9 Mart 2004
İstanbul Deri ve Zührevi Hastalıklar Hastanesi Başhekimi Dr. Nezihe Dirlik Baltalı, müthiş açıklamalarına devam ediyor. Ege Tıp Fakültesi'nde okuduğu dönemde arkadaşlarının ''Mercedes Nezihe'' diye isim taktığı Baltalı, Karaköy Genelevi'ne gittiğinde gördükleri ve duyduklarının kendisini çok üzdüğünü söylüyor.
Hayatımda ilk defa bir genelevi 6 yıl önce Fuhuşla Mücadele Komisyonu üyesi olarak Karaköy'e gittiğimizde gördüm. Filmlerden, romanlardan nasıl bir şey olduğunu biraz tahmin edebiliyordum ama, bu kadar berbat bir şey görmedim. Bana çok iğrenç geldi, çok da üzüldüm doğrusu, orası bizim hastanenin ilgi alanı dışında. Ortaya bir soba koymuşlar, etrafında çıplak kadınlar, tam bir et pazarı, bana çok itici geldi. Oralardan sorumlu bazı meslekdaşlarım bana anlatmıştı, Karaköy'ün aboneleri arasında profesör bile varmış. Yanımızdaki binadaki Belediye Muayene Evi'ne her hafta bastonlu bir hanım mutat kontrol için gelirdi. Onu görenler; ‘‘Herhalde bastonunu muayene ettiriyor’’derdi.
Genelev kadınları daha güvenli
- Buraya 17-18 yaşında öyle güzel kızlar geliyor ki, ben bile hayran kalıyorum. Test sonunda bakıyoruz HIV pozitif çıkmış. Bu yüzden bir anlık zevk için kendinizi riske atmayın. Lütfen tek eşli yaşayın, hiçbir erkeğin evde oturan hanıma hastalık bulaştırmaya hakkı yok. Adam HIV pozitif çıkınca ben ne yaptım diye başını duvarlara vuruyor, önceden aklın neredeydi kardeşim? Sen hastalığını güle güle kullan; peki eşinin ne suçu var?.. Kadının haberi yok, çocuk doğurmuş, bebeğin ne suçu var?. Buna göre, genelev kadınları daha güvenli, daha az riskli, çünkü her hafta kontrole gidiyorlar. AIDS'in terle, tükürükle bulaşmaz, sadece cinsel ilişkiyle geçmediği şimdilik doğru olabilir, çünkü henüz tespit edilmemiş. 3 sene sonra tükürükle de bulaştığı anlaşılırsa ne yapacaksınız, tıp böyle örneklerle dolu. Son yıllarda AIDS vakaları Türkiye'de artış gösterdi. 1992'de 10 hasta belirlemiştik, bugün ise bu sayı 70'lere çıktı.
Homoların erkekliği tutar
- Homoların bile buraya geldiklerinde erkeklikleri tutar, başımıza dert olurlar. Homolarla bayanları ayrı bölümlerde yatırıyoruz, arada da kilitli bir bölme var. Gecenin bir yarısında homolar bayanlarla birlikte olmak ister, nöbetçi doktor, hemşire duruma müdahale eder. Homolar dillerinin altında jilet taşır, açıp gösterirler keserim ha diye. Çok agresif bir grup vardı eskiden, camları kırarlar, duvarlara rujla yazılar yazar, ojelerle boyalarlardı her yeri. Özenle diktirdiğim lastikli çarşafları makasla kesip kimisi saçına kurdele yaptı, kimisi de taş atmak için sapan. Onlarla konuşurum hep, aslında o kadar saygılıdırlar ki. Kendilerine saygı ve sevgiyle yaklaşıldığı zaman hiç çirkin tepki vermezler.
Kan bankasına güvenim yok
- Bugün bir sürü yerde kan alınıp veriliyor, gerekli testlerin tam ve düzgün yapıldığından emin miyiz? Onun için herkese öneriyorum, kendinize ait kan bankanız olsun. Sağlık kontrollerini düzenli yaptırdığını bildiğiniz akrabalarınızdan, yakınlarınızdan birini tespit edin, size acil kan lazım olduğunda onu çağırsınlar. Mesela benim kuzenimle tutuyor kanım, söyledim yakınlarıma ihtiyaç olursa onu çağıracaklar. Ben bilerek kan bankasından kan almam, ancak haberim olmadan verebilirler.
Mercedes Nezihe derlerdi
Ben maddiyat için çalışmıyorum, varlıklı bir ailenin kızıyım. Babam Denizli Babadağ'ın ünlü tekstilcilerinden Nazif Dirlik. Aydınlı olan yüksek mühendis eşim Derya da aynı şekilde. Ege Tıp Fakültesi 1979 mezunuyum, orada arkadaşlarım bana ‘‘Mercedes Nezihe’’ derdi. Babam tıbbiyeyi kazanma hediyesi olarak sıfır kilometre bir Mercedes almıştı da ondan. Ağabeyim yüksek mimar, ablam ise eczacı. Babamın tek isteği benim doktor olmamdı, bu yüzden ODTÜ'yü kazanmama rağmen göndermedi. Ertesi sene yeniden sınavlara girip tıbbiyeyi kazandım. Burada 1 milyar civarında maaş alıyorum. Hiçbir gün makam aracı filan kullanmadım, kendi özel otomobilimle gidip geliyorum.
Yazının Devamını Oku 8 Mart 2004
Yenikapı-Sirkeci sahil yolundan geçerken Ahırkapı Feneri'nin bitişiğindeki surlar arkasındaki koca demir kapılı ahşap binayı merak etmediniz mi hiç? Neden kapısında gece gündüz taksiler olur?.. Kimi bekler kapının dışındaki kadınlar, erkekler?.. Hem de ta 1930'lardan beri... Kim bilir üç çeyrek yüzyıldır nice karanlık yüzler tanımış, nice kirli gecelere tanık olmuştur? Nice ocakların söndüğüne, kanların aktığına, coplara, tokatlara, tekmelere, rüşvetlere, frengilere, hıçkırıklara, AIDS'lere...
Burası TC Sağlık Bakanlığı İstanbul Deri ve Zührevi Hastalıklar Hastanesi. Var mısınız hastanenin başhekimi enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. Nezihe Dirlik Baltalı'yı ziyaret etmeye? O halde küçük dilinizi yutmaya, dilinizi ısırmaya, ağlamaya, tepinmeye, çığlık atmaya hazır olun. Bilin ki, bu başhekimin saati Bulgari, çantası Louis Vouitton, ayakkabısı Prada, otomobili Mercedes'tir. Ve yine bilin ki bu başhekim, Denizli'nin tekstil imparatorlarından Nazif Dirlik'in kızı, Derya Baltalı'nın da eşidir. Ve yinede bilinki bugün Dünya Kadınlar Günü’dür.
Cinsel organında yara çıkan utanmasın
- Toplum sağlığı sadece belden yukarısı demek değil, aşağısı da önemli. Başı ağrıyınca rahatlıkla doktora gidiyor, cinsel organında bir yara çıkınca utancından gidemiyor. Çoğu kişi, abuk sabuk pahalı ilaçlarla kendi kendini tedavi etmeye çalışıyor. Boş yere 150 milyonluk iğne yemiş, halbuki bir penisilin 2 milyon lira, iki tane oldun mu olay bitti, üstelik doktor parası da yok. Biz normal bir hastaneyiz, kapımız herkese açık. Niye insanlar başka hastanelerin dermatoloji kliniklerinin önünde kuyrukta bekliyor? Şu anda ben varım, bir cildiye uzmanımız, 5 pratisyen hekimiz var, muayeneye kimse gelmiyor, boş oturmaktan sıkılıyoruz. 80 yatağımız var, hepsi tertemiz, buyurun gelin.
Genelev kadınlarına muayene evi bakar
- Bu hastane genelev kadınlarına bakmıyor, burası Sağlık Bakanlığı'nın bir hastanesi. Genelev belediyenin denetiminde, orada çalışan bayanlar mutat kontrolleri için Karaköy Muayene Evi'ne geliyor. Bizim şanssızlığımız, o istasyonla aynı binada komşu olmamız. Orada belediyeye bağlı doktor, personel çalışıyor, hastaların kan testleri Hıfzısıhha'da yapılıyor, bizimle hiçbir alakası yok. Bize polisin, jandarmanın baskınlarda yakaladıkları hanımlar gelir. Hepsinin muayenelerini yapıp kanlarını aldıktan sonra gerekli ilaçlarını verip taburcu ediyoruz.
Bürokratlara kadın bulunduğunu duydum
- Laboratuvar sorumlusu uzman doktor olarak girdiğim 1985'te ve sonrasında hastanede test sonuçları alınmadan hastaların ‘‘temiz’’ diye çıkışları yapılırdı. Kadınlar aşağılanır, homolar dayak yerdi. Muayenehanesine gelmezse çıkış vermeyeceğini söyleyen doktorların olduğu söylenirdi. Kavga çıkınca polisi çağırırdık, gelip iki tekme ona, iki tokat buna atıp giderdi. Duyduklarımız arasında Ankara'dan gelen bürokratlara buradan bayanların temin edildiği bile vardı. Beni emrivakiyle zorla 1987'de başhekim yaptıklarında önce eşimin sağladığı maddi imkanlarla hastaneyi yeniledim. Yıkık tavanlarından iğrenç banyolarına, pis mutfaklarına, koğuşlarına kadar hepsini değiştirdim. Eski köhne sistemini kökünden değiştirmeye kararlıydım. Doktorlar viziteye çıkacak, hastalar yatağında yatacak, ziyaretçi de kabul edilecekti. Hasta ve çevresindeki kişiler, çok mecbur olmadıkça kesinlikle benimle muhatap olmayacaktı. Hiç kimseye nereden ne baskı gelirse gelsin kimseye özel muamele yapılmayacaktı. Ziyaretlere izin verdikten sonra bir de baktım ki, gelenlerin hepsi onları pazarlayan adamlar. Aşırı samimi davranışlar da başlayınca ziyaretleri kaldırdım.
Sınırdışı edilmemek için Türklerle evleniyorlar
- 1985'te bize gelen hanımların hepsi Türktü, arada bir homoseksüeller de gelirdi. 1990'lı yıllarda büyük bir zenci furyası başladı, öyle ki arkadaşlarımız kan almak için onların yaşadığı Cihangir'e giderdi. Bunların arasında çok fazla sayıda AIDS'li vardı. 1995'ten itibaren Rumen akını başladı, hasta profilimizin yüzde 50'sini onlar oluşturuyordu. Daha sonra Moldavyalılar çoğaldı, özellikle bavul ticareti döneminde. 1997'den sonra bu kadınlar sınırdışı edilmemek için çok büyük paralar karşılığında Türklerle evlenmeye başladı. Artık polisin, jandarmanın buraya getirdiği 100 yabancı kadından 98'i Türk soyadlı. Hikayeleri hep aynı, Türkle evlenmiş, birkaç ay sonra kocası onu terk etmiş, o da geçimini sağlamak için bu yola sapmış. Bakıyorsunuz vesika almak için Fuhuşla Mücadele Komisyonu'na müracaat etmiş.
Ziyaretçileri haraca bağlayan kapı polisi
- Bir dönem kapıda emniyetin gönderdiği bekçi vardı, sünepenin teki. Ne zaman arasan kafeteryada kendinden geçmiş vaziyette kızlarla muhabbette. Bekçiyi aldırttım, yerine polis gönderdiler. Polis bana gelen misafirleri bile arıyor, hatta donunu çıkart filan diyor. Gelenlerin önce kendisini görmelerini söylüyor, herkesi haraca bağlamış. Hemen vilayete bir yazı yazıp onu da gönderdim, şimdi kendi kendimizi koruyoruz.
Yarım kamyon bozuk Eliza kitini attım
- Hastanemizde en son jenerasyon test kitleri kullanıyoruz, 1992'den beri AIDS doğrulama merkeziyiz. Bir kişinin gerçekten AIDS'e yakalanıp yakalanmadığının kesin sonucu bizim yaptığımız son tahlille belli oluyor. Körfez Savaşı'nda buraya yarım kamyon Eliza kiti gönderdi dönemin sağlık bakanı. Bunlarla 90 serum çalıştım, 15 tanesi pozitif çıktı, böyle bir şeyin olması mümkün değil. Piyasadan kendi paramızla yeni jenerasyon kitlerden satın alıp ötekilerin kontrolünü yapıp doğrulamaya başladık. Baktık olacak gibi değil, müdürlüğe gönderilen kitlerle çalışamayacağımızı bildirdik, hepsi imha edildi. Bu işten kimler kazandı acaba, yazık günah değil mi insanımızın canına, devletimizin parasına?
Bir kişinin gerçekten AIDS'e yakalanıp yakalanmadığı, Zührevi Hastalıklar Hastanesi'ndeki son tahlille belli oluyor. Burada en doğru ve en kesin sonucu almak için 3 ön test yapılıyor, hepsi müspet çıkarsa o zaman doğrulamaya alınıyor. O da HIV pozitif çıkarsa, kesin AIDS kararı veriliyor.
Sevda Demirel’e de bütün testler yapıldı
- Burası sağlık bakanlarının aklına en son gelecek hastanedir. Genel müdürler bile ‘‘Beni boşuna çağırma, oraya gelirsem hakkımda dedikodu çıkar’’ der. Halbuki burası devletin bir hastanesi, gelirseniz kızlar kucağınıza mı atlayacak? Aklınıza gelebilecek her seviyeden baylar bizi zaman zaman arayıp ricalarda bulunurlar. Mesela Sevda Demirel adlı hanımı getirmişlerdi, anında telefon yağmuru başladı. Kimisi sağlığı konusunda teminat veriyor, kimisi hemen taburcu etmemizi buyuruyordu. Hanımefendiye muayene ve test yapılmadan çıkışını vermemizi isteyenler arasında bir milletvekili ile savcı da vardı. Elbette bu istekleri yerine getirmedik, öteki hanımlara yaptığımız testleri kendisine uyguladık.
YARIN: Genelev abonesi profesör var
Yazının Devamını Oku 2 Mart 2004
Ünlü tiyatro sanatçısı Cem Davran, arkadaşımız Yener Süsoy'a sahnede ‘‘Deli İbrahim’’i canlandıracağını söyledi. Hilal Davran ise eşini hiç kıskanmadığını ve ilk günkü kadar aşık olduğunu söyledi.
- Cem hem zordur, hem de çok kolay. Çok iyi bir eş, çok iyi bir babadır, hepimizin üstüne titrer, kanatları altında olduğumuzu hissederiz. Onu ve sanat dünyasını tanımam zaman aldı, her şeyi bana Cem öğretti. Onu ilk kez ‘‘Evita’’ provalarında gördüm, harika gözleri vardı, hemen aşık oldum. O gün bir vesileyle tanıştık, bir ay sonra otomobilde bana evlenme teklif etti. Cem'e ilk günkü gibi sırılsıklam aşığım, onu hiç kıskanmam, Cem benim, tapusu bende. Cem'in küfür etmesine bayılıyorum, ona o kadar yakışıyor ki. Ben üniversitede halkla ilişkiler ve yönetici sekreterliği okudum ama, ilk çocuğumuzdan sonra Cem çalışmamı istemedi.
Galatasaray’da futbol oynadım
Çok hiper aktifim, uyku problemim var. Gece yatınca bedenim uyumak istiyor ama, beynim izin vermiyor.
Mahalledeki takma adım ‘‘Şöhret’’ idi, küçüklükten beri tiyatroda oynadığım için. İki kardeşiz, benden 3 yaş büyük olan ablam bir yabancı bankanın krediler müdürü. Babam aktör olmama karşı çıkmadı, ben de o istiyor diye Yıldız Teknik Üniversitesi Elektrik Bölümü'nü bitirdim.
Çok güzel sunturlu küfür ederim, nasıl hoşuma gider, nasıl rahatlarım anlatamam.
Galatasaray minik takımında futbol oynadım, Cimbom'un hastasıyım. Eğer dünyada Galatasaray olmasaydı ben yüzde 100 Beşiktaşlıydım.
Uğura inanırım, onun için mutlaka sağ elimde gümüş bir yüzük olur.
Darülbedayi'nin yüzde 90'ı Aynalıçeşme'de otururdu, Tepebaşı Dram Tiyatrosu'na yakın diye.
Her çeşit müzik enstrümanını 10 dakika çalıştıktan sonra mükemmel çalarım, müzik kulağım ve ritim duygum çok iyidir.
Turan Oflazoğlu ünlü eseri ‘‘Deli İbrahim’’de başrolü benim oynamamı istiyor, benim için büyük onur olacak.
Yazının Devamını Oku 1 Mart 2004
Kasımpaşa Sipahi Fırın Sokağı'nın ‘‘Şöhret’’ namlı delikanlısı Cem Davran, dünyaya gelişinin 40. yılını 3 Mart 2004 Perşembe günü Beykoz Konakları'ndaki yeni villasında kutlayacak.
Bahçe katındaki görkemli salonda önce şömine yakılacak, sonra ver elini kocaman yemek masası. Cem'in tam karşısında 14 yıllık aşkı Hilal olacak, sol yanında 11 yaşındaki oğlu Hürcan, sağ yanında 7 yaşındaki oğlu Ali.
Cem Davran, yeni dubleks villasını gururla gezdirirken gözleri parlıyordu. Nerelerden buralara gelmişti, emek emek, tırnak tırnak. Çocukluğunda mahalle bakkalından kıt kanaat veresiye alışveriş ederlerdi. Şimdi ise Türkiye'nin en ünlü, en zengin
bay ve bayanlarıyla kapı komşusuydu, arkadaştı. Otomobilleri vardı, cins köpekleri vardı, parası vardı, şöhreti çoktu. Ama o yine de Kasımpaşa diyordu.
Cem bunları eşinin pastaları, börekleri, çörekleri eşliğinde enine boyuna anlattı. Veda ederken telefonuna gelen mesaj sanki günün özetiydi:
Yazının Devamını Oku 17 Şubat 2004
Ünlü kalp cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez, arkadaşımız Yener Süsoy'a son yıllarda sağlık alanında her şeyin ‘‘ticarileşmesinden’’ yakındı. Prof. Sönmez, başı ağrıyandan bile MR isteyen uzmanların bulunduğunu, bunun boşu boşuna masraf olduğunu söyledi.
Son yıllarda hastanın kendisini değil, filmini tedavi eder olduk. Her başı ağrıyandan MR isteyen var. Halbuki iyi bir nörolog MR kime lazım, kime değil bir bakışta anlar. Gerçekte hastaların sadece yüzde 20'sine MR gerekli, gerisi boşa masraf.
Asistanlığımda babam kucağımda enfarktüs geçirdi, ona birkaç dakikalığına olsa bile hayat öpücüğü verdim. Babamın dudaklarının sıcaklığını ve gözbebeklerini çok iyi hatırlıyorum.
Sağlığıma eskiden beri çok dikkat ederim, hayatımda hiç sigara içmedim, alkol olarak sosyal ölçüde kırmızı şarabı tercih ediyorum. Çok iyi kayakçı, dalıcı ve yüzücüyüm.
Bir anneyle çocuğunda aynı kapak ve anevrizma problemleri vardı. Anne 63 yaşında, çocuk 18 yaşında, kalıtımla geçen hastalıkları var. Anne ‘‘Önce beni ameliyat edin’’ diyor, başka bir şey demiyor. Dedim ki ‘‘Hanımefendi, çocuğunuzun durumu çok acil, aort damarı yırtılabilir.’’ Cevabı ‘‘Hayır, önce beni ameliyat olayım, başarılı olursa oğlumu alırsınız’’ oldu. Ben de saygı duyup istediği gibi yaptım, ikisi de sağlıkla ayağa kalktı.
Ağrı Dağı organizasyonu kariyerimi bitirebilirdi
- Ağrı Dağı'na giderken çok korktum, yola çıkmadan önceki gün sabaha kadar oturdum, eşim günlerce gözyaşı döktü. Korkunç bir risk almıştım, bütün kariyerimi sıfırlayabilirdim ama, şu mesajı vermeyi bir görev kabul ettim. Bugün benim adım unutuldu ama, by-pass'lıların normal insan olduğu toplumun beynine kazındı. Yaptığımız bir yarışma değildi, kahramanlık yoktu, yorulduğumuz yerde bırakacaktık, Doğu Beyazıt'tan bile dönebilirdik. Spor hekimimizle 3 ay boyunca dağ fizyolojisi çalıştık. Ağrı'ya yanımda bir ameliyathane donanımı götürdüm, bir hastaneye yetecek kadar da ilaç vardı. By-pass'lı hastaları çok iyi seçtik, hepsine üstün performans testleri yaptık, hiçbir şey olmaması lazımdı. Uçurumdan düşebilirlerdi ama, hiçbiri kalpten gitmezdi, ameliyat olmayanlardan daha sağlıklılardı. Ben öldükten sonra yetiştirdiğim genç meslektaşlarımın benim anıma ‘‘Ağrı Dağı'na by-pass’’ yapmalarını isterim.
Patronum Fethullahçı ise bunun benimle ilgisi ne?
- Ben Atatürk, İnönü ninnileriyle büyümüşüm, babam Hasan Ali Yücel'in takdirini kazanmış bir öğretmen. Geçen yılbaşında tüm hastane personeline yılbaşı hediyesi olarak Atatürk'ün ölümsüz ‘‘Nutuk’’unu dağıttım. Bu yılbaşında ise kutu içinde evlerine asmaları için Türk bayrağı. Ayrıca Tekin Ağabeyimi de tanırsın, ben şeriatçı ya da ırkçı bir düşüncede olabilir miyim? Patronumun Fethullahçı olup olmaması beni hiç ilgilendirmiyor. Turgut Aydın Bey o kişiyi çok sevdiğini, hayran olduğunu kendisi söylüyor, Amerika'ya ziyaretine de gidiyor, bana ne? O da benim Rotary üyesi olmama karışmıyor, karışamaz. Ama bir gün bana ‘‘Cuma namazına neden gitmiyorsun’’ derse o zaman kendisiyle sorunumuz olur.
Kalp hastası olan ailelere 10 emir
Hiçbir zaman onu hasta olduğu için suçlamayın.
Tetkik ve tedavinin her aşamasında onu destekleyin, teşvik edin.
Hastalığın oluşmasında kendinizi de hatalı buluyorsanız, bunu abartılı şekilde telafi etme telaşına girmeyin.
Onun hastalığını siz hep aklınızda tutun, fakat ona unutturmaya çalışın.
Cinsel konularda olabilecek yetersizlik veya isteksizliklerde anlayışlı davranın.
Hasta olan eş sigara içiyorsa diğer eşin de kesinlikle sigarayı bırakması gerektiğinden emin olun.
Diyetinde bir aile programı olması gerektiğini aklınızda tutun.
Eşinizin ilaçlarını ve kontrol günlerini yakından takip etmenizin ona yaşama sarılma ve güven duygusu vereceğini unutmayınız.
Bu hastalığın ekip çalışmasıyla, yani eş, çocuk, kardeş, yakın arkadaşla daha kolay yenileceğine inanın.
Hastanızla iyi bir iletişim kuramıyorsanız bir Liyezon Psikiyatri uzmanından yardım isteyin.
Yazının Devamını Oku 16 Şubat 2004
Tepeden tırnağa yıkanıp dezenfekte olmuşuz; başımız, ağzımız, burnumuz kapalı. Sırtımızda steril ambalajından yeni çıkmış özel giysiler, ayağımızda özel terlikler. Yan yana dizilmiş, elektronik şifreyle girilen 5 ameliyathanenin birinden çıkıp ötekine giriyoruz. Masalarda kuzu kuzu yatan hastalara şifa verebilmek için saat gibi çalışan genç cerrahların gözleri, yüzleri gibi elleri de güler yüzlü. Kameralar, ekranlar, kalp-akciğer makineleri, bilgisayarlar, hoparlörler, merdivenler, ampuller, çay bardakları, kan torbaları, serumlar bile tebessüm ediyor. Memorial Hastanesi'nin, bu kurtarılmış bölgenin başkomutanı, neşesi, sohbeti, bilgisi, ameliyatı bol Prof. Dr. Bingür Sönmez. Odasında ve cebindeki özel bilgisayarlarla hastalarını 24 saat canlı yayında izliyor. Anında görüyor kimin üstü açık, kimin tansiyonu yüksek, kime hangi ameliyat yapılıyor. Bingür Sönmez, Hasan Ali Yücel'in gözde öğretmenlerinden Emrullah Bey'in 5 oğlundan Sarıkamış 1952 doğumlu en küçüğü. 12 Eylül öncesi Aziz Nesin'le birlikte Yazarlar Sendikası davasında yargılanan ünlü şair-yazar Tekin Sönmez'in kardeşi. 28 yıllık eşi Biyolog Nilgün Hanım, üniversite yıllarından büyük aşkı. Kızı Ekin, İstanbul Işık Lisesi 6. sınıfta, oğlu Ozan ise California Berkeley'de spor yönetimi dalında mastır yapıyor. Gözü gibi baktığı Van doğumlu kedisi Peynir'i hiç sormayın, kan hastalığından dolayı yoğun bakımda. Bizden bu kadar, Bingür Sönmez'in ilk kez anlatacağı o kadar çok şey var, haydi kalbinize kuvvet.
Sosyete değil, gariban doktoruyum
- Yapma be ağabey, ben sosyete doktoru değilim, bilemezsiniz ne kadar çok gariban hastam var. Hasta seçilir mi, insan o masada çıplak, bazen adını bile fark etmiyorum. Ne para hırsım var, ne de çok param. Bir arabam 3 yaşında, bir arabam 9 yaşında, evimin tadilatını 3 yıldır bitiremediğim için kirada oturuyorum. Bir defa prensip olarak odamda yaptığım muayeneden hiçbir şekilde ücret almıyorum. Ben cerrahım, kardiyolog değilim, yaptığım bana keyif veriyor. Bana gelip özel ameliyat olacaksa gidip parasını ödüyor tabii. Bu benim mesleğim, 14 kişilik ekibimin maaşını ben veriyorum. Bugüne kadar 8 bini aşkın ameliyat yaptım, 7 damarını değiştirdiğim hastalarım da var. Ölüm oranım yüzde 1'in altında, yüzde 0.7 seviyelerinde.
Azrail’le pazarlık ettiğim oluyor
- Ameliyatta sema yapan Mevlevi dervişleri gibiyiz, sadece dönmüyoruz. Bir elimizle yukarıdaki lambayı düzeltiyoruz, öteki elimiz ise hastanın üzerinde. Tanrının görevlendirdiği bir kişi olarak ondan aldığımızı bedenimiz üzerinden geçirip hastaya iletiyoruz. Ameliyatlarda öyle ilginç olaylar yaşadım ki, inanılır gibi değil. Mesela dört dörtlük bir ameliyat yapıyorsun, hasta, kalp, damarlar iyi, her şey yolunda. Buna rağmen pompadan çıkmıyor, Allahım yanlış nerede? Mesela damar 2 santim uzun geliyor, 1 santim kesiyorsun bu sefer de kısa geliyor. Haydi ikinci bir damar alıp ekleme yap, o zaman da bilmem ne oluyor. O anda ‘‘Allahım sen bu hastayı gözden çıkarmışsın ama, ne olur beni vesile etme’’ diyorum. Beni görevlendirdiğini düşündüğüm Tanrıyla bütünleşiyorum. Azrail'le de aram iyidir, mutluyum ki, çok sık görüşmüyoruz. Bazen çok süratli gelir, elimdekini atmaca gibi alıp götürür. Yavaştan gelirse pazarlık ediyorum ama, alıcı kuş gibi daldığı zaman elinden kapamıyorum. Ameliyatta sürekli konuşurum, fıkra anlatırım, şarkı dinlerim ama, dikkatim hiç dağılmaz, panik nedir bilmem.
SSK’nın verdiği kalp kapakları rezalet
- SSK'nın havaleyle gelen hastalara takmamız için verdiği stent ve kalp kapaklarını hiç sorma, tam bir rezalet. Sana yaşadığım son olayı anlatayım:
Milliyet Gazetesi'nden Garbis Özatay'a kapak ameliyatı yapacağız. Elinde SSK'nın verdiği 900 dolarlık bir kapakla geldi, gerçek değeri 400 dolar aslında. Amerikan malı, 15 sene önceki model, kiloyla bile satın alınmış olabilir. Hemen SSK'ya bir yazı yazıp verdiği kapağı kullanmayacağımı nedenleriyle birlikte bildirdim. Birkaç gün sonra ithalatçı firma beni arayıp sıkılmadan ‘‘Filan doktorlar kullanıyor, siz niye kullanmıyorsunuz’’ diye sordu, anlattım.
YERLİ STENDLER ÇOK GERİ
Brezilya'dan gelen teneke kapaklarını Ankara'da taktılar, kapağın menteşesi koptu gitti. Ben insan hayatını hiçe sayan bu uydurma kapakları, stentleri asla takmıyorum. Bugün iyi bir mekanik kapak 1400 dolar civarında; domuz, sığır kapakları ise 1500-2500 dolar arasında. Amerika'da insandan alınan orijinal kapaklar var, fiyatı 7 bin dolar. Bunu çok özel durumlarda kullanıyoruz, mesela büyüme çağındaki çocuklarda. Yerli stentler çok ucuz ama, teknolojisi çok geri. Hem uygulamada ciddi problem veriyor, hem de akut tıkanıklığı çok fazla. Üç ay içinde tıkanma oranı çok yüksek. En son teknolojiye sahip ilaç kaplı stentlerin fiyatı ise 3-5 bin dolar arasında, bunu özel sigorta dahi ödemiyor.
Bacaktan alınan damar kalpte çabuk tıkanıyor
- Bundan 5 sene önce yaptığım by-pass ameliyatlarıyla, bu sene yaptıklarımın kalitesi aynı değil. Bir kere hastaları daha erken ameliyat ediyorum, kardiyolog bana olay çıkmadan gönderiyor. Bugün artık yoğun bakımda ritim bozukluğundan hasta kaybetmiyorum, 10 sene önce ilaçlar yetersizdi, kaybediyordum. Ameliyatlarımda mutlaka atardamar kullanıyorum, ya kol ya da meme damarlarını. Yıllarca bacaktan aldığımız toplardamarları kullandık, kural oydu. Bacak basıncına alışmış, kalbe koyduğumuzda atardamar basıncı onu yaralıyor, bir süre sonra da tıkanıyordu. Meme damarının 5 sene sonra yüzde 98, 10 sene sonra yüzde 95 açık olduğunu biliyoruz. Yeni çıkan kan yağlarını düşürücü ilaçlarla damar çeperindeki yumuşak plağın içindeki yağı dışarı atabiliyoruz. Ama, kireçlenme olmuşsa yine by-pass cerrahının eline kalıyor iş. Yeni çıkan stentler olağanüstü ama, bu yöntem her hastaya uygulanamıyor. By-pass ameliyatları altın standart, bence hiç bitmeyecek. Bu aslında bir komplikasyon cerrahisi, biz tedavi değil iyileştirme yapıyoruz.
Kalp hastası olmamak için 10 emir
Diyet-sağlıklı beslenmeye çocuk yaşlarda başlanacağını unutmayın.
Boy-kilo oranına çok dikkat edin.
Kadınlar, menopozunuzu mutlaka geciktirin.
Fizik aktivitenizi arttırın, tembellik ve aşırı stresten uzak durun.
İş ve meslek konusunda hiçbir zaman beceri ve olanaklarınızı zorlamayın.
Aile hikayenizde varsa, diyabet veya yüksek tansiyon hastası iseniz 30, değilseniz 40 yaşından itibaren kan yağlarınızı takibe alın.
Aile hikayenizde varsa, diyabet veya yüksek tansiyon hastası iseniz 30, değilseniz 40 yaşından itibaren her yıl efor testi yaptırın.
Kendinizle, yaşamla, ailenizle, eşinizle, dostlarınızla barışık olun, A tipi kişiliğiniz varsa yavaşlayın.
SİGARA İÇMEYİN.
Hastalığınızı, aileniz veya çevrenizle ilgili sorunlarınızı bir Liyezon Psikiyatri uzmanı ile görüşün.
Kalp hastası olanlar için 10 emir
Sigara içiyorsanız kesinlikle bırakın, sigara içilen ortamda bile bulunmayın.
Düzenli olarak bir kardiyoloğun kontrolüne girin.
Tedaviniz ilaç, balon veya ameliyat olabilir, hepsinin olumlu, olumsuz yanlarını, uzun dönem sonuçlarını doktorunuzla tartışın.
Abartılmış fizik aktivitelerden kaçının, bir kardiak rehabilitasyon programına başlayın.
Seks konusunda sevgilinizi değil eşinizi, otel odasını değil evinizi tercih edin.
Devamlı kullanmanız gereken ilaçlarınızı ihmal etmeyin, özellikle yüksek tansiyon ilaçlarınızın yedeğini bulundurun.
Kan yağlarınızı 3 ayda bir kontrol ettirerek tahlil raporunda yazan normal sınırının altında tutun.
Kan yağlarınızı kontrol için diyetin yetmediği durumlarda sürekli ilaç kullanın.
Aile ve sosyal yaşamınızı bir kez daha gözden geçirip hayatınızdaki olumsuzlukları en aza indirin,
Hastalığınız için ailenizi suçlamayın, sorunlarınız için bir Liyezon Psikiyatri uzmanından yardım alın.
KALP HASTASI AİLELERİNE 10 EMİR, YARIN
Yarın: Başı ağrıyandan MR istiyorlar
Yazının Devamını Oku 9 Şubat 2004
Köklerin 1492'de Sultan II. Beyazıt'ın Osmanlı topraklarına buyur ettiği İspanya'dan sürgün edilen Sefarad'lara uzansın... Büyük deden Rafael David Saban, Türkiye Cumhuriyeti'nin Bakanlar Kurulu onaylı ilk hahambaşı olsun... Baban Rıfat Saban, Türkiye Musevileri Cemaati ve Hahambaşılık Müşavirleri Başkanlığı yapsın. Annen Doli Berec-Kivi pil fabrikalarının ilk sahibinin kızı olsun... Robert Kolej'den mezun ol, New York Üniversitesi'nde 7 yıl tiyatro ve sinema yönetmenliği oku, yüksek dereceyle diploma al... Mezuniyet tezi olarak New York Theatre Workshop'ta sahneye koyduğun ‘‘Hizmetçiler ve Hortlaklar’’la 950 genç yönetmen arasından bursa layık görülen üç kişiden biri seçil...
1992'de Türkiye'ye dönüp Tiyatrokare'yi kur, onlarca kapalı gişe oyunun prodüktörlüğünü, yönetmenliğini yap, kimisinde sahneye çık, Zeki Müren Müzikali'ni yarat... Dr. Stress adıyla siyasetten cinselliğe kadar birçok konuyu mikrofonda ve ekranda korkusuzca tartışmaya aç...
Nedim Saban'a şimdi sormaz mıyız ‘‘Bütün bunları tatlıcı olmak için mi yaptın?’’ diye. Sultanbeyli'deki modern fabrikanın buram buram sütlaç, muhallebi, karamelli keşkül, aşure, ekmek kadayıfı ve de nice pastalar arasında sorduk. Anadan doğma tatlı dilli, zekásı paçasından akan komik bir tontiş adamla dumanı üstünde yüzlerce tatlı arasında konuştunuz mu hiç? Konuşmadınızsa gülmekten ölme sırası şimdi sizde.
Cumhuriyetin ilk Musevi profesyonel tiyatrocusu
- Cumhuriyet Türkiyesi'nin ilk profesyonel Musevi tiyatro sanatçısı benim, 1982'de başladım. Robert'te okurken Beş Kafadarlar adlı bir çocuk tiyatrom vardı, fakir çocuklara parklarda ücretsiz gösteriler yapardık. Hiç unutmam, ilk galamızı 23 Nisan 1983'te Beşiktaş Barbaros Parkı'nda yaptık. O zaman belediyeler bütün tiyatrolardan rüsum alıyordu, biz de havamız olsun, müracaat ettik. Ücretsiz oynasan da yine belediyeye 1,5 lira rüsum yatırıyorsun. Bir gün ben sahnedeyken bir zabıta memuru gelip tuttuğu zaptı benim imzalamamı istemiş. Sahnede olduğumu söylemişler; memur ‘‘İnsin aşağı, ben at yarışlarına gideceğim’’ demiş. Birisi ‘‘Belediyeden geldiler, bunu imzalaman şartmış’’ deyip zaptı önüme itti. Memur bey Veliefendi'ye yetişsin diye oyunu uzatıp istediği imzayı attım. New York Üniversitesi'nde tiyatro yönetmenliği bölümünü bitirdikten sonra sinema da okudum. İlk derste kamerayı veriyorlar elinize, el becerilerim sıfır olduğu için sinema beni zorladı. Broadway'de bilet fiyatları 70 dolardı, bedavadan seyretmek için tiyatrolarda yer gösterici olarak çalıştım. Bir gün baktım staj yaptığım tiyatronun genel sanat yönetmeni bana biletini uzatıyor. Telaş içinde yerini gösterdim ama, heyecandan yanlış yere oturtmuşum.
Haldun Dormen'i sahnede soydum
- Haldun Dormen, Amerika'da beni keşfedip tiyatrosunda bir oyun sahneye koymamı istediğinde 23 yaşındaydım. Çarpıcı bir oyun getirmemi istedi, ben de o sırada dünyada kıyamet koparan ‘‘Uşak Ne Gördü’’yü seçtim. Öyle bir oyun ki, sahnedeki herkes çıplak kalıyor, Haldun Dormen dahil. Böyle büyük bir aktörle o güne kadar çalışmamışım ki. Bir akşam tesadüfen yanından geçerken gişeci kızın konuşmasını duydum, yerimde donup kaldım. Bilet almak isteyenlere ‘‘Boş yerimiz yok ama, ilk 20 dakikadan sonra çok çıkan oluyor, onların yerine sizi alırız’’ diyordu. Bu arada şunu da söylemeliyim; dünyada hiçbir tiyatro sistemi yok ki, hep en komik patronu olsun, başrolleri hep o oynasın. Ben kendi tiyatromda kendime rol vermiyorum, önemli olan ekip. Birçok patron tiyatrocu bugüne kadar en güzel rolleri hep kendilerine verdikleri için açmaza düştüler.
Köpeğim Çiço’yu da simit manyağı yaptım
- Çiço adlı Amerikan Cocker cinsi köpeğim var, onu da kendim gibi simit ve ekmek manyağı yaptım. Köpeğe geçmeden önce evde kuş besledim, özellikle de papağan. Birinci papağan cereyandan gitti, ikincisi feci hastalıktan. Veterineri aradım, baktım adam bozuk; ‘‘Siz bu kuşu neyle beslediniz?’’ diye sordu. O aralar ben gecede bir kilo Siirt fıstığı yiyordum, bizim papağan da nasipleniyordu tabii. Meğer hatalı beslenmeden dolayı karaciğeri iflas etmiş.
Türk tiyatrosunun yıldızları
- Yıldız Kenter'in tekniğine ve vücudunu kullanmasına hayranım. Metin Serezli ve Uğur Polat'a da. Nevra Serezli, Ali Poyrazoğlu, Demet Akbağ tiyatronun gerçek starlarıdır.
Tatlıyla hiç aram yoktur Size çok şaşırtıcı gelebilir ama, benim tatlıyla hiç aram yoktur, kilolarım hep fast-food gıdalardan. Suşi, hamburger, pizza, kaşar ekmek, kaşar simitte sınır tanımam. Amerika'da okurken vejetaryendim, 67 kiloya kadar inmiştim, şimdi 100'ün biraz üstündeyim.
Tiyatro ile tatlı her ikisi de sanat
- Tiyatro ile tatlı arasında muhteşem bir bağ var, her ikisi de sanat. Nazım, Abidin Dino'dan mutluluğun resmini yapmasını istemiş, ben olsaydım kocaman bir kazandibi çizerdim. Tiyatro yaparken ‘‘Bizim çocuk güzel tatlı yapar’’ diyenlerle karşılaşırdım; şimdi ise ‘‘Bizim hanım güzel tatlı yapar, size de yapsın’’ diyenlerle karşılaşıyorum. Tatlıcılıkla birlikte hem hayatıma, hem de yanaklarıma renk geldi. Sabahları dükkan temiz mi diye 07.00'de İstinye'de oluyorum, güne erken başlamayı öğrendim. Şirketteki arkadaşlarımın dertlerini dinledikçe yaşamın o kadar da karışık olmadığını, fakat kavga gerektirdiğini, hayatta hiçbir şeyin sanat dünyasının sandığı gibi olmadığını öğrendim. Geleyim adımızın neden ‘‘Tatlıcı Tombak’’ olduğuna. Tombak bilindiği gibi çok değerli tarihi bir sanatımız, tatlı da bir sanat. İki sanatı birleştirip adımızı Tatlıcı Tombak koyduk. Sultanbeyli'deki fabrikamızda son model makinelerle el değmeden üretim yapıyoruz. Ürünlerimizde asla mandıra sütü kullanmıyoruz, çünkü içinde bakteri olabiliyor. Halkı tatlı tatlı zehirlememek için sadece UHF pastörize süt kullanıyoruz.
Hangi semtte ne yeniyor
Mağazalarımızda bir araştırma yaptım; Bayrampaşa’da tel kadayıf, Nişantaşı'nda karamelli keşkül, Caddebostan'da kazandibi, Bakırköy'de şekerpare, Etiler'de fırın sütlaç, İstinye'de ise profiterol önde koşuyor. Benim tercihim de üstü nar gibi kızarmış fırın sütlaç.
Oksijen maskesiyle uyuyorum
- Mesela ben sarhoş da olamam, genelde votka-vişne içerim. Baktım 20 kadehle bile ayaktayım, boş yere para verip karaciğeri yormanın álemi yok, bıraktım. Bende öyle kolesterol gibi şeyler yok, doktorları bu konuda hep hayal kırıklığına uğratıyorum. Bende başka cins hastalıklar var, mesela uyku apnesi. Şişman kişilerde uykuda nefesi tıkanmasın diye beyin derin uykuya daldırmıyor, rüya görmeye hasret kalıyorsun. Son 8 yıldır tedavi altındayım, geceleri oksijen maskesiyle uyuyorum.
Yazının Devamını Oku 20 Ocak 2004
Türkiye'de sosyalizmin yaşayan efsanelerinden Prof. Dr. Sadun Aren, arkadaşımız Yener Süsoy'a SSCB'nin çökmesinden hapishane anılarına kadar her konuda düşüncelerini anlattı. Prof. Aren, Sovyetler Birliği deneyiminde pek çok yanlış olduğu kanısında.
- Çok hatalar yaptık ama, en önemlisi Sovyetler Birliği'nin böyle çökeceğini ve tam bir çöküş olacağını düşünmemiş olmamızdır. 1 Mayıs 1989'da ‘‘Marksizm ve Gelecek’’ dergisinin yazarları olarak Moskova’da bulunuyorduk. Bizi davet eden akademinin başkanı Kazimir herhalde Politbüro üyesiydi, onunla bir anlaşma imzaladık. Anlaşmada gelecek 5 yıl içinde karşılıklı olarak birbirimize nasıl insan göndereceğimiz, bunların nasıl ağırlanacağı, paralarının kim tarafından ödeneceği gibi hususlar vardı. O tarihten 4 ay sonra Sovyetler Birliği çöktü, demek ki onlar bile işin farkında değillerdi. Şimdi anlıyoruz ki, Sovyetler Birliği yanlış bir adımmış, bana göre erken doğummuş. Adeta toplum mühendisliği yapılmış, Marksizmden ‘‘İnsanların bilinci, içinde yaşadıkları dünyanın maddi koşullarından gelir’’i almışlar. ‘‘O halde bunları değiştirirsek insanların düşüncesini de değiştiririz’’ deyip üretim araçlarını kamulaştırmışlar. Gorbaçov'u bir kurtarıcı olarak görüyorum, ama ömrü vefa etmedi. Bazı yerlerde Türk halkından bile geri olan köylü bir milletin sosyalizm gibi insanlığın en yüksek aşamasını kurup yürüteceğini düşünmekle hata ettik. Sovyet enkazının içinden ne barış çıktı, ne özgürlük, ne de eşitlik, bir şey çıkmadı.
Alparslan Türkeş’le aynı koğuşta yattık
- Ben 1982'de Askeri Dil Okulu'nda birkaç ay Alparslan Türkeş'le beraber kaldım. Akşamları müştereken televizyon seyrederdik, ‘‘5'i Bir Yerdeler’’ ekrana çıkınca çok kızardı, hemen kalkıp odasına giderdi. Bazen de bahçede beraber dolaşıp konuştuğumuz olurdu. Anayasa oylanmasından önceki bir konuşmamızda bana ‘‘Sadun Bey, siz de benim gibi taraftarlarınıza hayır demeleri için haber gönderin’’ dedi. ‘‘Zaten bizim arkadaşlar vermez’’ dedim. O biraz menfi bir şey çıkar diye ümit ediyordu.
İşçi sınıfı öldü, yaşasın çalışanlar
- Yıkılan sosyalizm değildir, sosyalizmi gerçekleştirmenin bir yolu yıkılmıştır. Sosyalizm, insan aklının soyut bir icadı değildir, gerçek yaşamın, onun içinde sürdürülen mücadelelerle biçimlenen somut bir ürünüdür. İşçi sınıfı da nitelik değiştirmekte, elleri nasırlı değil artık, hatta işçi sınıfı değil, çalışanlar demek lazım. Asıl olan özgürlükte eşitliktir, çok özgürseniz eşitsiniz demektir. Sosyalizm bir anlamda hep ütopya olarak kalacak, ona yaklaştıkça uzaklaşacağız. Kendi kendisini yok eden bir gelişme asla olamaz, gittikçe daha iyi olacaktır.
Yazının Devamını Oku