Yener Süsoy

Trapezcinin ömrü 40 yaşına kadar

8 Haziran 2004
Ağustosun 6’sına kadar İstanbul Acıbadem’de gösteri yapacak olan dünyaca ünlü Medrano Sirki’nin Genel Müdürü Giovanni, 40’ından sonra trapez gösterisi yapmanın çok riskli olduğuna dikkat çekti. Giovanni, arkadaşımız Yener Süsoy’a gösteri sırasında vahşi hayvanlara asla uyuşturucu iğne vurulmadığını söyledi.

- Ben sirkte dünyaya geldim, 4 yaşında palyaço oldum, 10 yaşında trapeze başladım. 43 yıllık evliyim, eşim de eski bir trapezci, 4 oğlumuz var. Oğullarımdan birisi trapezde çalışırken gözümün önünde düşüp boynunu kırdı. Allahtan omuriliğine bir şey olmamış, halen yanımda idarecilik yapıyor. Öteki oğlum ise trapezden ağa düştü, oradan da zıplayıp yerdeki bir kazığın üstüne düşüp apış arasındaki kemiği kırdı. Bence trapez en fazla 40 yaşına kadar yapılmalı, sonrası tehlikeli oluyor. Trapezcinin olmazsa olmazı refleksidir; partneriyle hep göz göze olacak, bir kuğu gibi süzülecek. İyi bir trapezci normalde 65 kilodur, önemli olan yaptığı hareketleri değil stilidir. Benim zamanımdaki trapezlerle bugünküler arasında çok büyük farklar var. Trapezin yükseklik ölçüleri değişti, eskiden havada 2 parende atmak büyük ustalıktı, şimdi 4 perende atılıyor. Trapezciler 1946’dan beri ağ takmaya mecbur, 1970’te ise buna bir de emniyet kemeri eklendi. 4 metre sınırı var, onu bir santim aşarsanız emniyet kemeri takmak zorundasınız.

En büyük aslanımız günde 6 tavuk yer

- Aslanlara, kaplanlara sahnede çıkmadan önce uyuşturucu iğne falan yapılmaz, hatta yiyecek bile verilmez. Yemekleri program bittikten sonra verilir, ödül zannetsinler diye. Turneye çıktığımızda aslan taşıyan TIR’lar her 50 kilometrede bir durur, kapaklar açılıp aslan ve kaplanlar havalandırılır. Sıcak günlerde ise üstlerine su sıkılır, inlerinin içine su dolu sac havuz konur. Kaplan suya girmekten çok hoşlanır, aslan ise sadece pençelerini yıkar. Aslan ve kaplanlara normalde at eti veririz ama, Türkiye’de kesimi yasak olduğu için onun yerine temizlenmiş tavuk ve tavşan veriyoruz. 200 kiloluk en büyük aslanımız her gün 6 tavuk yer, haftalık tavuk giderimiz yarım tonun üzerinde.

Palyaço olunmaz doğulur

Çalışarak çok iyi bir palyaço olunmaz, palyaço doğulur. Bugünün palyaçosu gürültücü değil, hepsinde mimik ön planda.

Dünyada belki de ilk kez aslanla kaplan çiftleşmesinden doğan bir cins sadece bizde var. Aslan gibi yelesi var ama, vücudu enine kaplan çizgileriyle kaplı.

Sirkçiler haftalık alır, günlük ücretleri ortalama 40 Euro’dan başlar, yaptığı işe göre yükselir. Bir sirk artisti hiçbir zaman milyoner olmaz.

Sirkte kullanılan bütün malzeme, çadırdan sandalyelere, halılara, boyalara kadar yanmaz niteliktedir. Sağlamlıkları da her yıl yenilenen resmi kontrollerle onaylanıp damgalanır.

Çadırımız 36 x 40 m boyutundadır, yüksekliği ise 13 metredir. 30 kişilik montaj ekibimiz bunu 6 saatte kurup bozar. Kışın içeriye klimalarla sıcak hava verilir. Yazın ise çadırın alt çevresini çevreleyen telonlar kaldırılıp cereyan yaptırılır.

Atlar normalde ot yer ama, bizde ayrıca havuç elma karışımıyla birlikte mineral ve vitamin desteği yapılır.
Yazının Devamını Oku

Türk seyircisi hayvan gösterilerine bayılıyor

7 Haziran 2004
Duyduk duymadık demeyin, biz de bugünden itibaren Sirkstar Yarışması’nı başlatıyoruz. Ey keşfedilmeyi bekleyen 16-50 yaş arasındaki sirk yıldızı adayları!.. Hepinizin gözü aydın!.. Ne duruyorsunuz, alın terbiye ettiğiniz hayvanınızı yanınıza, koşun Medrano Sirki’ne. Trapezciler, akrobatlar, jonglörler, Medrano sizi de kadrosuna almaya hazır. Merak etmeyin, hepiniz kendinizi göstereceksiniz, Medrano 6 Ağustos’a kadar İstanbul’da.

Medrano’ya gittiğinizde sempatik genel müdürü Bay Giovanni’yi soracaksınız. Onun asıl adı Coda Prim Pietro’dur, çok iyi Türkçe bilir, guatr ameliyatında ses telleri tahrip olduğu için kısık sesle konuşur. Günün hangi saatinde giderseniz gidin oradadır ama, siz yine de 10.30-18.00 arasını tercih edin. Yanındaki esmer Türk’ün adı Muharrem Becel’dir, sinyor Coda’ya ‘Giovanni ağabey’ diye hitap eder. 37 yıldır Avrupa’da sirklerde çalışan Fatihli Muharrem’in en büyük dileği minik oğlu Batuhan’ı trapez yıldızı yapmaktır.

Picasso’ya ‘Kırmızı Dönem’ini başlatan Medrano Sirki’nin genel müdürü, ortağı Sinyor Pietro neşeli, canlı ve heyecanlı bir İtalyan yörüğü. Yaşadığı karavan yürüyen bir saray gibi, deri koltuklu, televizyonlu modern salonundan mutfağına, klimasından çifte çamaşır makineli banyosuna, satenlerle bezeli yatak odasından gardıroplarına kadar her yer pırıl pırıl, tozdan kirden eser yok. Bayan Pietro’nun kendi elleriyle yaptığı enfes spagetti, kızarmış et ve salatanın tadı hálá damağımızda. Siz siz olun, tez elden sinyor Giovanni’yi bulup becerilerinizi gösterin.

Sirk insanı neden bir apartman dairesinde oturmaz, kaderi midir karavan içinde yaşamak...

- Sirk insanı sadece ve sadece karavanda yaşayabilir. Kendimden örnek vereyim, bugüne kadar ne benim, ne de çocuklarımın evi oldu, olmaz da. Memleketim Floransa’ya gittiğimde bu karavanımı bizim depoların önüne çekip keyfimizi süreriz. Bizde ev olmaz, evde duramayız, göçebeliğe alışmışız bir kere. Aramızdan bazıları ev aldı ama, kısa süre sonra yeniden karavanlarına döndüler. Bizim hayatımız aynı Çingenelerinki gibi, bir yerde sabit duramayız, mutlaka gezmeliyiz. Burada 7 büyük, konforlu karavanımız var, hepsinde aileler kalır. Bizde herkes her işi yapar, çadır kurulurken benim de demir direkleri taşıdığım olur. Arkadaşlarımız hem sirk sahnesinde numaralarını yapar, hem de TIR’larımızın şoförleridir, kadınlar dahil. Sirkte kimseye emretmeyiz, şöyle yapın demeyiz. Bizde uyuşturucu, içki olmaz, duyduğumuz anda işini keseriz. Sahneye çıkmadan önce içki içilir mi, imkansız, onu yapan hayatıyla oynar. Ayrıca kötü kadınları da barındırmayız, bizde huzur, neşe çok önemlidir.

Hayvanlar bizim çocuğumuzdur

Aslanlar kükrüyor, kaplanlar dik dik bakıyor, bokser’lar çığlık çığlığa, anakonda tıslıyor, midilli koşuşturuyor... Gün boyunca gördük ki, hayvan terbiyecisi olmak için Hz. Eyüp sabrı gerek.

- Hayvan terbiyecisi hayvanına kendi çocuklarından daha iyi bakar, onun sayesinde ekmek yiyor. 24 saat boyunca gözü, kulağı onlarda olur. Sirklerde hayvanlara eziyet edildiği, dayak atıldığı büyük bir yalan. Size bir şey daha söyleyeyim, bizde çalışan hayvan satılmaz, ölene kadar onunla yaşarsın, o sana ekmek vermiş. Terbiye edilemeyecek hayvan yoktur ama, mesela orangutanla kimse uğraşmaz, o kadar tembeldir yani. Eskiden fil terbiyecileri ucunda kanca olan demir kullanırdı, tepkilere yol açtığı için kaldırıldı. Kırbaç bugün sadece hayvanları orkestra şefi gibi yönetmek için kullanılıyor, asla hayvanlara vurmak yok. Mesela atlar kırbaçlar havada olunca dümdüz gidiyor, yere inince öne eğiliyor. Terbiyeci hayvanını eğitirken elindeki çıtanın ucuna küçük bir kuşbaşı et takar. Hayvan o ödülü almak için terbiyecisinin dediğini yapar.

- En akıllı hayvan attır, ondan sonra fil gelir. Fil gerçekten çok kincidir, kendisine yapılan bir şeyi ömrünün sonuna kadar unutmaz. Fillerin bir özelliği de depremi en az 15 dakika öncesinden hissetmeleri. Ben buna Barcelona’dan Palermo’ya, İstanbul’a kadar defalarca tanık oldum. Mesela büyük Gölcük depreminde Tarabya’da gösterideydik, bunları aynen yaşadık. Deprem olacağını hissettikleri an hep bir ağızdan yüksek sesle bağırıp huysuzlanıyorlar.

Yılan ve timsaha her şey yaptırılır

Giovanni Bey, çadırın ortasında elinde tuttuğu koca yılanı boynuma sarmaya çabalıyor.

- Sirklerde gösteriye çıkarılacak yılanlar genelde zehirsiz olanlardan seçilir, piton, boa gibi. Terbiyeciler yılanlarını yumurtadan evlerinde doğurtur, onunla beraber büyür. Dolayısıyla sahibine itaat eder, aslında yılan tıpkı timsah gibi aptal bir hayvandır. Onlara her istediğinizi yaptırabilirsiniz. Yılancı yılanını havaya kaldırır, boynuna sarar, yalnız görüntü. Yılanın vücudu sarma gösterisi ortalama 2 dakika sürer, vücudunda sıcaklık hissettiği an yılanı çözer. Aksi halde ne kadar terbiye edilmiş olursa olsun yılancıyı komple sarıp öldürebilir. Yılanlar, tropikal hayvan oldukları için sıcak yerleri severler, soğukta kıpırdamazlar. Yılanlar fare yer, onun için bol miktarda beyaz kobay farelerinden alıyoruz.

İstanbul seyircisiyle Konya seyircisi aynı

Bakalım Türk sirk seyircisi AB’ye girmeye hazır mı, ister misiniz onlar için de bir uyum programı gerekli olsun.

- Türk seyircisi ile Avrupa seyircisinin beğenileri arasında büyük farklar var. Türkiye’de yerleşik sirk olmadığı için genel anlamda bir sirk anlayışı yok. Mesela buraya modern bir sirk getirsem seyirciniz beğenmez, hiç iş yapamam. Türkiye’ye 37 senedir gidip geliyorum, bugünkü Türk seyircisi de yine heyecandan hoşlanıyor, bayılıyor. Bizim İtalyanlar ise bıkmış sirkten, hepimizin ortadan kalkmasını istiyor. İstanbul seyircisiyle Bozüyük, Konya, Antalya, İzmir veya Diyarbakır seyircisi aynı, hepsi hayvanların gösterisini dikkatle izliyor. İtalyan hükümeti mevcut 32 sirke her yıl toplam 15 milyon dolar maddi yardımda bulunur. Bizim Medrano’nun bundan aldığı pay 1 milyon dolara yakın. Medrano’da toplam 200 kişi çalışıyor, 18 fil, 20 kaplan, 200 at, 4 zürafa, 2 gergedan, 30 deve, 50 köpek var.

Şempanze ve kutup ayısı çalıştırmayız

Sirkten bir hayvan kaçtığı zaman kimse paniğe kapılmamalı, çünkü o mutlaka kafesine geri döner.

Şempanze ve beyaz kutup ayılarını sirklerde çalıştırmamak için devletle aramızda bir anlaşma var.

Seyirciler en çok kedi ve köpeklere dikkat ediyor. Çünkü çoğunun evinde bunlar var, bizimkilere bakıp kendi hayvanlarının da bunları yapıp yapamayacağını düşünüyorlar.

Süsoy trapezci

Medrano Sirki’nin Müdürü Giovanni, arkadaşımız Yener Süsoy’u ne yapıp edip trapezin üzerine çıkardı. Bay Giovanni’nin belirttiğine göre 40’ından sonra trapez yapmak, emniyet ağına ve kemerine rağmen son derece riskli.
Yazının Devamını Oku

Bizde hastanın eline reçete tutuşturulmaz

1 Haziran 2004
GATA Askeri Tıp Fakültesi Dekanı Tbp. Tümg. Prof. Dr. Derviş Şen, arkadaşımız Yener Süsoy’a gelişmiş ülkelerde hangi teknoloji varsa, hepsinin hastanelerinde olduğunu söyledi. Prof. Şen, hastalara en büyük özenin gösterildiğini belirtti. Balışeyhli Derviş Paşa hayatında hiç sigara kullanmamış, alkolü de sosyal düzeyde alıyormuş.

- Geçen sene 1 milyon 80 hastaya bakıldı polikliniklerimizde, bu rakam Ankara, Gazi ve Hacettepe üçlüsünün baktığı toplam hasta sayısının üzerinde. Şu anda dünyada en son hangi tıbbi aletler, cihazlar kullanılıyor, hangi tıbbi uygulamalar yapılıyorsa hepsi bizde var. Son bir yıl içinde Kalp Damar Cerrahisi Bölümü’nde 2 kalp transplantasyonu yapıldı. Geçen temmuzdan beri 5 önemli karaciğer nakli gerçekleşti. Böbrek transplantasyonunu zaten senelerdir yapıyoruz. Kemik iliği naklinde ise şu anda Türkiye genelinde 2. durumdayız. Tüp bebek merkezimiz uluslararası standartların yüzde 33’lük normunu tutturmuş halde. GATA’ya bağlı hastanelerde toplam 3900 yatağımız var, şu anda bulunduğunuz hastane 1715 yataklı. Biz gecenin bir saatinde hastanın eline reçete tutuşturup ‘Git şunları al’ demeyiz. Kan başta olmak üzere gerekli olan ilaçların hepsi kendi kaynaklarımızdan temin edilir. Askere gelen genç hastalığı yüzünden çürüğe ayrılsa bile, diyelim kanser, tedavisini sonuna kadar devam ettiriyoruz.

SSK’dan bize kötü malzeme gelmiyor

Şu anda 37 yaşındaki bir astsubayın by-pass ameliyatındayız. En son model cihazlar, arı gibi çalışan cerrahlar, hemşireler. Başlarında Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanı Tbp. Tuğgeneral Prof. Dr. Harun Yahya.

- Kapımız sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’ne değil, milletimizin bütün fertlerine açık. Sivil hastalar için yüzde 5 kontenjanımız var, bunun yüzde 1’i gerçekten muhtaç ve eğitim yönünden gerekli hastalar için kullanılıyor, bunlardan hiçbir ücret alınmıyor. SSK, Bağ-Kur’luların kalp ameliyatlarını da yapıyoruz. Biz burada dünyanın en gelişmiş kalp kapaklarını kullanırız; ere, sivile takılanla, generale takılan aynıdır. SSK’nın verdiği kapak bizim standartlarımıza uymuyorsa reddediyoruz. Hasta bizde ameliyat olacaksa bizim istediğimiz kapağa, stent’e eşdeğer olanı getirecek. SSK’yla malzeme konusunda bir sorunumuz yok, bize hep uygun kapak gönderiyorlar, hiç kötü malzeme gelmedi. Benim özel emrim vardır arkadaşlara; ‘Acile gelen hastayı mutlaka stabilize edeceksiniz’ diye. Kim olursa olsun alınacak, ister sivil, ister yabancı uyruklu. Maliye Bakanlığı’nın döner sermaye gereği talep ettiği miktar para o anda kişinin üzerinde olmayabilir. O durumda dekanlık emridir deyip yatıracaksınız hastayı, ertesi sabah nasıl halledeceğini dekan düşünsün. Yener Bey, bazılarının zannettiği gibi askerler hep silahla didişmez. Silahlı Kuvvetler Türkiye’de birçok konuda öncelik yapmıştır, yapmaktadır. Askerler hep en güzel yerlerde oturuyor diyenlere bir çift sözüm var. Biz başta güzel yerlerde oturmuyoruz, biz gittiğimiz yerleri güzelleştiriyoruz. Ben bir köylü çocuğuyum, kimseyle farkımız yok.

Brifing zamanı

Gülhane Askeri Tıp Akademisi Dekanı Tbp. Tümg. Prof. Dr. Derviş Şen, görev başındayken hem çok ciddi, hem de güler yüzlü. Derviş Şen Paşa, hastanede meslektaşlarıyla çalışırken hem sivil hem asker, hem arkadaş hem komutan olma kimliklerini olağanüstü bir beceriyle kaynaştırıyor. Galiba çok sevilmenin sırrı da burada yatıyor.

GATA’da bir Sezer klasiği

- Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in bir arkadaşını ameliyat etmiştik. Ertesi gün Akademi komutanımız, birden ‘Cumhurbaşkanı buraya geliyormuş, haberin var mı?’ diye sordu. Olmadığını söyleyip hemen arkadaşının yattığı odaya çıktım. Hakikaten 10 dakika sonra yanında sadece bir koruma ve şoförüyle beraber geldi. Bütün arzlarımıza rağmen hemen kapının yanındaki sandalyeye oturdu. Kendisine ısrarla ‘Efendim lütfen sizi şu tarafa alalım’ dedik, kabul etmedi. 15 dakika kadar arkadaşına geçmiş olsun deyip kısa bir sohbetten sonra sessizce çıkıp gitti.

Rahşan Ecevit’te kanser çıkmadı

Bülent Ecevit, eşi Rahşan Hanım’ın rahatsızlığında günlerce refakatçi olarak kaldı GATA’da...

- Bülent Ecevit’in eşi Rahşan Hanımefendi 2 ay kadar hastanemizde yattı, her ikisi de GATA’dan övgüyle söz ettiler. Rahşan Hanım bize malign, yani kötü huylu tümör şüphesiyle gönderilmişti. Yaptığımız tetkiklerde malign değil, granulomatöz hastalık çıktı. Bülent Bey’le Rahşan Hanım birbirine o kadar düşkünler ki, neredeyse yapışık ikiz gibiler. O yaşa kadar bu sevgiyi, bağlılığı korumak herkesin harcı değil. O süre içinde gördüğüm kadarıyla Bülent Bey’in zihni melekeleri çok iyiydi. Beyefendiliğinden en ufak bir kaybı yoktu. Kendilerini sabah, akşam her ziyaret edişimizde bizi kapıya kadar uğurlardı. Kendisine defalarca rahatsız olmamalarını ifade ettiğim halde yine de vazgeçmedi.

Ameliyathanede imam bayıldı

YÖK kanununun verdiği izinle döner sermayenin yüzde 10’luk kısmı bilimsel araştırma ve geliştirmeye ayrılır. Geçen seneki döner sermaye gelirimiz 20 trilyon civarındaydı, bu da bize 2 trilyonluk araştırma kaynağı oluşturdu.

Başasistanken bir yarbay çocuklarının sünnetine yardımcı olmamı istedi, ben de kabul ettim. Arkasından ‘Bir hoca getirebilir miyim’ diye sordu, olabilir dedim. Gitti bizim mescidin imamı olan askeri getirdi, operasyona başladık. Biraz sonra arkamdan küt diye bir ses geldi. Bir baktım ki, imam yerde, meğer kan görmeye dayanamazmış.

Normalde bir cerrah en ağır yaralıya müdahale eder, harp cerrahı ise hayatından ümit kestiği yaralıyı bir yana bırakır. Çünkü onun görevi vuruşan gücü ayakta tutmaktır.

Şu anda AIDS’li hastamız yok, geçmiş yıllarda yurtdışından kısa dönem askerlik için gelenler arasında bazı vakalar vardı. Bu tür bulaşıcı hastalıklar için intaniye bölümünde özel vakumlu oda yaptırdık.
Yazının Devamını Oku

Mehmetçiğe terhisinde 1 yıllık prezervatif

31 Mayıs 2004
Gülhane denince akla ilk gelen İstanbul’daki ünlü park olur genellikle. Ama, biz sizi Ankara’nın Etlik’inde kurulu dev bir başka Gülhane’ye götürüyoruz. Koca bir yüzyılı geride bırakan dünyaca ünlü tıp merkezimiz Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne, kısaca GATA’ya... Hem de ilk kez... Bakalım ameliyathanelerde de esas duruş çekiliyor mu?.. Doktor yüzbaşıyla doktor generalin konuşması nasıl oluyor?.. Dekan Tbp. Tümg. Prof. Dr. Derviş Şen, Kırıkkale Balışeyh doğumlu bir

köylü çocuğu. Gün gelmiş ünlü bir doktor, cerrah olmuş, generalliğe kadar yükselmiş ama, doğup büyüdüğü toprakları unutmamış. Babadan kalma arsasına kendi adını taşıyan 10 derslikli çok programlı bir lise yaptırmış. Derviş Paşa, hem ciddi, hem güler yüzlü, hem sivil hem asker, hem arkadaş hem komutan, hem paşa hem hoca... Gün boyu buradayız, programda önce brifing var, sonra gün boyu ameliyathanelerden yoğun bakım ünitelerine, cumhurbaşkanları için yapılan özel odalara kadar büyük GATA turu. Önce ayaklarımıza mavi galoşları takalım...


Dekanlık makamında sabah kahvesinden ilk yudumu almıştık ki, bombayı patlattı Derviş Şen ‘Hoca-Paşa’...

- Son bir yıldır vatani görevini yapmakta olan gençlerimize üreme sağlığı konusunda bilgiler veriyoruz. Kadın Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Recai Pabuççu Hoca’nın başlattığı program, Sağlık Bakanlığı’yla koordineli olarak yürüyor. Silahlı Kuvvetlerimizin bütün birliklerindeki hekim ve hemşireler üreme sağlığı konusunda ders verecek hale getirildi. Hedef, senede ortalama 600 bin genci bu konudaki çağdaş bilgilerle donatmak. Yapılan araştırmalar gösterdi ki, artık Doğu kadını da fazla doğum yapmak istemiyor ama, eşini engelleyemiyor. Şimdi bütün birliklerde topçu, piyade gibi dershanelerin yanı sıra üreme sağlığı dershaneleri hızla kuruluyor. Bu gençler terhis olurlarken kendilerine bir yıl kullanabileceği miktarda üreme sağlığıyla ilgili malzeme, yani condom (prezervatif) verilecek.

Aliyev’in vefatında uzmanımız yanındaydı

Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev burada mı vefat etti, yoksa ABD’de mi?

- Haydar Aliyev, Amerika’da rahmetli oluncaya kadar bizim kardiyolog hocamız yanından ayrılmadı. Bizde oldukça uzun bir süre tedavi oldu, yaşadığı sürece hekimliğini Gülhaneli hocalar yaptı. GATA’da vefat ettiği, bunun kamuoyundan saklanıp Amerika’ya götürüldüğü yolunda çıkan haberlerin doğru olmadığı zaten buradan belli. Rahmetli kardiyolojide yatarken kendisine doğum günü partisi yapıldı, 5 saat yorulmadan ayakta kaldı. Bush’tan Putin’e kadar birçok devlet başkanı kendisini telefonla arayıp doğum gününü kutladı. Devlet büyükleri neden hep buraya geliyor diye sordunuz, herhalde Gülhane adı rahatlatıyor Yener Bey. Bizde mesleki disiplin, ihtimam, güvenlik biraz daha fazla herhalde. Son olarak Arnavutluk Cumhurbaşkanına burada atroskopi ameliyata yapıldı, iki gün içinde taburcu oldu.

General ile er yan yana yatar

Merak etmeyen varsa beri gelsin. Askeri hastanelerdeki ameliyatlarda ere gösterilen özenle, generale gösterilen özen, kullanılan malzeme aynı mıdır?

- Yener Bey, olur mu öyle şey, generalin ameliyatıyla erinki tıpatıp aynı. Genelkurmay başkanı bile yoğun bakımda erle yan yana yatar. İnsan sağlığı açısından malzeme, kalite, hassasiyet, titizlik aynıdır. Vatani görevi için gelen evlatlarımızın o güne kadar bilmediği hastalıklar burada çıkıyor. En çok romatizma ve doğuştan gelen kalp hastalıkları. Bu gibi hastalarımıza 15 bin dolarlık ameliyatları yapıp sessizce gönderiyoruz. Ameliyathanenin içi ibadethane gibidir, askeri kışladan daha disiplinli olmak zorundadır. Ben Ankara Tıp’ta okurken ameliyathanede asistanlara tekme atan hocalar bile vardı. Bence bir hoca ameliyathanede etrafına bağırıyorsa çuvallamış demektir. Ben bağıra çağıra hasta muayene eden hekimi affetmem, önce güler yüzlü, müşfik olacak.

Bir binbaşı cerrahın maaşı sivil meslektaşının yarısı

Derviş hoca mı diyeceğiz, Derviş paşa mı diyeceğiz, gel de çık işin içinden...

- Benim birinci titrim öğretim üyeliği, çünkü onu kendiniz alıyorsunuz. Generallik ise bir üst makamın size uygun gördüğü onurlu bir mevki. Bizi dışardan sadece asker diye görür herkes ama, mesela ben Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde doçent oldum. 1970’te Ankara Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. GATA’da doktorlar döner sermayeden ücret almaz, rütbe maaşımızı ve YÖK’ün belirlediği profesörlük tazminatını alırız. Ben cerrahım, tümgeneralim, 1984’ten beri muayenehanem var. Şu anda bir evim, bir de küçük yazlığım var. Bugün Erzurum’da çalışan bir genel cerrah binbaşının aldığı maaş 1 milyar 100 milyon lira. Sağlık Bakanlığı’nın son değişiklikle hekimlerine 2 milyara yakın maaş veriyor. Millet genellikle tersini zannediyor ama, komutanlarımız hiçbir zaman bu gibi parasal konuları yukarıya götürmek istemez. Dünyaya yine geleceksem yine tıp doktoru ve cerrah olmak isterim.

YARIN: RAHŞANHANIM KANSER DEĞİLDİ
Yazının Devamını Oku

Bilgisayarın üstüne örtü filan örtmeyin

25 Mayıs 2004
Planladığımız hedefe göre, önümüzdeki beş yıl içinde üretimimizi 250 bine çıkaracağız. Bizim banka kredileriyle, devlet ihaleleriyle işimiz yok. Bunun için krizlerde dimdik ayakta kaldık, ortada sadece öz sermayemiz var. Bugün dünyada bilgisayar fiyatlarının en ucuz olduğu ülke Çin’dir, arkasından Türkiye gelir. Türkiye’de bulduğunuz fiyatı dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız. Türkiye bunu yerli üretime, bunun da en başında Casper’a borçludur.

Casper biraderlere ‘Casper ne durumda, bilgisayar tutkunu ne durumda’ diye sorduk.

- Altan der ki: Masaüstü bilgisayarlarda Gardner’ın bu yılın üç ayındaki rakamlarına göre yüzde 10.7’lik piyasa payımızla şu anda Türkiye’de bir numarayız. Geçen yıl 48 bin adet bilgisayar sattık, bu yılki hedefimiz ise 80 bin. Planladığımız hedefe göre, önümüzdeki beş yıl içinde bu adedi 250 bine çıkaracağız. Bizim banka kredileriyle, devlet ihaleleriyle işimiz yok. Bunun için krizlerde dimdik ayakta kaldık, ortada sadece öz sermayemiz var. Bugün dünyada bilgisayar fiyatlarının en ucuz olduğu ülke Çin’dir, arkasından Türkiye gelir.

Türkiye’de bulduğunuz fiyatı dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız. Türkiye bunu yerli üretime, bunun da en başında Casper’a borçludur. Yener Bey, korkunç bir mücadele verdik, vermeye de devam ediyoruz. Her konuda dünyanın bir numaralı firmalarıyla ortaklaşa çalışıyoruz.

- Yalçın der ki: Benim için Şişli’de 500 makine satmak, Iğdır’da 10 makine satmaktan daha önemli değil. Biz tabandan

gelen bir hareketiz, Casper’ın 1996’ya kadar hiç reklamı yoktu ama, Anadolu’nun en ücra köşesinde tabelamız vardı. Ben Şemdinli’ye kadar yurdumun her köşesini karış karış gezdim. Sultanhamamı’nda yaklaşık 17 bin dükkán vardır, Casper’ı

kurduğumuzda bunların hepsini tek tek dolaştım. Anadolu çocuğunda öyle büyük bir bilgisayar merakı var ki, insanın aklı hayali duruyor. Tarlada ayçiçeği toplayandan, inek sağana, dağdaki çobana kadar bilgisayar utkunu ne çocuklar gördüm.

Erciş’te, Iğdır’da birkaç çocuk kendi aralarında para toplayıp taksitle bilgisayar almışlar. Kalkandere’de, Hakkari’de, Çatak’ta, Erbaa’da internet- kafeler tıklım tıklım dolu. Kimi çocukların parası yok, monitörlerde neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlar, Anadolu çok heyecan verici. 600 bayiimiz var, ortalama 10 kişiden sayarsak 20 bin kişilik bir sinerji yaratıyoruz, bu bizim için büyük gurur.

Bilgisayarınızı ite kaka kullanın

Casper Yalçın ve Casper Altan’dan bilgisayar tutkunlarının dikkatine...

Bir bilgisayarın ömrü en fazla dört yıldır ama, teknoloji ortalama dört ayda bir yenilenir. Son teknolojiyi yakalamak için dört ay beklemek akıllı işi değildir, çünkü en üst fiyatlar hep aynı kalır.

Bilgisayarınızı ite kaka kullanın, üstünü toz örtüleriyle örtmeyin. Aslında yaptığınız dört yıllık bir kiralamadır. Bilgisayarınız hep açık olsun.

Bilgisayar alırken kesinlikte Türkiye çapında yaygın teknik ağı olup olmadığına bakın. Adam malını satmaya çalışıyor, 300 makineye hizmet vermesi imkansız.

Üniversitede boşluğa düştüm

- Ben Rize Kalkandere’nin Çayırlı Köyü’nde 29 Ekim 1968’de dünyaya geldim. Babam yorgancıydı, sonra İstanbul’a gidip taşocaklarında amelelik yaptı. Ondan sonra İstinye’de bir akrabamızın çay bahçesinde ocakçılığa geçerek sınıf atladı. İstanbul’da ilk yıllar boşluğa düştüm, inanç sistemim zayıfladı. Rüyamda bile görmediğim şeyleri yaşıyordum, yerli seks filmlerini kaçırmaz olmuştum. Üniversitenin sonuna doğru kendime geldim. Muhafazakár bir aileden geliyorum, hayatımda içki, sigara içmedim.

Hastanenin otomasyonu


- Ben Gaziantep’in köklü ailelerinden Kavaklı’ların çocuğuyum. Ailem petrol işiyle uğraşır, birçok yerde benzin istasyonlarımız vardır. Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar Bölümü’nü kazandım. Aslında benim gönlümde ekonomi, işletme yatıyordu, Yıldız’ı dershanedeki hocamın ısrarıyla yazdım. O zamana kadar bilgisayar nedir hiç bilmezdim. Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin tüm otomasyonunu gece gündüz hastanede kalıp yazdım. Çok ciddi paralar veriyorlardı. İki yıl bu tempoyla çalışarak 30 bin dolar biriktirdim.
Yazının Devamını Oku

Casper’ın arkasında Rizeli Yalçın’la Antepli Altan var

24 Mayıs 2004
<B>MÖ 30.000:</B> İnsanlar artan rakamları unutmamak için kemiklerin üzerine işaretler koydu. MS 1623: Alman Schickard’ın geliştirdiği ilk hesap makinesi sadece çarpma yapabiliyor.

MS 1673: Alman Wilhelm Leibniz dört işlemi yapma yeteneğine sahip ilk cihazı geliştirdi, bilgisayar teknolojisi için şart olan 0-1 temelini attı.

MS 1890: Amerikalı Hollerith nüfus sayımı verilerini depolamak için ilk delikli kart makinesini icat etti.

MS 1938: Alman mühendis Konrad Zuse, Z1 adlı programlanabilir 64K hafızaya sahip bilgisayarını geliştirdi.

MS 1944: Amerikalı bilim adamı Howard Aiken, Mark l’i yaptı. 26 ton ağırlığında, 16 metre genişliğindeki cihaz bir çarpma işlemini 6 saniyede yapıyor.

MS 1946: 110 km kablodan oluşan 30 ton ağırlığındaki ENIAC bir işlemi 0.0002 saniyede yapmayı başardı. ENIAC’ı çalıştırmak için 150.000 watt enerji gerekiyor.

MS 1948: Transistor icat edildi.

MS 1981: IBM ilk kişisel bilgisayarı piyasaya sürdü.

MS 26 Temmuz 1991: Yalçın Yıldırım ile Altan Fakıllı adlı 23 yaşındaki iki bilgisayar mühendisi Casper Bilgisayar’ı kurdu.

MS Mayıs 2004: Casper’ın kendilerini saklayan iki genç patronunu vitrin önüne çıkarmaya karar verdik. Sevgili Ertuğrul Özkök; ‘Madem ikisi de Anadolu çocuğu, memleketlerinin mahalli giysileriyle kendi ürettikleri bilgisayarları önünde dursalar’ dedi. Hemen Göksenin İleri dostumuza telefon, Karadeniz ve Gaziantep giysileri anında hazır. Yalçın ile Altan beylerden itiraz, yok komik olurlarmış, yok meslektaşları ne dermiş. Beyler, doğup büyüdüğünüz topraklarla gurur duymuyor musunuz? Aman estağfurullah deyip tam giyinmeye başladılar, bu sefer de giysiler küçük gelmez mi? Var mı geri dönmek, cepkenleri omuzlarına asarsın, kuşakları da boyunlarına sararsın.

Söyler misiniz bize lütfen, Türkiye’de devlet katında bilişim sektörünün patronu kimdir?

- Yalçın der ki: Türkiye’de bilişimcileri kontrol edecek bir mekanizma yok, herkes kaderiyle başbaşa. Türkiye’de bu yıl bir milyonun üzerinde bilgisayar satılacak, böyle başıbozukluk olur mu? Anadolu’da genellikle lisanssız ürünler satılıyor, müşteri ucuz olsun diye kopya istiyor. Microsoft’un perakende maliyeti normalde 80-85 dolar, keşke bunu 20-30 dolara düşürse. 100 dolar bugün Doğu Anadolu’da bir ailenin geçimi, bu da bir gerçek. Ülkemiz ithal parça mezarlığı sanki, arıza yüzdesi çok yüksek parçalar ithal ediliyor, yazık, günah. İthalatçılara bu malların başlarına iş açıp açmadığını sorduğumda; ‘Birçoğu kanalda kayboluyor, ben toptancıya satıyorum, o ötekine, sonunda kimse kimden hangi malı aldığını hatırlamıyor’ diyor. Şu anda piyasa 17 inçlik sahte flat monitörlerle dolu, alanların gözlerine yazık. Ekranın üzerinde flat yazıyor ama, yurt dışında önüne cam çekilmiş. Bilgisayar filtresi diye satılanların büyük çoğunluğu bildiğimiz pencere camı. İki ince camı birleştirip araya film gibi bir şey koyduktan sonra ışınları kesiyor diye satıyorlar.

BİLGİSAYARLA OYNAYAN ÇOCUK BIÇAK ÇEKMEZ

Altan der ki: Devlet en fazla önem vermesi gereken bilişim sektörü için hiç kılını bile kıpırdatmıyor. En azından, içerde bilgisayarda oyun oynayan çocuk sokakta ne küfür eder, ne de bıçak çeker. Geçen yıl dünyada yaklaşık 142 milyon, Türkiye’de ise 850 bin bilgisayar satıldı. Milli Eğitim Bakanlığı Anadolu için ihale yaptı, okullara bilgisayarlar koydurdu. Ben kesinlikle inanıyorum ki, çoğunun ambalajı bile açılmamıştır. Kim çalıştıracak, öğretmen bilmiyorsa ne yapsın, bozulur korkusuyla naylonlarını bile açmamıştır.

Gidiyorsun bilmem ne pasajına, gençten birileri sana hemen bir parça reçetesi yazıyor. Git al, topla, getir ve işte bilgisayarın şipşak hazır. Bu kadar kolay mı?

- Altan der ki: Biz teknoloji liderliği yapan firmayız, ortalama işlemci fiyatımız Avrupa ortalamasının üzerinde. Dünyada yeni bir işlemci çıkmadan aylar öncesinden bize teste gelir. Pazara yeni bir model sunmadan önce her parçanın çok yoğun bir şekilde arge çalışmasını yapıyoruz. Mesela Türkiye’nin elektrik yapısıyla, Avrupa’nınki, Amerika’nınki aynı değil. Bizde voltaj dalgalanmaları çok yüksek olduğu için power supply’ın devresine bile müdahale ederiz. Adam meslek lisesinde elektrik okumuş, bilgisayardan biraz anlıyor diye bilgiçlik taslıyor. Alıyor eline bir kağıt, 14 parça yazıp vatandaşa git bunları getir sana ucuz bilgisayar yapayım diyor.

Parça toplayarak bilgisayar yapıldığı nerede görülmüş? Bizim modellerimizi 35 senelik elektronik mühendisinin yönettiği arge laboratuarımız belirliyor.

- Yalçın der ki: Biz ayda yaklaşık 10 bin makine satıyoruz, Türkiye çapında 600 mağazalık dev bir teknik servis ağımız var.

Merdiven altı tabir ettiğimiz firmaların çoğu krizlerle birlikte kayboldu gitti, ara ki bulasın. Diyelim 50 dolara printer satılıyor, kartuşu ise 40 dolar. Günde 10 tane kartuş kullanıyorsan, ne anladım 50 dolarlık makineden? Bunlar uluslar arası markaların uzun yıllardır uyguladığı müşteriyi sağma taktikleri. Yerli üretimle rekabet edemeyince garanti sonrası parçaları pahalı satmak yolunu seçtiler. Yurt dışından marka getiren firmaların çoğu da bizlerle rekabet edemediği için çekip gitti, garantileri ortada kaldı. Bizim gibi yerli üreticilerin hepsi dimdik ayakta, arkasında dev holdingler olan işte Escort, işte Vestel, işte Exper ve işte karşınızda Casper.

Enayi yerine konmamak için Casper’i kurduk

İstanbul’u hayatında ilk kez üniversiteye geldiğinde görüyorsun. Birinin cebi delik, ötekinde baba baskısı var. Bu nasıl bir cesarettir, özgüvendir?

- Yalçın der ki: Türkiye’de insanların nasıl enayi yerine konduklarını gördüğümüz için Casper’ı kurduk. O kadar fahiş fiyatlar vardı ki, burada 4-5 bin dolara satılan bilgisayarların aynısı yurt dışında 1.500-2 bin dolardı. Önce fakülteden 10 sınıf arkadaşımızla ortak hareket etmek istedik ama, olmadı. Cebimizde kendi alınterimizle kazandığımız 30 bin dolar vardı.

Altan der ki: Günlerce, haftalarca araştırdık, sonunda Casper’dakarar kılıp uluslararası tescilini yaptırdık. Bizim Casper’ın bir zamanların ünlü çizgi filmiyle ilgisi yok, yurt dışında bir monitör markasıydı.

O zamanki fiyatlarımız 1500 ila 2 bin dolar arasındaydı. Kasa üretimini kendimiz yapalım dedik, bir baktık maliyeti 80 dolar, yurtdışından getirirseniz 20-25 dolar. Bir bilgisayarın main bord’u 13-14 parçadan oluşuyor, içinde 650 tane komponent var. Keşke bunu Türkiye üretebilse ama, şu anda Tayvan ve Çin’i geçmenin imkánı yok.
Yazının Devamını Oku

Şimdiki genelkurmay başkanları pazarlamacı

18 Mayıs 2004
Türk savunma sanayinin can damarı Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’nu (MKEK) son 3 yıldır Elazığ Har Köyü doğumlu bir ‘Gakkoş’ paşa yönetiyor. O, ilkokul 3’ten terk küçük bir memurun tümgeneralliğe yükselen oğlu Mehmet Başpınar. O, İstanbul’u 1962’de Kara Harp Okulu’ndan subay çıktıktan sonra gören Mehmet Başpınar. Nice kıta hizmetleri, karargáh komutanlıkları, başkanlıklar ve Güney Kore Askeri Ataşeliği...

Başpınar Paşa’nın Ankara Tandoğan’daki mütevazı makamında gördük ki, o hálá yaman bir asker. Kaşları çatık, gözleri çakmak çakmak, makineli tüfek gibi konuşuyor. Gazi’deki fişek fabrikasını gezerken de öyleydi, poligonda atış yaparken de. Sanki MKEK’nin sahibi. Sanki, yönettiği kurumun sadece kapısını açıp kapamanın bir aylık gideri 19 trilyon cebinden çıkıyor. Buyrun birlikte gidiyoruz, giriş kartı almak için kimlikleriniz hazır mı?

Başpınar paşa, romantik dinozorların hayallerini tuz buz edecek birazdan. Sanırdık ki bizi sevdiklerinden, dost olduklarından gelirlerdi ta Ankara’lara kadar...

Amerika uzaya göndermek için adam arıyormuş. Alman Hans ‘Ben 500 bin dolara giderim’ demiş. Fransız Piyer ‘Ben 1 milyon dolar isterim’demiş. İsrailli Moşe ise ‘Ben 1.5 milyon dolar isterim. 500 bini senin, 500 bini benim, 500 bini de Hans’a ver gitsin’ demiş. İşte dünya böyle çalışıyor Yener Bey. Mesela A ülkesinin genelkurmay başkanı, bizim Genelkurmay Başkanımızı ziyarete geldiğinde, birinci önceliği kendi savunma sanayini tanıtmaktır. Biraz hoş beşten sonra çantasını açıp yaptıkları tankları, helikopterleri pazarlamaya başlar. Bu düşünce artık bizim komuta kademesinde de oluşmaya başladı, askeri ataşeliklerimize savunma sanayimizi tanıtmaları için emir verildi. 1995’te ben Genelkurmay’dayken Malezya’ya denizaltı vermek için çok çırpındık. Onların denizaltı subay ve astsubaylarına Gölcük’te bedava eğitimler bile verdik. Erbakan’ın başbakanken çıktığı Uzakdoğu seyahatinde çok büyük kulisler yapıldı, ama sonunda ihale bize değil Fransa’ya verildi. Fransa eğitim için bilmem ne kadar para istedi. Malezya kıyameti koparttı, ihaleden vazgeçeceğini söyledi. Fransa cumhurbaşkanı hemen uçağına atlayıp Malezya’ya gitti ve sorunu çözdü.

GENÇLER MKEK’İN GÜCÜNÜ BİLMİYOR

Başpınar Paşa’nın şimdi söyleyecekleri pek anlamlı, pek mesajlı.

Bizdeki henüz olgunlaşmamış bazı sivil ve askeri genç dimağlar, MKEK’nin gücünü bilmeden, bu kurumu nasıl geliştirebiliriz diye düşünmeden dışarı bakıyor. Mesela birisi çıkıp ‘Çin’de çok ucuz’diyebiliyor. Komutanım beni niye Çin’le mukayese ediyorsun, İngiltere’yle, Fransa’yla mukayese et. Çin’in depoları hammadde dolu, onun işçisi 20 lira maaşa çalışıyor, benimki 2 milyara. Çin’in, Bulgaristan’ın, Romanya’nın işçiliği, kalitesiyle benimki aynı mı? Benim hammadde depolarım yok, sipariş aldığımız zaman gidip alıyorum. Yurtdışındaki bir ihalede Romanya’yla biz kaldık. Romanya’nın verdiği fiyat benim hammadde fiyatımdan ucuzdu. Silahlı Kuvvetler, emniyet teşkilatı çok acil olmadıkça dışardan silah, mühimmat almamalı. Bize söylesinler, bu güçlü teşkilat gecesini gündüzüne katıp en álásını üretir. ABD ve Avrupa ülkeleri silah veya mühimmat alacaksa önce kendi ülkesindeki üretime bakıyor. 2-3 katı fiyat olsa bile yine kendi ürettiğini alıyor, gözleri dışarıda değil. Birkaç sene önce emniyet teşkilatının bir ihalesine girmişiz, şartnameye 25 bin atış şartı konmuş. İstirham ediyorum, 25 bin atış ne demek, hangi muharebeye girilecek? Bizim namlular 15 bin atışa dayanıklıdır, daha fazlasını kim ne yapacak? 25 bin atış için kaç yüz sene lazım, beni fazla konuşturmayın Yener Bey.

DOĞU KARADENİZ SİLAHI EN İYİSİ

Eskinin emektar Kırıkkale tabancalarının yerinde yeller esiyor. Onun yerini Şahinler, Ziganalar, Atmacalar, Gümüşaylar, Kobralar, Kanuniler, Fatihler, Canikler, Yavuzlar, Serçeler almış.

Türkiye’deki yerli ve yabancı silahların tek satıcısı benim. Kırıkkale tabancaları artık antika oldu, Doğu Karadeniz Silah Projesi kapsamında 5 şirket üretim yapıyor. Ürünlerin test atışlarını Kırıkkale’deki silah fabrikamızda yapıyoruz, bizden onaysız satılamaz. Namlularını biz veriyoruz, bizden başka bir yerden alamazlar, çünkü dövme namluyu bizden başka yapan yok. Bu işin kaçağı olmaz, verdiğim namlu kadar tabanca isterim. Verdiğim namlu bozuldu mu, getir bana bozuğunu kardeşim; bir tanesi kaçamaz. Diyelim ki, benim verdiğimin dışında kendisi namlu yaptı, kesinlikle bende sattıramaz. El altından satıp da namlu parçalanıp birisine bir şey olduğu zaman da hesabını verir. Doğu Karadeniz’de üretilen tabancaların en pahalısı 4 milyar, hem de altın kaplamalı filan. İddia ediyorum, bu silahların dünyadaki benzerlerinden hiçbir eksiği yok, herkese tavsiye ediyorum.

5.56 mm mermi ile yaralamak kárlı

ESKİDEN 7.62 mm piyade tüfeği vardı, vurduğu zaman adamı öldürüyordu. 1990’larda bunun çok tartışması oldu, silah yaralasın mı, öldürsün mü diye. Ardından bazı NATO ülkeleri 5.56 mm piyade tüfeği kullanmaya başladı. 5.56 vurduğu zaman adamı öldürmüyor, yaralıyor. Faydası şu, adam yaralandığı zaman hem muharebe dışı kalıyor, hem de birçok kişi onun için seferber oluyor. Yaralıyı götürmek için tezkereyi iki kişi taşıyor, hastanede doktor, hemşire bakıyor, en azından 5 kişiyi meşgul ediyorsunuz. Öldürdüğünüz zaman ise sadece bir adam gitmiş oluyor. MKEK olarak biz son 4 senedir 5.56 üretiyoruz, Jandarma ve Kara Kuvvetleri’ne veriyoruz. En son model bilgisayarlı fişek hattını da kurdum, 70 milyon adet kapasitesi var.

MP5 tabancamız dünyaca ünlendi

Tabanca, top, tüfek dediğin peynir ekmek, karpuz gibi satılmaz herhalde. Kim alır, nasıl alır, kim satar, nasıl satar?..

Sivil şirketler de benden silah alabilir, illa asker olması şart değil. Gelip filanca ülke için şunları alacağım der, gerekli olan uluslararası belgeleri gösterip son kullanıcıyı taahhüt eder. Eğer devletin kırmızı listeye aldığı bir ülkeyse kesinlikle benden mal alamaz. Ben de bu evrakları gerekli makamlara gönderirim, onaylanırsa malı teslim ederim. Alacağı miktara göre yüzde 1 ila 2 arasında komisyon veririz, bu gizli kapaklı değildir. Eğer miktar çok büyükse yüzde oranı daha da aşağılara iner. Özellikle MP5 makineli tabancamız dünya pazarlarında en çok tutulan ürünümüzdür. Yeni imal ettiğimiz T-155 Panter adlı çekili top, 40 km’lik mesafesiyle halen dünyadaki en uzun menzilli toptur. Kara Kuvvetleri’ne 6 tane teslim ettik, her birinin fiyatı 1,5 milyon dolar civarında. 20 mm’lik topumuz yekpare olarak üretilir, dünyada benzeri yoktur. Türkiye’de şu anda kullanılan bütün silahların fişeğini biz üretiyoruz. Yener Bey, buralarda çalışanlar değil bir avuç, bir tane fişeği bile dışarı çıkaramaz, alarmlar dındırı dındırı öter. Fişeklerin hesabı gramla, bir tanesi bile kaçtı mı yer yerinden oynar. İçerde kameralar var, kim ne yaptı, nereye gitti, duvarın dışından hepsi izlenir. Aklıma hayalime gelen ne kadar tedbir varsa hepsini uyguluyorum.

SIG SAUER’İ NE YAPACAKSIN Bazı adamlar bizim gibi parasının hesabını yapmadığı için binlerce dolar verip Sig Sauer alıyor. Şarjöründe 15 tane mermi var, harbe mi gidiyorsun, ne yapacaksın bu koca silahı birader? Konsinye uyguladığımız ithal silahların hiçbir şeyine karışmam, hepsi kendi paketlerin içinde, hangisini isterseniz veririz. Diyelim kuvvetlerin silaha ihtiyacı oldu, gitti falanca yerden aldı, ben onu kontrol etmiyorum. Sivil piyasaya bazı patlayıcılar giriyor, en azından sıkıntı yaratacak ithal mallar bizden geçmeli.

‘Gakkoş’ Paşa sırım gibi

BAŞPINAR Paşa hálá sırım gibi, bastığı yerden toz bulutu yükseliyor. Çorba, salata, ızgara levrek ve tatlıdan oluşan öğle mönüsü gösteriyor ki, sağlığına özen gösteriyor. Yerinde duramıyor, MKEK’e kendini adamış...
Yazının Devamını Oku

Hayatımın 3 büyük aşkı

11 Mayıs 2004
1960’lı yılların unutulmaz aşk ilahesi Gülsüm Kamu, yaşamının bilinmeyenlerini arkadaşımız Yener Süsoy’a anlattı. Kamu, Fikret Hakan, Beşiktaşlı ünlü futbolcu Yusuf Tunaoğlu ve tiyatronun büyük sanatçısı Müşfik Kenter’le olan aşklarını unutamadığını söyledi.1. Fikret Hakan

Uğruna intihara kalkıştım

- Fikret Hakan’la Kenter Tiyatrosu’ndayken tanıştık, kısa zamanda birbirimize bağlandık. Akşamları oyundan sonra gelip beni tiyatrodan alıp gezmeye götürürdü. Ama bilesiniz ki, bu tamamıyla bir platonik aşktı, iki sene sürmesine rağmen. O zamanlar şimdiki gibi seviyeli birliktelikler yoktu, aileler çocuklarına karışırdı, korkardınız. En fazla kaçamak öpüşürsün, el ele filan tutuşursun, o kadar. O sırada Fikret birden evlendi, ben de intihara kalkıştım. Beni Amerikan Hastanesi’nde Fikret’le baş başa bastı gazeteciler.

2. Yusuf Tunaoğlu

Kara Kartallı kara sevdam

- Club Reşat’ta çalışıyordum, sene 1970’ler. Beyoğlu Ağa Cami’nin sokağındakinde. Bir gece barda oturuyorum, kulübün içi loş. Bir anda karşımda bir çift yeşil göz gördüm, beni anında mıknatıs gibi çekti. O gözler hayatımın en büyük aşkı Beşiktaş’ın efsanevi futbolcusu Yusuf Tunaoğlu’nundu. Yanıma geldi, konuşmaya başladık ve ahbaplığımız böyle başladı. Hayatımda ‘kara sevda’ denen hakiki aşkı Yusuf’ta yaşadım, filmlerdeki gibiydi. Beşiktaş kulübü ayağa kalktı, benim üstüme adamlar saldılar onu bırakmam için. Ben ona, o bana öylesine aşıktık ki, kelimelerle anlatmam imkansız. Mesela kamp için İzmir’e giderdi, ben de sabah uçağıyla gidip onu görür, konuşur akşam uçağıyla dönerdim. Ayrılmayı çok istedim ama, o bırakmadı beni. Kulüpten baskılar bir yandan, Yusuf’un bitmek tükenmek bilmeyen çapkınlıkları bir yandan derken baktık yürümüyor. Evlenecek durumumuz da yoktu, o da dağıtmıştı zaten. Çok çapkındı, hiçbir gün rahat durmazdı ki. Gazetelerde çıkan çapkınlık maceralarını gördükçe ağlardım. O beni Beşiktaş aşığı yaptı, hálá da Beşiktaşlıyım. Öldüğünü duyduğumda çok ama çok üzüldüm, Allah gani gani rahmet eylesin. Erkek bence arkadaş demek, aşk çok güzel bir duygu. Ben kadın erkek ilişkilerinde hisleriyle hareket eden bir insanım.

3. Müşfik Kenter

Ah şu alkol olmasaydı

- İran’dan döndükten sonra Yıldız Hanım yine tiyatrolarında oynamamı istedi. O sırada Ankara turnesi de başlamak üzereydi, provaları yapıp yola çıktık. Ankara’da oynarken Müşfik bana bir gece evlenme teklif etti, doğrusu şaşırmadım. Çünkü daha hiçbir şey olmamışken bile ben er ya da geç bu adamla evlenmeyi kafama koymuştum. Onu, sanatını o kadar çok beğeniyordum, o kadar aşıktım ki... Sahnede karşılıklı oynarken göz göze gelemezdim, Müşfik beni çok güldürürdü. Müşfik’in teklifini kabul ettim, Madralar’ın Ayvalık’taki evlerinde evlendik. Sonra İstanbul’a gelip Yeniköy’e bir ev tuttuk. Müşfik dünya iyisi bir insandır, adının hakkını fazlasıyla verir. Evliliğimiz ne yazık ki uzun sürmedi, alkolü çok seviyordu, 6 ay sonra ayrıldık.
Yazının Devamını Oku