Yasemin Boran

Yasemin'ce

5 Mayıs 1998
Serbest radikaller‘‘Hastaliklara yol acan temel nedenler kontrol altina alinabilir.’’Bu sihirli sozcuklerin anlami, ‘‘hasta olmayacaksiniz’’ demektir. Sistem Yayinciligin su gunlerde sundugu ‘‘Hastaliklardan Kurtulus’’ adli kitabinin giris bolumunde yer almaktadir.Kitabin amaci su sozlerle aciklaniyor;‘‘Herseyden once belirtmeliyim ki, bu kitap hastaliklarin nasil onlenecegini, yaslanmanin nasil yavaslatilacagini, daha uzun ve daha saglikli nasil yasanacagini gosteren bir rehber kitaptir.’’ Dogrusu hepimizin rehbere ihtiyaci var. Hem de boylesine karmasik, gerilimli ve her turlu saglik kosulundan uzak sartlarda yasayan bizler icin. Ozellikle de buyuk kentlerin her turlu kirliliginden kacisi olmayanlar icin. Ustelik bu kitap icin soyle deniyor;‘‘Bu kitap ayni zamanda bir bilimsel kesif kitabidir. Son on yil icinde dunyanin cesitli yerlerindeki arastirmacilar yeni, iki yonlu bir insan sagligi modeli ortaya koymuslardir. Bu modelin ilk kismi ‘‘Serbest radikaller’’le ilgilidir. Serbest radikaller, bedenimizdeki hucreleri parcalayarak yaslanmaya ve hastaliklara yol acan, tahrip edici molekuler saldirganlardir. Ikinci kisim ise, serbest radikallerin; onleme yonelik, bilince dayali dogal bir saglik sistemi yoluyla etkili bir sekilde kontrol altina alinmalariyla ilgilidir.’’ Evet, kitabin genel icerigini bu sozlerle anlamis bulunuyoruz. Hos gerci serbet radikallerin nelere yol actigi cok yeni bir bilgi degil. Ancak, bunlari kontrol altina alabilmek cok yeni bir bilgi. Dr. Hari Sharma adindaki bir bilimadaminin hazirladigi bu kitap, yaslanmanin ve hastaliklarin asil nedeninin ‘‘Serbest radikaller’’ oldugunu ve bunlari kontrol altina almanin yollarini gosteriyor.Bedenimizin molekul seviyesinde meydana gelen serbest radikallerin olusumunu ise, teneffus ettigimiz havadan yiyeceklere, gerilimden ilaclara kadar hemen hersey saglayabiliyor. Ornegin Gunes isinlari cildin molekuler yapisinda serbest radikallerin olusmasina neden oluyor ve Gunes isinlarina fazla maruz kaldiginiz zaman cildin kuruyup ihtiyarlamasina sebep olabiliyor. Cunku, Gunes isinlarinin fazlasi serbest radikalleri ortaya cikartiyor. Akliniza gelebilen hemen butun hastaliklarin kokenindeki asil neden serbest radikaller. Hucrenin yapisini bozuyor ve deforme ederek hastaliklara neden oluyor. Sinir sistemini dahi tahrip edebiliyorlar. Ve butun bunlarin nedeni ise, molekulleri olusturan atomlardan da kucuk parcaciklar. Tek basina kalmis ‘‘elektron’’lar. Ulusal Saglik Enstitulerinin bir yayini yalniz kalmis elektronlari ‘‘Kotu cocuk’’ olarak tanimlamis. Bu serseri elektronlar buyuk bir arzuyla esini ararken hayal bile edemeyeceginiz kotuluklere neden olmaktadir. Iste bu serbest radikalleri kontrol altina almaya yonelik oldukca ilginc yontemler sunan kitaptan ogrenilecek cok sey var. Belki serbest radikallerinizi kontrol altina almayi basaramazsiniz (Kimbilir, belki de basarirsiniz) fakat, bilgileneceginiz kesin diyorum, Yasemince. Bu arada bilgiden soz acilmisken bugun saat 18:30'da Yapi Kredi Bankasinin Galatasaray'da bulunan merkezinde yapilan Sali Toplantisinda ‘‘Bilmek’’ konusunda bir seminer duzenlendigini ilgilenenlere bildiriyorum. Tabii bu seminerde ben de ‘‘Gelecegi bilmek’’ konusunu isleyecegim.
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

3 Mayıs 1998
Yarım asırlık ömürDile kolay tam yarım asır geçmiş. Ve tam yarım asırdır halkın gözü, kulağı ve sesi olmuş. Hem de mükemmel bir biçimde. Hem de zamana ve mekana kafa tutup tıpkı bir altın gibi parlamayı başarmış. Biliyorsunuz, zaman ve mekandan etkilenmeyen tek madde altındır. Çünkü saftır. Ve simyacılar karışık bir madde olan bakırı katışıksız ve saf olan altına dönüştürmeye çalışırlar. Böylece kendilerini de zaman ve mekanın bozan ve çürüten etkisinden kurtaracaklardır. Bütün zamanlarda parlayan altın gibi tam yarım asırdır ışıltılarıyla çevresini aydınlatanın ne olduğunu, sanırım anlamışsınızdır. Tabii ki, Hürriyet. Hürriyet Gazetesi geçen gün tam yarım asırı geride bıraktı ve elli yaşını doldurdu. Hem de görülmemiş bir kutlamayla. Zaten Hürriyet'e de bu yakışırdı. Ve Hürriyet'e yakışan muhteşem ekibinin görkemli kutlaması görülmeye değerdi. Ne yazık ki, aile içinde yapılan bütün kutlamalar gibi dışarıya kapalıydı. Ne yazık ki, diyorum, çünkü Hürriyet'i oluşturan ailenin fertleri öylesine bir coşku içindeydiler ki, işte bu mutluluğu görememiş olmak gerçekten büyük kayıp. Şayet görseydiniz, Hürriyet'in tam yarım asırdır tıpkı bir altın gibi nasıl bozulmadan böylesine pırıl pırıl parladığını anlardınız. Nasıl olupta tam elli yıldır yaşadığı halde böylesine genç, diri ve enerjik olabildiğini idrak ederdiniz. Ne yazık ki, göremediniz. Ama olsun. Bu ailenin el birliği ile ortaya çıkardığı sonucu görüyorsunuz. Yani Hürriyet Gazetesini.Sonucu yaratan nedenleri anlamak bence çok önemli. Önemli olmasaydı, tarih kitapları bu kadar kalın ve bu denli keyifli olmazdı. Keyifli diyorum, çünkü bilgiler, nedenleri anlatan öykülerin içinde gizli. Bilgilenmenin yarattığı keyif ise, kalın kitapların bir solukta okunabilmesini sağlıyor. Böylece sonucun anlamını kavrıyorsunuz ve bilginiz tam oluyor. Sözü ne kadar uzattığımı düşünebilirsiniz. Düşünüp sıkılabilirsiniz, pek tabii. Fakat, duygularınızı anlatmaya çalıştığınız zaman kelimelerin ne kadar fakir ve duygularınızı anlatmakta ne kadar hafif kaldığını sanırım siz de biliyorsunuz. Ve sanırım sıkıntımı anlıyorsunuz. En iyisi sıkıntılardan söz etmemek. Anlatmaya çalıştıklarımı daha sıkıcı hale getirmeden düpedüz kutlamanın yapıldığı geceyi anlatsam daha iyi olacak galiba. Böylece siz de görmemiş olsanız dahi bu kutlamayı bizlerle birlikte paylaşabilirsiniz, belki... Ödül töreninden sonra mükellef bir ziyafet şöleni başladı. Yiyeceklerin çeşitliliği, çokluğu ve lezzeti mükemmeldi. Şimdi diyeceksiniz ki, ‘‘haydi yemek faslını bitir’’ fakat, biliyorsunuz ki, insanın aklı midesindeyken başka bir şey düşünemez. Tamam bu bölümü uzatmayacağım. Fakat, bütün bir gün (hatta bir önceki geceden sabahlamış ve o gün de çalışmaya devam etmiş) aile fertlerini birazcık düşünmelisiniz. Tabii çalışırken açlığını tamamen unutmuş bu kişilerin karnı iyice doyduktan sonra nasıl gevşeyip yüzlerinde güller açtığını da görmeliydiniz. Bu sözlerimi sakın yanlış anlamayın. Hürriyet ekibi burada aç karnını doyurmaya değil, tam yarım asırı geçmenin mutluluğunu kutlamak için bulunuyordu. Ve güller açan gözleriyle sevincini ve dostluğunu yansıtıyordu. Ziyafet şöleninden sonra ‘‘Direnen Mızıkacılar’’ın neşeli ritmine bıraktık kendimizi. Ailenin reisi (Genel yayın yönetmeni) Ertuğrul Özkök mutluluğunu dans ederek ifade ederken ailenin diğer fertleri yerlerinde durur mu, hiç. Elbette içimizdeki coşku ve heyecanı bastıracak halimiz yoktu. Ve ‘‘Direnen Mızıkacılar’’ın hareketli ezgisine direnmedik. Kendimizi müziğin ritmine kaptırdık. Böylece aramızda ne cevherler olduğunu da keşfetmiş olduk. Örneğin, Oğuz Aral değme dansçılara taş çıkartan figürleriyle dikkat çekiciydi. Doğrusu partneri (Gazetemizin reklam pazarlama müdürü) Taçlı Yazıcıoğlu ayak uydurmakta zorlanıyordu. Tabii daha sonra yanına gidip cebren ve hileyle konuşturdum! Meğer kendisi bir dönem tiyatroda hareket hocasıymış. Böylece yaptığı sayısız işlerin arasına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Neyse, bu başka bir konu. Onu da bir gün anlatırım. Aslında kimler kimler ve ne cevherler vardı da, herkese parmak ısırtacak türden. Ne yazık ki, burada tek tek anlatamıyorum, yerimin yetersizliğinden. Fakat, bu bir kaç örnek de hayal gücünüzü harekete geçirir umarım. Bu arada izlemekten dans etmeye vakit bulamadığımı sanıyorsanız, çok yanılırsınız. Ben de herkes kadar mutluluğa kendimi kaptırdım. Tabii müdürüm Orhan Olcay'la dans etmeyi de ihmal etmedim. Doğrusu mükemmel dansediyordu. Şimdi diyeceksiniz ki, ‘‘anlattığına göre herkes mükemmel. Aralarında hiç mi, kötüsü yoktu. Hadi kötüyü geçelim. Şöyle böyle. Vasat, birileri’’ ve çok haklısınız. Mutlaka iyilerin karşıtı kötüler olmalı. Ancak, sizi temin ederim ki, ‘‘Kötü’’ kavramına uygun olan ne bir kişi, ne bir durum, ne de olay vardı.O gece, Hürriyet binasının balo salonunda ‘‘Kötülük’’ tatile çıkmıştı ve sadece iyilik hüküm sürüyordu. Danslar, dans eden kişiler, müzik, sohbet, yemek, her şey ama herşey çok iyiydi. İyi de ne demek, tek kelimeyle mükemmeldi. Mutluluğun yarattığı heyecan bütün salonu kaplamıştı. İşte böylesine bir coşkuyla Hürriyet'in yarım asırlık ömrünü geride bıraktık diyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku

Yasemin'ce

2 Mayıs 1998
Dünya zehirleniyorGeçtiğimiz cumartesi günü İspanya'da meydana gelen felaket insanı ürpertecek derecede ciddi. Fakat, bizler bu dehşet verici olayın ne kadar farkındayız, işte orası şüpheli... Şüpheli diyorum, çünkü böyle bir felaketin nedenlerinin başında ciddiyetsizlik yatıyor. Hemen her konuda olduğu gibi olaylar meydana gelmeden önce gereken önlemler alınmıyor. Çünkü, önemsenmiyor. Çünkü, işin farkında değiliz. Üstelik bu söylediklerim sadece Türkiye'de yaşayan insanlara özel bir durum değil. Bütün dünyaya özel bir umursamazlık içinde yaşıyoruz ve felaketlerle karşı karşıya geldiğimiz zaman da ne yapacağımızı bilemiyoruz. Sadece ve sadece işin başında olan insanları suçluyoruz.Elbette ki, yöneticileri, sorumluları uyarmalı ve sorumluluklarını hatırlatıp işlerini daha sıkı tutmaları konusunda çalışmalıyız. Fakat, iş işten geçtikten sonra değil. Daha işin başında uyarmalıyız. Gereken önemlerin alınması için ne gerekiyorsa yapmalıyız. Hem de hep birlikte. Hepimiz, bütün dünya insanları el ele verip dünyayı tehdit eden tehlikelere karşı var gücümüzle mücadele etmeliyiz. Teknolojinin nimetlerinden faydalanırken gözümüzü dört açmamız gerektiğinin bilincindeyiz artık. Bilincinde değilsek bile bütün dünyanın kapılarını aralayan ve gitmediğimiz, görmediğimiz her yerden haberdar olmamızı sağlayan yazılı ve görüntülü basın sayesinde, internetin aracılığı ile dünyanın ne kadar küçük olduğunu anlamış bulunmaktayız. Üstelik dünyanın her hangi bir yerinde meydana gelen bir olaydan bütün dünyanın nasıl etkilendiğini her geçen gün biraz daha öğreniyoruz. Öğreniyoruz fakat, ne işimize yarıyor, diyebilirsiniz. Aslında bilinçlenmek ve dünyamıza sahip çıkmak için çok işimize yarıyor. Ne yapmamız gerektiğini, üstümüze düşün vazifeyi daha iyi idrak edebilmemizi sağlıyor. Tabii sadece kendinizi sıkıştırıp bıraktığınız küçücük dünyanıza hapsolup ‘‘benden sonra tufan’’ zihniyetine sahip değilseniz. Üstelik dünyanın ne derece hızlı bir biçimde zehirlendiğini anlayacak olursanız, sizden sonrası olmayacağı gibi öncesi de olamayacak. İşte İspanya örneği bunun en açık delili.Geçen Cumartesi, yani 25 Nisan günü İspanya'da zehirli atık havuzunun patlamasıyla birlikte ortaya çıkan felaketin boyutlarını sözle ifade etmek gerçekten çok zor. Kanada ile İsveç'in ortak şirketi Boliden'de meydana gelen bir kaza sonucu havuzun patlamasıyla birlikte içinde çinko, kurşun, kadyum gibi son derece zehirli maddelerin dışında çok çeşitli zehirli atıklar tarlalara yayılıyor. Guadal nehrine karışan zehirli atıklar Cadiz körfezinden denize karışıyor. Bunun ne demek olduğunu düşünebiliyor musunuz? İspanya'daki çiftçiler kan ağlıyorlar. Bütün zeytin, limon bahçeleri, pamuk ve pirinç tarlaları mahvolmuş durumda. Tabii çiftçiler de ‘‘mahvolduk’’ diye perişen bir şekilde haykırıyorlar. Şimdi, ‘‘ne yapalım yani, geçmiş olsun’’ deyip sakın geçmeyin. Kimse, ‘‘bana ne İspanya'daki çiftçilerden’’ diyemez. Çünkü, mahvolan sadece İspanya'nın verimli toprakları değil. Mahvolan dünyanın ekolojik dengesi. Ve bu dengenin bozulmasından bütün dünya (Biz de dahil olmak üzere) etkileneceğiz. Topraklar böylesine zehirlenirken suları da hesaba katmak gerekiyor. Tabii bu topraklar ve sularda yaşayan bütün canlıları da düşünmek zorundasınız. Bu patlama esnasında insan kaybı yok. Ancak, hayvanları kurtarmaya çalışırken asitten yaralanan insanlar var. Ve ben onları çok iyi anlayabiliyorum. Gözünüzün önünde çırpınan hayvanları gördüğünüz zaman onları kurtarabilmek için ne gerekiyorsa yaparsınız. Fakat, böylesi büyük bir felaket karşısında ne yapılabilir ki, seyretmekten başka? Zaten zehirli atıkların geçtiği yerlerde hayat tamamen bitmiş. Ne balıklar kalmış, ne yengeçler. Hatta kuşlar bile can vermiş. Artık toprağın içinde yaşayanları anlatmaya gerek yok. Ve tabii, bitkileri. Kısaca, zehirli atıkların bir çeşit volkanik dağdan akan lavlar gibi geçtiği yerdeki tüm yaşamı öldürdüğünü söyleyebiliriz. Üstelik lavların doğal olduğunu ve geçip gittikten sonra hayatın yeniden başladığını düşünecek olursanız zehirli atıklardan oluşan selin korkunçluğunu çok daha iyi anlayabilirsiniz. Çünkü, zehirlenen toprak ve sularda bir daha hayatın başlayıp başlamayacağı ve ne kadar zamanda temizleneceği bilinemiyor. Belki yüzbinlerce yıl gerekiyor. İspanya hükümeti ise, panik halde bir dünya mirası olan milli parklarını bu felaketten kurtarmaya uğraşıyorlar. Ancak, yetmişbeş bin hektarlık bir alanı zehirli atıklardan koruma altına alabilmişler. Aslında bu parkı korumak için bütün dünya ülkelerinin el birliği ile İspanya'ya yardım etmesi gerekir. Çünkü, bu parkın özelliği tıpkı ülkemizdeki Kazdağı gibi dünyada nesli tükenmekte olan genetik çeşitliliği barındırıyor. Yani park yok olursa, buradaki endemik türlerin de sonu gelmiş olacak. Zaten Juan Carlos del Olma, bu felaket için şöyle diyor; ‘‘Dünyanın ekosistemi açısından dehşet verici bir zarar.’’ Bu sözlere aynen katılıyorum, Yasemin'ce...
Yazının Devamını Oku