl akan bir akar su içinde yaşıyoruz. En sert kemik dokusunun bile yüzde 10'u su. ‘‘Beynin sulanmış’’ diyenlere beynimizin yüzde 85in su olduğunu hatırlatırım. En sulu yerimiz gözümüz, yüzde 99. Bunun için sabah kalkar kalkmaz metabolizmanın temizlenmesi için bir bardak ılık su içmek şart. Akşam yatmadan önce de mutlaka bir bardak ılık su içeceğiz.
Çay ve kahve ne zaman içilmeli
Kafeinli içeceklerde vücutta demir emilimini zorlaştıran ‘‘Tanen’’ adlı bir madde var. Bu nedenle çay, kahve, kola gibi içecekleri yemekten en az 2 saat sonra için. Çay demlikte ne kadar uzun süre kalırsa tanen o kadar azalır, ama koyu demli olmamak şartıyla. Çaya limon atarsanız içindeki C vitamini demir emilimini kolaylaştırır, yani kansızlığı engeller. Kafeinli içeceklerin ideal ölçüsü günde 3 büyük fincandır. Özellikle diyabet, ülser, yüksek tansiyon, kalp hastaları güne asla kafeinle başlamamalı.
YARIN: VİTAMİN VE ENERJİ HAPIYLA BESLENME
Yazının Devamını Oku 30 Temmuz 2002
Gaziantepli tatlı ustası Güllü Çelebi'nin 5. kuşak torunu, Karaköy Güllüoğlu'nun patronu, lezzet uzmanı Nadir Güllü, arkadaşımız Yener Süsoy'a Türk mutfağının ‘‘yakın tarihi’’yle ilgili ilginç açıklamalarda bulundu. Yöresel bir lezzet olan ‘‘sütlü nuriye’’nin 12 Eylül askeri müdahalesinin baklavaya narh koyması sonucu ünlü olduğunu belirtti.
Aslında eski bir tatlı
12 Eylül askeri yönetimi, belediyeler aracılığıyla baklavaya narh koyup yarı fiyata satmamızı istedi. Bu kaliteyi o fiyata satmamız mümkün değildi, bir sene bir ay baklava yapmadık. Dükkanımızı yok yere 4 gün kapatan Belediye İktisat Müdürü Albay İbrahim Kocaçam'ı hiç unutmayacağım. Bunun üzerine baklava yerine şerbetinde süt olduğu için kilo olarak kurtaran, cevizli, fındıklı ‘‘sütlünuriye’’yi sattık. Diyarbakırlı Nuriye hanımın kırk yıl önce icat ettiği sütlünuriye, 12 Eylül sayesinde tüm Türkiye'ye maloldu.
Melih Gökçek’e benzetiyorlar
Melih Gökçek'e benzetilmekten hoşuma gitmiyor, canımı çok sıkıyor. Çoğu yerde Melih Gökçek zannediyorlar beni. Bir TV programında Melih bey olarak beni sahneye çıkarttılar, seyircilerin hepsi inandı. Gökçek hemşerim, fıstığın geldiği yer Halfeti'den.
Fransız polisi oklavayı silah sanarak el koydu
Mayıs'ta Ottowa'daki Lale Festivali'nde Türk mutfağını tek başıma temsil etmeye giderken aktarma yaptığım Chareles De Gaulle'de Fransız polisi elimdeki oklavaya el koydu. Bu arada un ve nişastayı da tanımadığı için aklı karıştı. Armut ağacından yapılmış oklavanın içinde kılıç, silah aradılar. Ben de Kanada'da yufka açarken çekilmiş fotoğraflarımı gösterip, üzerinde Türk ve Kanada bayrağı olan minik baklava kutularını gösterdim, böylece izin verdiler.
Benim kadar dış ülkede baklava parası veren kimse olamaz. Bunların içinde sadece geçenlerde Londra'da yediğim bir Arap baklavasını beğendim.
Karaköy'deki tamamı granit kaplı, hastane gibi sterilize edilen 6 katlı binamızda 3 ayrı kata çalışan asansör vardır. Birisi hammadde, birisi mamul, birisi de bana ziyarete gelenler içindir. Binada 60 personel için 12 tuvalet vardır, hepsi telefonlu ve dezenfekte sistemlidir. Sanayi casusluğuna karşı insan asansörü üretim katlarında durmaz, bütün giriş çıkışlar kontrol altındadır.
BAKLAVANINmalzemeSİnereden geliyor
TEREYAĞ: Biz Harran'da otlayan koyunların sütünden yapılandan başkasını hiç bilmeyiz. Koyun boyu kısa olduğu için otun dibini yer, inek ise üstünü. Gerçek rayiha otun dibindedir, bunu yiyen koyunun sütü mis gibi kokar. Her sene 3 bin teneke yağ alırız. Bunların parası köylüye peşin ödenir.
FISTIK: Gaziantep'in Barak bölgesinden her yıl ortalama 20 ton iç fıstık alırız. Ağustos-eylülde fıstıkları tam olmadan toplarız. Eğer beklerseniz sararır, lezzeti gider.
UN: Biz Konya ve Harran'ın sert buğdayını Gaziantep'teki tarihi bir fabrikaya gönderip baklavalarımız için özel un yaptırırız. Un tüketimimiz senede 1000 tonu bulur.
CEVİZ: Şebinkarahisar ve Reşadiye yöresinin cevizleri bizim için çok mükemmeldir.
FINDIK: Sütlü Nuriye tatlısında kullandığımız file fındığı Ordu ve Giresun'dan gelir.
ŞEKER: Sulak yerin pancarı bize gelmez, baklavayı yumuşatır. Bu yüzden kıraç bölgelerin pancarlarından yapılmış şekeri alırız. Konya Ilgın ve Elazığ'ın ürettikleri bizim için idealdir.
NİŞASTA: Gaziantep'in yöresel buğdaylarını suda ıslatıp yapıyoruz. Nişasta atmada atadan kalma Kahramanmaraş'ın Gavur Gölü'nün erkek bitkilerinden yapılan yumuşak minik süpürgeleri kullanıyoruz.
Yazının Devamını Oku 29 Temmuz 2002
Gaziantepli baklavacı Güllü Çelebi'nin sırrını 160 yıl sonra 5. kuşak torunu Nadir Güllü'den öğrendik. Meğer yüzündeki Şark Çıbanı gül şeklinde olduğu için ‘‘Güllü’’ demişler büyük büyük dedesine. Nadir Güllü, İstanbul'un Çemberlitaş'ında doğduğu için Şark Çıbanı'yla tanışmamış ama, dede mesleğini diline, yüreğine, beynine kazımış. Kim demiş ‘‘Her gün baklava yesen bıkarsın’’diye, sevgili Nadir dünyaya gözünü açtığı 1955'ten beri gece gündüz baklava yiyor, bana mısın demiyor. Onunla kalsa iyi, bir yandan da Akdeniz Yöre Mutfakları Koruma Derneği'nin Türkiye temsilcisi, Sefertası Harekátı'nın önderi ve Türkiye'deki baklavacıların başkanı olarak o davetten bu davete, bir yarışma jürisi masasından ötekine koşuyor. Bir yandan İTÜ'de, Haliç Üniversitesi'nde konferanslar verirken diğer yandan Anadolu Üniversitesi Turizm ve Otelcilik'ten mezun olmaya çalışıyor.
Sempatik ve acul ‘‘baklava profesörü’’ Nadir Güllü'yle önce Yeşilyurt'taki evinde buluşup Nuray Hanım’ın acı kahvesini içtik. Sonra Mumhane Caddesi'ndeki 4 milyon dolarlık granit kaplı Karaköy Güllüoğlu'nu gezdik. Yanımızda kimi zaman patron Nadir vardı, kimi zaman da zar gibi yufka açan usta Nadir. Yufkaları incelsin diye atasından kalma yöntemle olanca hızıyla cilasız mermere vururken gözleri parlıyordu. Armut ağacından yapılmış 1.40'lık oklavasıyla yufkayı açan tonton Nadir Güllü'ydü, nişastayı yufka yerine pantolonuna serpen ise bendeniz. Benden söylemesi, siz siz olun paranızı verip efendi gibi baklavayı yiyin, nişastasıyla oynamaya kalkmayın. Haydi hep birlikte oturup, Güllü Çelebizade Nadir'i iyice dinleyelim, meğer baklava dünyasında neler varmış, ne oyunlar
dönermiş...
Gerçek baklavanın sırlarını açıklıyoruz
Siz siz olun, bizim baklava profesörünün yanında baklavayı hart diye yemeyin. Zenaatine saygı gösterdiğinizin işareti olarak sindire koklaya yemenizi bekler. Yoksa dededen kalma sırlarını anlatmaz.
Tatlıların padişahı, padişahların tatlısı baklava sadece baklavacıda yenir. Padişahın havaya attığı altın lira baklavanın üstüne düştüğünde 50 kat yufkadan çıt diye ses gelirmiş.
Hakiki baklava altın sarısı renginde olur, çatalı batırdığında hış diye ses çıkar. Ters çevirip kokladığında burnuna mis gibi tereyağ ve fıstık gelir.
Baklava ılık yenir, üstüne su değil soğuk süt içilir.
Baklava karpuz ve muzla çok güzel gider. Ayrıca manda kaymağı veya sade dondurmayla da müthiş olur. Baklavayı salatalıkla yerseniz yedikçe yiyesiniz gelir, tatlıyı keser.
Yol baklavası dediğimiz kuru fıstıklı baklavalarımız bir ay dayanır. Son olarak TÜBİTAK'la yaptığımız vakumlu ambalajlarla baklavamızın ömrü 6 aya çıktı. Light baklava 10 gün, sütlü nuriye ise 2 gün dayanır.
Baklava serin ve kuru yerde saklanır. Bunun için en uygun yer buzdolabının sebze bölümüdür.
Baklava -18 derecedeki deep freez'de saklanabilir, aylarca kalsın bir şey olmaz. Öteki yiyeceklerde olduğu gibi buzu çözüldükten sonra tekrar dondurulmaz.
LODOS VE LİMON
Baklava güneşte kalırsa içindeki yağ fermantasyona uğrar ve bozulur. Bozuk baklava kötü yağ ve küflü fıstık kokar.
Baklavada üste döşenen yapraklar alttan daha fazla olur. Mesela 40 kat yufkanın 15-20 katı alta döşenip ortaya fıstık atılıp üstüne yine yufka serilir. Alt katı kalın döşerseniz sünger gibi şerbeti emer, kilo çektirir.
Bir kilo baklavamızın yarısı şeker, 150 gramı tereyağ, 100 gramı fıstık veya ceviz, geri kalanı ise undur.
Baklava yapımına sabah 05.00'te başlarız, öğleye kadar yapımlar biter. Hamurunun yoğrulmasından satışa hazır hale gelmesi 3 saat sürer.
Baklava imalatımızda o gün esen rüzgarın, yağan yağmurun, sıcaklık derecesinin, nemin hatta ülkenin ekonomik durumunun etkisi olur. Lodos varsa içine limon sıkarız sağlam olsun deriz. Hava poyrazsa hamuru gevşek yoğurturuz.
Halkıın bildiğinin tersine 180 derecelik taş fırından çıkan baklavaya soğuk değil, 110 dereceki şerbet dökülür.
Günlük satış sonunda elde kalan baklavaların hepsini ertesi gün hayır kurumlarına sırayla veririz.
Biz baklavanın içine hiçbir kimyasal madde katmıyoruz, bütünüyle ekolojik ürünlerden oluşur.
Ev baklavası çok karlıdır, çünkü şerbeti kiloya gelir. Ev baklavasını açarken arasına nişasta değil un atılır. Bu yüzden hamur incelmez ama, lezzetlenir. Ortasına iri ceviz konur, şerbeti de gevşek verilir, 105 derece filan.
Şerbet ve hamurun sırrını babam verdi
Tatlı dediğin şerbeti bol olmalı, hem de ağzına attığında üstüne başına dökülecek kadar.Sakın ha...
- Baklavacılığın bütün kazancı şerbetindedir, burada vicdanınla cüzdanın çarpışır. Şerbeti çok verirsen müşteriyi aldatırsın, az verirsen kendin zarar edersin. Bunun için baklavaya çekebileceği kadar şerbet vereceksin. Baklavanın altında şerbet göllenmeyecek ama, dişinle bastığın zaman ağzına şerbet lezzeti gelecek. Eğer baklava gölleniyorsa müşteriye şerbet satılmış demektir. Suböreğinin sırrı da kaynatma derecesindedir. Yufkayı haşlarken ölçüyü kaçırırsan kilo çeker, kár artar ama, o börek değil hamur olur. Böyle sahtekárlık yaparsanaz kárınız bir anda yüzde 50 fark eder, korkunç. Soran yok, kardeşim hamur mu satıyorsun, börek mi? diye. Adam fiş vermiyor, KDV ödemediği için haksız kár elde ediyor. Bizte fişsiz gram mal satılmaz. Yüzde 18 KDV'yi çıktığında benim baklavam 9 milyon değil, 7,5 milyon lira. Adam sözde ucuz satıyor, vergiden kaçırıyor aslında benden çok pahalı. Bütün bunlar için halkımız lütfen bilinçli tüketici olsun, hakkını arasın. Karaköy Güllüoğlu'nun atalardan gelme özel sırları var. İmalmatın başında küçük kardeşim Ömer vardır, her şeyimizi borçlu olduğumuz babam Hacı Mustafa 77 yaşında olmasına rağmen her gün kasada durur, yılda iki kez de hammadde almak için Gaziantep yöresini gezer. Sırları bizde olan hamur yoğurma şekilleri vardır. Sırlarımızı öğrenebilmek için bir ustamızı değil, 20 ustamızı çalmaları lazım. Çünkü birinin bildiğini öteki bilmez, şerbetçiden oklavacıya, fırıncıya kadar. Aynı futbol takımı gibi bizde herkesin bir mevki vardır. Biz Türkiye'de TSEK belgeli ilk baklava firmasıyız. Benim ürünlerimde hakiki tereyağından başka hir şey yoktur, tepsi altına bile tereyağ sürüyorum. Gıda mühendisi dahil 60 kişilik personelim var. Ustalarımın maaşı mühendisinkinin iki katıdır. Kadrolu doktorumuz personelimiz ve ailelerine 24 saat ilaçlarına kadar hizmet verir.
Kalp hastasına özel baklava yapacağım
Light olanını biliyorsunuz, peki ya elmalı ya da çilekli baklavadan haberiniz var mı? Bu adam bir baklava çılgını olmalı.
- Türkiye'de diyabetliler için bilimsel raporlarla kanıtlı ilk ve tek gerçek light baklavayı yapan benim. Light baklavayı yapmak hem çok zahmetli, hem de çok pahalı. Bütün hammadelerini dövizle dışardan ithal ediyoruz. Çok küçük bir kaynatma hatasında yapay tatlandırıcı aspartam pütürleşiyor veya buharlaşıyor. İTÜ ve Tarım Bakanlığı'nın istekleri doğrultusunda light baklavamızınn içinde hindiba, meyan, sarmısak ve soğan kökleri var. Bu değişik kokulardaki doğal bitki köklerini aspartam ile karıştırıp yılların verdiği tecrübemizle baklava halinde sunuyoruz. Kök ve aspartam miksinin kilosu 7,5 dolar, ayrıca light baklava kilo çekmiyor. Düşünün, normal şerbetin kilosu 300 bin, öteki ise 10 küsur milyon lira. Allah vermesin en küçük bir hile yapıp tatlandırıcın içine normal şeker versen büyük para kazanırsın ama, diyabetliye yazık edersin. Son olarak yaz için yine Türkiye'de ilk kez elmalı ve çilekli baklava yaptık. Yakında Medibak adlı bir baklavamız daha çıkacak, kalp hastalığı ve kolesterol sorunu olanlara özel. Bunun için Kaliforniya'dan soya unu ithal getiriyorum, Omega 3 deposu kutup balıkları yağıyla. Bunlara biraz da zeytinyağı koyarak muhteşem bir ürün ortaya çıkacak. Bu konulardaki danışmanlığımızı dünyaca ünlü kalp cerrahımız Prof. Dr. Mustafa Öz yapıyor. Bu baklavayı en ağır kalp hastası yiyebilecek şekilde özenle hazırlıyoruz. Yener ağabey, bizden başka böyle diyet baklavayı yapan yok, bunu ilmen iddia ediyorum. Ne konuşuyorsam hepsinin altında bilimsel kurul raporları, belgeleri var. Bende her baklava türü için kalın ilmi dosyalar var. Biz TSEK belgeli tek baklavacıyız, günün herhangi bir saatinde herhangi bir ürünümüzü alıp tetkik ettirebilirsiniz, bunu garanti ediyorum.
Yazının Devamını Oku 23 Temmuz 2002
Eski Turizm Bakanlarından Erkan Mumcu'nun kardeşi Mustafa Mumcu, yanına kendisi gibi ekolojik tarıma gönülden inanmış idealist yardımcılar almış. ‘‘One Nature’’in Genel Koordinatörü ‘‘vejetaryen’’ Figen Mertol ve Gıda Mühendisi Dr. Hakan Pamuk gibi, ekolojik tarım yapılıp yapılmadığını kontrol eden Ziraat Mühendisi Birol kayıkçı da ‘‘ekoloji’’ diyor, başka bir şey demiyor. Arkadaşımız Yener Süsoy'a ekolojik tarımın ayrıntılarını anlattılar.
Mühendisin günlüğü 400 Euro
Suat Çelebi, ekoloji sertifikası vermeye yetkili bağımsız BCS adlı kontrol firmasının ziraat mühendisi. Ciddi görünüşüne bakmayın, ekolojik tarımı anlatışı çok tatlı.
- Ekolojik tarım, kimyasal ilaç, gübre ve hormon kullanılmadan yapılan tarım demek. Bunun temelinde organik gübreleme, dönüşümlü ekim, toprağın korunması, bitkinin direncini arttırmak, parazit ve faydalı böceklerden yararlanma yatıyor. Ekolojik tarımda hava, yeraltı su kaynakları ve toprak zehirli kimyasallarla kirletilmiyor. Bu nedenle insan sağlığı ve çevreye dost bir üretim sistemi. Yetişmesinden işlenmesine, paketlemesine kadar hiçbir aşamada kimyasal girdi kullanılmaz. Bir ürünün ekolojik olabilmesi için üretimin bağımsız kontrol firmaları tarafından kontrol edilerek sertifikalandırılması şart. Ürünün hangi bölgede, kim tarafından, ne miktarda yetiştirildiği, denetleme sonuçlarıyla birlikte projede yer alır. Ekolojik tarım yapmak istiyenler, bireysel olarak Türkiye'deki bağımsız kontrol kuruluşlarına başvurabilir. Türkiye'nin her yerine gideriz, bizim için 10 metrekare ile 10 bin hektar aynıdır. Kontrole giden yetkili ziraat mühendisleri için ödenecek günlük bedeli her şey dahil 350-400 Euro arasında değişiyor. Bu kontroller en az 3 gün sürer, projenin kapasitesine göre daha da artabilir. Kontrol giderleri toplam maliyetin yüzde 8'ni oluşturuyor. Bizim gibi dünyaya akredite firmaların verdiği sertifikaların süresi bir yıldır, her yıl yenilenmesi şarttır.
3 KEZ ARAZİ KONTROLÜ
Arazilere senede ortalama üç sefer gideriziyoruz, üreticilerle konuşup sorunlarını dinleriz, onları bilgilendiririz. Eğer kafamızda en küçük bir şüphe oluşmuşsa bitkinin yapraklardan, topraktan nümune alıp tahlile göndeririz. Ekolojik tarımın yapılacağı alanın şehir kirliliğinden, endüstriyel toksik atıklardan, yoğun tarım yapılan bölgenin uzağında, tercihan yamaçta olmalı. Son 10 yıl yoğun tarım yapılan arazide sağlıklı sonuç alınmaz. Mesela Çukurova'da organik tarım yapamazsınız, çünkü sistem yoğun tarıma entegre edilmiş. Büyük bir turunçgil projemiz vardı, çiftçilerle anlaştık. Ama bir gün baktık ki tarlaya Akdeniz beyaz sineğine karşı toksik maddeler içeren ilaçları sıkıvermiş. Seralarda bir ölçüde olabilir ama, çok zor. Çünkü kontrollü ortamda mantari hastalıklar ve böcekler çok fazla etkili olur. Yener bey, Türkiye şartlarında bir bir meyve fidesinin tam verimli hale gelmesi için ortalama 9-10 yıl beklemek gerekiyor.
TOHUM DA EKOLOJİK
Ekolojik tarımda kullanılan tohumun da ekolojik olması şart, Türkiye'de henüz bu üretim yapılmıyor. Duyduğumuza göre Balıkesir'deki sebze tohumu istasyonunda böyle bir üretime başlanıyormuş. Ekolojik tohumlar Türkiye'ye özellikle İtalya ve Hollanda'dan geliyor. Bunlar konvansiyonel tarımda kullanılan tohumlara göre 3 kat daha pahalı. Mesela domates tohumunun normal olanının 5 gramı 9 milyon, ekolojik olanı ise 27 milyon lira. Sera tohumu üretiminde dünyada ilk sırada İsrail geliyor. Gen şifreleriyle oynayıp verimi yükselttikleri için tercih ediliyor.
Suni gübre ve tarım ilacı, can düşmanımız
Aromaterapist Lale Utar'ın anlattıklarına bakarsanız, meğer biz çoktan ölmüşüz haberimiz yok.
- Kirli hava, kötü beslenme, alkol, stres gibi etmenler zamanla lenf dolaşım sistemimizde toksinlerin birikmesine neden olur. Bunun sonucu kendimizi yorgun, moralsiz ve halsiz hissederiz. Yataktan kalkmakta zorlanırız, saçlarımız ve cildiniz solgun ve donuk olur. Bir insanın sağlıklı olması demek, onun sağlıklı koşullarda çevresiyle ve kendisiyle barışık yaşaması demektir. İnsanın ruhsal, fiziksel ve zihinsel sağlığı yedikleriyle doğrudan ilgilidir. Besinlerimizin sağlıklı olması, toprağın, suyun ve havanın sağlıklı olmasına, Üretim ve işlenmelerinin doğru yapılmasına bağlıdır. Türkiye'deki tarımın yüzde 80'inde suni gübre, herbisit (yabani ot öldürücüler), böcek ve sinek öldürücüler (pestisit ve insektisit) ve fungisitler (mantar öldürücüler) kullanılıyor. Bu maddeler besinlerimize, içme ve kullanma sularımıza girerek sağlığımızı geri dönülemez biçimde kaybetmemize neden oluyor. Suni gübreler nitrojen, fosfor ve potasyum gibi maddelerin tuzları halinde bulunurlar. Bu tuzların suda çabucak eriyebilme ve hızla bitkiye ulaşma potansiyelleri vardır. Ancak bunlar bitki için gerekli 16 ana ve 56 yardımcı mineralden yalnızca 3 tanesidir. Nitrojen, fosfor ve potasyum bitkinin metabolizmasını kontrol ederek bitkinin beslenemeden dokularına su toplayarak hızla büyütüyor. Dokularındaki bu anormal su bitkinin hastalıklara karşı dirençini düşürüyor, mineral ve vitamin miktarını azaltıyor, protein kalitesini de düşürüyor.
Yazının Devamını Oku