Yasemin Boran

Yasemin'ce

24 Mayıs 1998
Gerçeklere doğru bakışGerçeklerin büyük bir hızla değiştiği bir dönemde bulunuyoruz. İnandığımız ve gerçek sandığımız ne varsa, bir de bakıyoruz ki, gerçek değilmiş. Şimdi, haklı olarak diyeceksiniz ki, ‘‘gerçek, hakiki olandır. Değişmez olandır. Nasıl olur da değişir?’’ Evet, gerçeğin tanımı budur. Gerçek, tek olandır. Fakat, bu tek olan gerçeğe hangi cepheden bakıyor ve hangi yüzünü görüyorsunuz. Aslında, gerçek bir tane fakat, bir çok yüzü, bir çok cephesi var. Biz, gerçeğin bir tek yüzünü öğreniyoruz ve ‘‘budur’’ diyoruz. Sonra bir başka yüzünü öğreniyoruz ve ‘‘hayır, bizim öğrendiğimiz yanlış, gerçek asıl budur’’ diyoruz. Aradan geçen zaman zarfında gerçeğin bir başka yüzünü keşfediyoruz. Ve diyoruz ki, ‘‘şimdiye kadar öğrendiklerimizin hepsi yanlış, işin doğrusu böyledir.’’ Acaba, öyle midir? İnsan ister istemez şüpheyle bakmaya başlıyor. Bugüne kadar bildiğimiz doğrular, öğrendiğimiz gerçekler böylesine, hem de bir kaç kez değişirse, gerçek diye önümüze sunulanları pek tabii ki, sorgulamaya başlarız. Endişeyle, şüpheyle karşılarız. Karşılamakla da kalmayız, araştırırız. İşte bu noktada çıkmaza saplanıyoruz. Araştırmasına araştıracağız da hangi doğruyu inceleyip neyin peşinden gideceğiz. Karşımızda bir tane doğru yok ki... Aklımıza yatan, mantığımızın kabul gösterdiği doğrunun mu peşinden gideceğiz? En iyi yöntem buymuş gibi gözüküyor. Fakat, şimdiye kadar öğrendiklerimizle akıl yürüttüğümüze göre, mantığımız da bu edindiğimiz bilgiler ışığında bize yol göstermeyecek mi? Şimdiye kadar öğrendiklerimiz yanlış olduğuna göre aklımız da bizi şaşırtmayacak mı? İşte, burada tıkanıp kalıyoruz. Çünkü, düşüncelerimizin hepsi öğrendiklerimizin bir sonucu. Bu durumda ne olacak? Beynimiz disket değil ki, silip yeni baştan programlayalım. Tabii ki, insanın böyle bir beyin yıkama işlemine ihtiyacı yok. Çünkü, az önce anlattıklarımın tamamı gerçeklere bakışın bir boyutuydu. Fakat, başka başka boyutları da var. Ve bütün bunları söyledikten sonra hızla değişen gerçeklere daha başka bir boyuttan bakalım. Bir defa, gerçek, değişken değildir. Tek ve esas olandır. Değiştiğini gördüğümüz gerçekler aslında bizim algılamayla ilgili yanılgımızdan başka birşey değil. Söze başlarken gerçeğin pek çok yüzü olduğunu belirtmiştim. Zaten işin püf noktası da burada gizli. Gerçeğin farklı yüzleri ile değişik zamanlarda karşılaştığımız zaman önceki bilgilerimizi yadsıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Ve gerçeğin farklı bir yüzünü öğrendiğimiz zaman, öncekileri yanlış kabul ediyoruz. Halbuki, hepsi doğru. Fakat, bu durum bizim algılama sınırlarımızı zorladığı için sadece bir tekini kabul gösteriyoruz. Ve en son öğrendiğimiz yüzün gerçek olduğunu iddia ediyoruz. Elbette ki, zaman içinde öğrendiklerimiz çoğalıyor. Bilgimiz artıyor ve buna bağlı olarak gerçeğin farklı cephelerini keşfediyoruz. Ve bu keşfi yaparken düşünce boyutlarımız açılıyor, çok daha geniş açıdan görebiliyoruz. Ancak, daha önce öğrendiklerimizin tümünü birden reddediyoruz. Tabii ki, çok büyük bir hata ediyoruz. Çünkü, bu fikir bizim algılamamızı yanıltıyor. Öğrendikleriyle düşünen ve düşündükleriyle algılayan insan, bugüne kadar öğrendiklerini reddetmeyip tamamını bir potada birleştirmeyi başardığı zaman gerçeğin değişken olmadığını anlayacaktır. Bu durum tıpkı üç boyutlu bir cisime bütün açılarından bakıp tamamını algılamak gibidir.Örneğin, masaya sadece yukarıdan bakarsanız, masanın kare ya da yuvarlak bir yüzeyden ibaret olduğunu söylersiniz. Sonra yan tarafından iki ya da üç bacağını görür ve bunları tanımlarsınız. Sonra dönüp dört bacağını da görebileceğiniz daha geniş bir açıdan bakarsınız ve daha farklı bir tanım yaparsınız. Şimdi, algıladığınız her bir açıdan görmüş olduğunuz masayı tanımlayacak olursanız, bir çok tanım ortaya çıkacaktır. Ve bütün bunlar gerçeğin sadece bir yüzü olacaktır. Her biri kendi içinde gerçektir. Fakat, başka başka gerçeklerdir. Ve birbirleriyle çelişebilirler. Halbuki öğrendiğiniz bütün bu gerçeklerin hepsini birleştirecek olursanız, o zaman bilirsiniz ki, tek bir gerçek vardır. Ve öğrenilenlerin hepsi doğrudur. Bilgilerimizin artmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni gerçekler, önceden öğrendiklerimizin yanlış olduğunu göstermiyor. Sadece farklı yüzleriyle karşılaşmış oluyoruz. Ve bütün bunların ışığında bütüne ulaşmamız ve gerçeği bütün olarak algılayabilmemiz, tamamen bizim düşünce kalıplarımızı kırmamıza bağlı. Yani, ‘‘gerçek’’ dediğimiz ne varsa, bütün bunların sadece bir tek bakış açısından algılanan olduğunu anlamalıyız. İşte, böyle bir düşünceye ulaşmanın tek yolu da, kayıtsız, şartsız, sınırsız, kısaca özgür bakmayı öğrenmektir. Yoksa, Kanal D'nin programına çıkan Orman Genel Müdürü ile Altınoluk Belediye Başkanı arasında geçen tartışmanın doğruluğu tartışılır durur. Ve hiç bir sonuca ulaşılamaz. En haklı ve en doğru olmak mücadelesine kapıldığınız zaman gerçeğin ne olduğunu anlayamazsınız. Halbuki, her ikisi de kendi içinde doğru olabilir. Önemli, olan gerçeğin kendisidir, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

23 Mayıs 1998
Gençler birleşiyorHayatın anlamını görmek için gençlere bakın. Tabii dünyayı nasıl bir gelecek beklediğini anlamak için de gençlere bakmanız yeterli olacaktır. Çünkü, geleceğin çehresini onlar oluşturacak. Dünyayı nasıl algıladıkları, neler düşündükleri ve hissettiklerini anlamak çok önemli. Ve bütün bunları anlayabilmek için de dikkatlice bakmak gerekiyor. Ve bu bakış, uzaktan, öylesine bir bakmak olmamalı. İçine girmeli, anlamaya çalışan bir bakış, olmalı. ‘‘Anlamak. Çok önemli ve anlaşılmaz bir sözcük. Söylemesi çok kolay. Kulağa da hoş geliyor. Fakat, kendi çocuğumuzu bile anlayamazken, gençlerin topunu birden nasıl olup da anlayacağız’’ diyeceksiniz. Tabii çok haklı bir soru sormuş olacaksınız. Önüne gelen ‘‘Onu öyle yapma, böyle yap. Şöyle düşün. Bu şekilde davran.’’ diyor. Pek çok, açıklamalar, dünya görüşleri, eski-yeni metodlar ileri sürüyorlar. Ve bütün bunları, daha yüksek bir bilinç, daha güçlü bir anlayışa ulaşmak, farkına vardırmak adına yapıyorlar. Anlatıyorlar da anlatıyorlar. Aslında iyi yapıyorlar. Fakat, bütün bunların ne kadarını anlıyoruz? Algılamalarımız ve davranışlarımız ne kadar değişiyor? Ya da ne derece etkileniyoruz?Şüphesiz, etkileniyoruz. Hatta üzerinde düşünüyor ve düşüncelerimizi çevremizdekilerle paylaşıyoruz. Fakat, bundan öteye gidemiyoruz. Gidemiyoruz, çünkü konuşmaktan başka birşey yapmıyoruz. Yani uygulamıyoruz. Üstelik pek çok kişi yapmak isteyip de uygulayamıyor. Neden? Nedenleri üzerine hemen söyleneceklerin başında ‘‘zaman’’ geliyor. Dostlukların devam etmesinden tutun da, kendinize ve çocuklarınıza bile ayıracak zamanın olmadığından yakınan birinin, bilinçlenmek üzere uygulamalar yapabilmesini elbette bekleyemeyiz, öyle değil mi? Peki, düşünmeye bile zamanınız yoksa, bilinciniz nasıl yükselecek? Nasıl anlayacaksınız ve geleceği nasıl oluşturacaksınız? Hatta, nasıl yaşayacaksınız? Bu durumda yaşamaya da vakit yok demektir. O zaman, bu dünyada neden varsınız? Sanırım, kaçmanın başka bir ifadesi ‘‘zamansızlık’’ oluyor. Yaşamaktan, anlamaktan, kısacası kendimizden kaçıyoruz. Bilmek, anlamak istemiyoruz. Ve adına da ‘‘Zamanımız yok’’ diyoruz. İşte, sihirli sözcük ‘‘istemek’’le yine karşılaştık. Her durumun, her niyetin altında isteğimizin gücü yatıyor. İstediğimiz güçlüyse, gereken zamanı yaratırız. Ve, koşullarımız ne olursa olsun, gençleri anlamak istersek, anlarız. Bunun için çok özel zamana da ihtiyacımız yok. Yeter ki, dikkatimizi biraz olsun bu konuya yöneltelim. Ve gerçekten anlamayı isteyelim. En azından kendi gençliğinizi hatırlayıp neler hissettiğinizi, neler düşündüğünüzü bir gözden geçirebilir ve böylece anlayışınızı yükseltebilirsiniz. Gençlik dönemlerinizde yaşıtlarınızla oluşturduğunuz güç birliğini, geleceğe yönelik düşüncelerinizi ve yetişkinlerin size karşı tavırlarını aklınıza getirebilirsiniz. Ve o zamanlar, büyüklerin sizi nasıl anlamadıklarını hatırlayabilirsiniz. Bu hatırlamaların sonucunda kendi çocuğunuz ve etrafınızdaki gençleri daha kolay anlamaya başlayacaksınız. Ve sadece anlamakla kalmayıp ihtiyaçları olan desteği de vermeye başlayacaksınız. Çünkü, bugünün sebebi nasıl ki, ‘siz’siniz, geleceğin sebebi de onlar. Ve daha iyi bir gelecek için, onların anlaşılmaya ve desteğe ihtiyaçları var. Hem de çok güçlü bir desteğe ihtiyaçları var. Çünkü, onlar şimdiden geleceği oluşturmak için çalışıyorlar. Hem de öyle bir çalışıyorlar ki, Türkiye'nin dört bir yanından gelip tek bir hedef için birleşiyor. ‘‘Türkiye Toplum Hizmetleri Vakfı’’nın bünyesinde toplanıyor ve kendi projelerini üretiyorlar. Fikirleri, anlayışları, davranışları, enerjileri ve istekleri öyle güçlü ve öylesine büyük umutlar vaadediyor ki, onları görmezden gelemeyiz. Canla, başla ve büyük bir heyecanla memleket adına, yaşadıkları yeri yaşanır hale getirmek adına çalışıyorlar ki, bu gençleri desteksiz bırakamayız. Şimdilik Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi ve Muğla Üniversitesi'nin gençleri elele vermişler. İnanıyorum ki, yakın bir gelecekte diğer okullar da bu birliğe dahil olacak ve geleceğin Türkiye'sini yaratacaklar. Onları destekleyelim, diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

17 Mayıs 1998
Merkür burç değiştiriyorMerkür bugünden itibaren Boğa burcunda dolaşmaya başlıyor. Böylece sosyal faaliyetlerde rahat ve eğlenceye yönelik bir anlayış ortaya çıkacak. Finans alanında yoğun bir aktivite görülmekle birlikte aynı zamanda sanat alanında da hareketlilik artacak. Özellikle sergiler ve konserler bu devre içinde yoğunlaşacak.Merkür'ün bu konumu eğitim alanında da kendini gösterebilir. Tabii bu arada Merkür'ün Önce Neptün sonra da Uranüs'ten sert etkiler aldığını belirtmekte yarar var. Neptün'ün etkisiyle bugünden itibaren üç günlük dönem içinde dikkatli davranmak gerekiyor. Yanılgılar ve yanlış anlamalar artabilir. Haberleşmelerde ortaya çıkacak sıkıntılar yüzünden ufak tefek kayıplar yaşanabilir. Tabii bu arada kardeşler, komşular ve arkadaşlarla aranızdaki ilişkilerde kuruntu ve endişelerin doğurabileceği tatsızlıklara karşı tedbirli olmakta yarar var. En iyisi bu üç günlük dönem içinde karar vermemek ve kimseyi yargılamamak. Neptün, rüyalarınızı zenginleştirecek. Ayrıca, hayal gücünüzle birlikte alkole düşkünlüğünüzün artması da mümkün. Alkol, ilaç ve uyuşturucu kullanımında sorunlar ortaya çıkabilir. Tabii bundan en fazla etkilenecek olanlar 21-26 Nisan günleri arasında doğmuş olanlar. Ve bugünden itibaren ayın 19'una kadar olan günlerde etkinin kuvvetli olacağı söylenebilir. Sonraki günlerde Merkür Uranüs ile sert bakış açısı oluşturmaya başlıyor. Ancak, az önce belirttiğim gibi bu etki de çok kısa sürecek. Ve 21-26 Mayıs günleri arasında güçlü olacak. Merkür-Uranüs'ün etkisi Neptün'den daha farklı ve maddi olarak görünür olduğundan sürpriz durumlara karşı tedbirli olmakta yarar var. Özellikle ikili ilişkiler ve yakın akrabalarla olan ilişkilerde Merkür-Uranüs etkisini gözlemleyebilirsiniz. Skandal ihtimalini göz önünde bulundururak davranmakta yarar var. Tabii bu arada iletişim cihazları ve haberleşmelerde ortaya çıkan aksaklıkları da ilave etmek gerekiyor. Ayrıca, bu günler içinde yolculuklarda da tedbirli davranmak gerekiyor. Merkür-Uranüs'ten en fazla etkilenecek olanlar ise, 1-5 Mayıs günleri arasında doğmuş olanlar. Ayrıca diğer sabit karakterli burçların da etkileneceğini belirtmekte yarar var. Yani Aslan ve Kovalar. Ve bu burçların da 24-29 Temmuz ve 21-26 Ocak günleri arasında doğmuş olanlar Merkür-Neptün etkisi alacaklar. 3-8 Ağustos ve 31 Ocak-5 Şubat günleri arasında doğmuş olanlar da Merkür-Uranüs etkisi altında bulunacaklar. Siberbilinçİnsanın kendisiyle ilgili bilinmeyen özelliklerini anlamaya ve öğrenmeye yönelik büyük bir istek içinde bulunduğu bu devre içinde pek çok kitap yayınlanıyor. Haberler ve yayınlara baktığımız zaman bu dönemin ‘‘Bilgi çağı’’ olduğundan hiçbir kuşkunuz kalmıyor. İşte ‘‘Altın Kitaplar’’dan çıkan yepyeni bir kitap daha ‘‘Siberbilinç’’. Bu kitabın içeriğine kısaca bir göz attım ve farkında olamadığımız bilinçaltımızın derinliklerine nasıl yolculuk yapabileceğimizin sırlarına ilişkin yöntemler anlattığını gördüm. Kısaca bir göz attım diyorum, çünkü, bana gönderilen kitap (Sanırım hamur olacaklardandı!) ilk 35 sayfası baskı hataları ile doluydu. Aslında basılmamış sayfalarla dolu demek daha yerinde olacak. Ya kitabı ellerine alıp içine hiç bakmadan postaya verdiler. (Şayet böyle ise, siz de alırken sayfalarına dikkatle bakmalısınız. Yoksa, hiçbir şey anlamayacaksınız.) Tabii bu benim iyi düşüncem. Ancak, insanın aklına kötüleri de geliyor ve şöyle düşünüyor;Herhalde bu kitabı atacaklardı. Ziyan olmasın diye bana postaladılar. Neyse, hangi sebepten olursa olsun ‘‘Altın Kitaplar’’ gibi başarılı bir yayınevi için yine de eksi puan. Kitabın ancak ileri bölümlerini inceleyebildim ve kitabın yazarı Ercan Tuzcuların oldukça titiz bir çalışma yaptığını anladım. Daha doğrusu anlayacak kadar düzgün basılmış sayfalarla karşılaştım. Kitabın içinden vereceğim şu küçük anlatım sanırım size de fikir verebilir.‘‘Siberbilincimizle nasıl görüşebiliriz? Aslında siberbilincimizle sürekli ilişki içindeyiz. Çünkü, duyu organlarımızla algıladığımız herşey onda saklanır. Ancak, bu tek yönlü bir işlemdir ve karşılıklı görüşme olarak tanımlanamaz.’’Sanırım bu kısa anlatım, kitabın içeriği hakkında fikir veriyordur. Sonrasında ise, çeşitli yöntemlerle kendinize ulaşmanın tekniklerini tarif ediyor.
Yazının Devamını Oku

Yasemnice

17 Mayıs 1998
Genç enerjiler ve girişimlerYaşınız ne olursa olsun, yeter ki, enerjiniz genç olsun. İşte slogan gibi bir başlangıç. Fakat, ne derseniz deyin, insanın sahip olduğu enerjinin genç ya da ihtiyar olması tamamen kişinin düşüncelerinin ve hissettiklerinin bir ürünü. Evet, yaşlı demiyorum. Çünkü, yaşınız çok ileri olabilir fakat, enerjiniz gençtir. Üstelik kişinin enerjisi genç olduğu zaman bu enerji dış görünümünüze de yansıyor. Tabii sadece dış görünüme değil, bütün davranışlarınıza ve hatta hayatı yakalayabilmenize kadar herşeye yansıyor. Öylelerini gördüm ki, yaşı çok genç olduğu halde enerjisi ihtiyardı. Sanki dünyanın tüm geçmişini sırtında taşıyormuş da bitap düşmüş gibi halleri vardı. Bezgin ve bedbin görünümleriyle yaşlarının en az iki katını gösteriyorlardı. ‘‘Nereden geldim şu dünyaya’’ der gibi dolaşıyor ve içlerindeki mutsuzluğu kapkara yansıtıyorlardı. Yansıtmak ne kelime, size de bulaştırıyorlardı. Enerjisi ihtiyar olan böyle biri ile karşılaştığınız zaman kendinizi kara deliğin girdabına yakalanmış bir yıldız gibi hissediyorsunuz. Bilincinizin giderek zayıfladığını ve enerjinizin azalmaya başladığını açık seçik yaşıyorsunuz. Karşınızdaki kişi sanki dipsiz bir kuyu ve siz de bu kuyuya düşüyormuş, duygusuna kapılıyorsunuz. Hele o anda enerjiniz orta derecelerde bulunuyorsa, vay halinize. Enerjinizin yüksek olduğu bir anda karşılaştıysanız, fazla mesele yok. Kendinizi onun çekiminden uzaklaştırmanız an meselesi. Fakat, yine de onun güçlü çekimini kuvvetle hissedeceksiniz. Sakın kendinizi bırakmayın. Mümkün olan en kısa sürede oradan uzaklaşın. Ve sakın ona projelerinizden bahsetmeyin. Genç enerjilerin en tipik özelliği daima yaratıcı projeler üretebilmesiyle dikkat çekici olmasıdır. Üstelik bu projelerinin büyük bölümünü hayata geçirmeyi başarır. Yani son derece ilginç girişimlerde bulunurlar. Bu tip enerjilerin diğer özelliği ise, girişimlerine istedikleri desteği sağlayabilmeleridir. Çünkü, sahip oldukları enerjiyi çevrelerine öyle bir yayarlar ki, onun yapabilme gücü olduğunu taa içinizde hissedersiniz. Ve tabii böyle birini geri çevirmeniz mümkün değildir. Üstelik, denenmiş olanın çok dışında projeleri önünüze getirip sunabilir ve siz gözünüzü bile kırpmadan bunu desteklersiniz. Çok da doğru yaparsınız. Çünkü, genç enerjilerin yapamayacağı şey yok gibidir. İşte bunun çok ilginç bir örneği ile geçen akşam Radikal Gazetesi'nin verdiği partide karşılaştım. ‘‘Turkuaz’’ın ritmine dayanamayıp ve de kalabalığa aldırmayıp hem de ayakta duracak yer bile yokken kendilerine bir güzel dans edecek alan yaratan bu ikili karşısında hayret ve takdirle bakmamak mümkün değildi. Olabildiğince kenarlara kaçışan ve sıkışmaya razı olan insanlar sayesinde kendilerine oldukça geniş bir yer açmayı başarmışlardı. Ve bütün dikkatlerini müziğin canlı ritmine vererek kendilerinden geçmiş oldukları için hiçbir şeyin farkında değillerdi, tabii. Zaten farkında olmaları da gerekmiyordu. İçlerinden taşan enerji çevrelerine de yayılıyor ve insanlar oldukları yerde zıp zıp zıplıyorlardı. Evet, ihtiyar enerjinin bulaşıcı olduğu gibi genç enerji de bulaşıyor ve sizi sarıp sarmalıyor. İçinizden öyle bir yükseliyor ki, coşuyorsunuz. İşte o anda sadece hoşlukları görüyorsunuz. Maddenin güzel tarafları size yansıyor. Ya da madde bütünüyle o anda size güzel gözüküyor. Kimbilir, belki de gerçek olanı algılamaya başlıyorsunuz. Aslında bizim için gerçeğin iki yüzü var. Olumlu ve olumsuz tarafları. Yani negatif ve pozitif yanı. Biri olmazsa olmaz. Fakat, sevimli, güzel ve çekici olanı kabul göstermek ve sevmekten daha kolay bir şey yoktur. Zaten, çirkin, itici ve soğuk olanı kim ister ki... Fakat, onun da içinde çekici taraflar olduğunu düşünüyorum. Tıpkı ying-yang sembolü gibi. Ve taa içini görebilmek için, enerjinizin genç olmaklığı gerekiyor. Tıpkı az önce anlattığım çiftin yaydığı enerji gibi. Onlardan ve daha başkalarından yansıyan bu enerjinin herşeyi hoş göstermesinin altında sanırım güçlü bir yaşam enerjisi yatıyor. Ve bu enerjinin yaptırım gücü de çok yüksek oluyor. Sadece yerinizde duramayıp, dans ettiren ve hoplatan bir şey değil. Aynı zamanda yaratıcı fikirleri oluşturan ve başarılı girişimlerin itici kuvveti. İşte bu genç çift, hem yaşları hem de enerjileri genç olduğu için, bu partinin de yaratıcıları. Beyza Çağlar ve Necdet Turan. Reklam servisinin genel müdürü ve müdürü karşılıklı çılgınlar gibi dans ediyorlar ve çılgın fikirler üretip kabul görüyorlar. Genç enerjilerin girişimleri başka oluyor diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku