12 Kasım 2011
MALUM dün özellikle düğün ve doğumda 11.11.11 çılgınlığı vardı. Ben de tarihte başka 11.11 çılgınlıkları var mı diye, arşivlere baktım.
Varmış...
11 Kasım 1949 Kırklareli’nde bir akıl hastasını yakalamak isteyen itfaiye yüzlerce kişiyi ıslatmış. Operasyon sırasında bir komiser de yaralanmış.
11 Kasım 1950 Türk birliği Kore’de ilk çarpışmasını yapmış: “Bir komünist çetesi pusuya düşürüldü, çete reisi öldürüldü, 25 çeteci esir edildi.” Aynı gazetede Amerika’nın Akdeniz’de askeri üsler kuracağı da duyurulmuş.
11 Kasım 1951 “Kore’de kızıllara karşı atom bombası kullanılacak mı?” başlığının yer aldığı gazetenin haberine göre Bir Amerikan mebus kafilesi de Ankara’ya gelmiş.
11 Kasım 1952 Kuşadası’nda yapılan tatbikatta, savunmada kalan Türk birliklerine karşı Amerikan ve İngiliz komando birlikleri çıkarma harekatı yapmış. Nüfusumuz ise 22 milyona ulaşmış.
11 Kasım 1953 Kore’deki Türk şehitliğinde merasim düzenlenmiş.
11 Kasım 1954 Muhtelif yerlerde görülen uçan dairelerinin jet uçaklarının çıkardığı duman olduğu anlaşılmış. Ve 113 yaşındaki Ömer Erkan gazete ilanıyla evleneceği genç kızı bulmuş.
11 Kasım 1955 Mısır’ın yeni ordusunu Naziler yetiştiriyormuş. Ve şu başlık: “Türkiye’de ilk kez gözyaşı bombası kursları dün başladı. ‘Ağlayanlar’ arasında Emniyet Müdürü de vardı.”
11 Kasım 1958 Türkiye’de ilk kez yalnız kalan kadınlar için “Yatılı Kadınlar Kulübü” kurulmasına karar verilmiş.
11 Kasım 1960 “Amerika Cemal Gürsel’i tutuyor”.
11 Kasım 1961 İsmet İnönü Türkiye’nin 14. başbakanı oldu. İlk demeci: “Bir parti hükümeti kurmayacağım.”
11 Kasım 1962 Bir veli “Kızını dövmeyen dizini döver” dedi.
11 Kasım 1963 Ortaöğretimde 26 bin öğretmene ihtiyaç var.
11 Kasım 1964 Rusların talebe mübadelesi önerisini reddettik.
11 Kasım 1965 AP lideri Selayman Demirel’in başkanlığındaki hükümet 172 ret oyuna karşın, 252 kabul oyuyla güvenoyu aldı.
11 Kasım 1966 Amerikalı doktorlara muayane müsaadesi çıktı. Çalışma Bakanı açıkladı: “Kötü kadınlar yurtdışına işçi olarak gidemeyecek”.
11 Kasım 1967 İşçilerin emeklilik yaşı 50’ye indirilecek.
11 Kasım 1968 Lady Chinchilla “Kadından en iyi anlayan erkekler Türkiye’dedir” dedi.
11 Kasım 2010 Testereden kaçamadı. Bursa’da öldürülüp testereyle parçalanan Sevgi Taşkın’ın katili olan sevgilisini şiddet gördüğü iddiasıyla iki kez polise şikayet ettiği ortaya çıktı.
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2011
BU kente akarsu her şeyden çok ve her şeyden önce yakışır. Sadece Gölbaşı, Eymir gibi gölleri, Göksu gibi göletleri kastetmiyorum elbette...
İçinden akarsu geçen, dere geçen bir başkenttir meramım.
Dünya başkentlerinde örneği sık görülen bir şey yani...
Ötesi Ankara adını verdiği “çay” dahil bu imkandan yoksun değil.
Hatip, Çubuk çayları da var(dı)...
Yıllardır ilk kez bir adım atıldı.
Sincan Belediye Başkanı Mustafa Tuna, Orman ve Su İşleri Bakanlığı ve Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmaları sonucu çayın inşaat kısmının bittiğini, rekreasyon alanlarının da gelecek yıl biteceğini açıkladı.
Çay’ın dip çamuru alındı, çevresindeki pislik temizlenirken yatağı da genişletildi.
Yine de uzun bir yol var, bu çalışmaların tüm kente kazandırılabilmesi için.
Sincan’dan Keçiören’e gelirsek...
Keçiören de bu projeyi bekliyor.
İki yıl önce Keçiören Belediye Başkanı Mustafa Ak ile sohbetimizde gündeme gelmişti Ankara Çayı.
Başkan Ak, sandalla gezilebilen, balıkların yüzdüğü, çevresinde restoranlar, tesisler olan bir kent nehri hayal ediyordu.
Bunun için de “Porsuk Çayı Modeli”ni örnek aldığını, içtenlikle söylüyordu.
Eskişehir’e gideceğini ve Başkan Yılmaz Büyükerşen’le görüşeceğini de vurgulamıştı.
Ardından da Ankara Çayı için kolları sıvayacağını...
Ak mütevazı kişiliğiyle, bu konunun haber ya da yazı konusu yapılmasını da yadırgadığını söylemişti o günlerde:
“Yapılan başarılı bir uygulamayı örnek almak son derece olağan bir durum.
Uygulamayı başka partiden bir başkanın yapması, ‘örnek’ olmasını ortadan kaldırmaz.”
Ama biz o dönem de haber yaptık Başkan Ak’ın bu hayalini, şimdi de yazıyorum umutla...
Çünkü Keçiören’in de bu konuda kuvvetli bir desteğe ihtiyacı vardır.
Sincan’daki kuvvetli adımın ardından sıra Keçiören’dedir.
Başkent’te “su” henüz tümüyle ölmemişken...
Yazının Devamını Oku 10 Kasım 2011
RENKLERİ beş yıldır atıl durarak solan Gökkuşağı projesi, 27 Ağustos 2006’da Serdar Ortaç konseriyle açıldı. Belki de Ortaç o yılın gözde şarkısı “Sor”u da söyledi konserinde:
“Herkesi zalim, kendini alim hissetmen normal...”
Başta Mimarlar Odası olmak üzere bir çok kurum ve kuruluş proje tasarımının ve yer seçiminin yanlış olduğunu söyledi, “Yapmayın” dedi ama nafile...
Başkan Melih Gökçek, “hayalimdeki proje” dediği Gökkuşağı açılışını havai fişeklerle tüm şehre duyurdu.
Gökkuşağı Rekreasyon Alanı 3 milyon 627 bin liraya mal oldu.
Ardından o görkemli açılışla müşteri beklemeye başlayan 24 işyeri kısa sürede teker teker kapandı.
Bir süre sonra o alana dikilen ithal ağaçlar kurudu.
Kimi ağaçların Ankara iklimine uyum sağlayamadığını savundu...
Kimi kuyulardan çekilen suyla yapılan “vahşi sulama”nın ağaçları kuruttuğunu iddia etti.
Kapanan işyerleri, kuruyan ağaçları, trafiğin tozu-toprağıyla terk edilmiş Red Kit kasabasına döndü Gökkuşağı...
Protesto yürüyüşlerinin, gösterilerin adresi oldu, soru önergeleri verildi.
Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, soru önergesine Gökkuşağı Projesi’nin atıl halde olmadığını, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının otopark çalışmasının bitmesinin ardından tekrar değerlendirileceğini yanıtını verdi.
Bölgedeki trafiği de kesinlikle engellemediğini savundu.
Eh haklıydı aslında, bomboş duran yerde en ufak hayat kıpırtısı yoktu ki trafiği engellesin.
Şimdi, Gökkuşağı yeni haliyle açılınca göreceğiz, engelleyecek mi engellemeyecek mi...
Asıl önemlisi bakalım yaşayacak mı... 3.6 milyonluk yatırımın ardından bir gelir getirecek mi... Yoksa zararına mı sürdürecek varlığını.
Ve yaşarsa, nasıl, hayatı, trafiği nasıl etkileyerek yaşayacak?
Zaten bizim Gökkuşağı, renkleriyle değil, hep sorularıyla rengarenk...
Yazının Devamını Oku 5 Kasım 2011
BUGÜN manşetimizde AŞTİ’de bayram trafiğinin normal ortalamaları ikiye katladığı haberi var.
Her bayram öyle olur... Hatta uzun, dokuz günlük bayram tatillerinde otobüsler-uçaklar ek seferlerle, trenler ek vagonlarla bile ihtiyacı karşılayamaz.
Çünkü bayram insanda bir “Hadi gidelim” hali yaratıyor artık.
Ve kimse de “Ah, nerede o eski bayramlar” nostaljisiyle hayıflanıp “o eski bayramı” filan bulmak için gitmiyor biryerlere...
Bir “tatil”den yararlanıp, “bayram” için değil bir “tatil”, bir “kaçamak” için gidiyor.
Ki, bu da garipsenmemeli...
* * *
Arada diline gelse de, öylesine söylese de, “Ah, nerede o eski bayramlar” nostaljisiyle hesabını kapadı bir çok insan.
Yazının Devamını Oku 4 Kasım 2011
HEMEN her yıl görürüm aynı manzarayı...
Anadol kamyonetlerin arkasında gözü bağlı ya da başı torbalanmış danalar gider.
Eksi dört derecede...
Hızla giden kamyonetin arkasında, dengelerini korumaya çalışırlar.
Birinin gözbağı düşmüştür mutlaka, yanında geçen arabalara kara gözlerindeki koyu endişeyle, korkuyla bakar.
Anlamak mümkün o ifadeyi ama anlatmak imkansız.
Gittiği kesim yeri ise belli değil.
Çünkü yine şehirlerde hemen her yer, her arka bahçe “salhane”...
* * *
Yazının Devamını Oku 3 Kasım 2011
İZLEDİĞİM görüntü Kanada Ottawa’dan...
Yaşı-başı yerinde, üç müzisyen sokakta, bir gitar, iki buzuki ile Yunan müziği yapıyor.
Sokak müzisyenleri olmalarını yeğlerdim ama muhtemelen, hemen arkalarındaki “Ottowa Zorba” restoranın müzik tayfası... Zaman da festival zamanı...
Sokak cıvıl cıvıl, kalabalık, herkes dolaşmalarda...
Grubun yanına kasketli, gözlüklü, sıradan bir adam yanaşıyor.
Müzisyenlerden bir şey istiyor kendi dilinde, duyulmuyor tam... Belki Yunanca...
Müzisyenler adamın isteğini anlıyorlar ve “Haaaa, Zorba” diyorlar.
Ve bir işaretle başlıyor, Nikos Kazancakis’in romanından sinemaya uyarlanan başrollerini Anthony Quinn, Alan Bates ve Irene Papas’ın paylaştığı o ünlü “Zorba” filminin müziği...
Yazının Devamını Oku 2 Kasım 2011
ERDAL İnönü, SHP Genel Başkanlığı döneminde diğer “sol” parti liderleri ve bürokratlarla bir restorana gider.
Garson sorar, “Ne almak, ne yemek istersiniz efendim?” İnönü yanıtlar:
“Teşekkürler, biz birbirimizi yiyeceğiz...”
GGG
Erdal İnönü tam dört yıl önce 31 Ekim’de ayrıldı dünyadan.
Onunla birlikte, siyasetten de birşeyler eksildi... Önemli bir şeyler, stil ile ilgili bir şeyler...
Ölümünü “En nazik siyasetçiyi kaybettik” başlığıyla verdi gazeteler.
Bazı politikacılar vardır, içinden çıktıkları sistemi olduğu gibi kabullenirler.
Yazının Devamını Oku 1 Kasım 2011
ÜÇ yıl önceydi... Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, TOKİ’nin başındaydı...
Mimarlık ve Şehircilik Kurultayı’nda yaptığı konuşmada Büyükşehir Belediyesi’nin Eskişehir Yolu’nda Armada Alışveriş Merkezi’nin karşısında yaptığı “demir kafes”in şehir estetiğini bozduğunu, böylesi yapılarla şehrin siluetinin bozulmaması gerektiğini vurguladı.
Konuyu Başbakan Tayyip Erdoğan’a, bazı bakanlara ve Başkan Melih Gökçek’e de ilettiği için rahat konuştuğunu da ekledi. (Başbakan’ın Bayraktar’ın “demir kafes” yakınmasına hak verdiğini de biliyoruz)
Ve hiç unutmayacağım, kendi şehircilik rehberimin en başına yazdığım o cümleyi söyledi:
“Bazen yıkmak yapmaktan daha iyidir...”
* * *
Başbakan Erdoğan da aynı günlerde “Dünya Şehircilik Günü” dolayısıyla bir mesaj yayımladı:
“Bizim kirliliğe, çirkinliğe, estetikten yoksun çarpık yapılaşmaya tahammülümüz olamaz.
Bizim şehirlerimiz insan merkezlidir ve öyle olmak zorundadır. Bizler insan ile şehri bütünleştiren, bir şehircilik anlayışını benimsiyoruz.”
* * *
“Demir kafes”in şehircilik aklına-mantığına sığmayan, Mad Max filmlerini anımsatan o dev iskeleti bir yana...
Ankara’nın ana damarlarından birisi olan Eskişehir Yolu trafiğinde yarattığı kaosu da izledik, yıllarca hep birlikte.
Çukurambar’ı iyice çukurda bırakması bir yana, Armada, Ulusoy terminali, Gölbaşı yolu, Emek 8. Cadde sapağına diktiği dev tüy diğer yana...
O kafes, hem trafiği engelledi, hem de trafiği başka bir yöne sürükledi yıllardır.
* * *
Manşetimizdeki haber, sonunda yanlıştan dönüleceğini gösteriyor.
Eh bu da bir merhale... En azından artık yanlış olduğu kabulleniliyor.
Ama yanlışın düzeltilmesi için önce “demir kafes”in satılması, ardından taşınması gerekli...
Ve taşındığı yerin de en azından bu kez, “şehirciliğin temel ilkeleri”ne uygun olması gerek. O kafeste ne yapılacağı da elbette kent için önemli...
Yani o biçimiyle, işleviyle, mantığıyla, yeriyle o koca sorunun çözümü hala belirsiz.
En azından zaman gerektiriyor.
Bize de, “En başta uzmanların, meslek odalarının, yetkililerin, kentlinin itirazına kulak verilseydi” diye mırıldanıp, başına o sevimsiz kelimeyi eklemek kalıyor:
“Keşke....”
Yazının Devamını Oku