İlki, “Burada Okur Yazar” köşemiz.
Adından anlaşıldığı gibi, bu köşe tümüyle sizin sesinizi sayfalarımıza taşıyacak.
Kent haberciliğindeki başarısını sayfalarımızda editoryal olarak sürdüren Fatih Tekeci’nin yayına hazırlayacağı köşe, sizin sesinizi, sizin kaleminizden yansıtacak.
Ancak sorununuzu sadece aktarmakla yetinmeyeceğiz.
Haber merkezimiz, aktardığınız sorunların takipçisi de olacak.
* * *
Yazdığınız, aktardığınız sorunlar sadece yeni köşemizle sınırlı kalmayacak. Fotoğrafı hatta videosuyla internet gazetemizde de yayınlanacak,
Muhabirlerimiz her an orada... Biz de binanın karşısındaki dev ekrandan canlı izliyoruz, tozu dumana katan iş makinelerini, kamyonları.
Cuma gecesi daldılar ODTÜ’ye.
Ne bir izin, ne bir haber, ne bir telefon... Ansızın.
Yolun, yolu bu mudur?
* * *
ODTÜ Rektörlüğü’nün açıklamasına göre, yerleşkenin çitlerini yıkarak, özel güvenlik görevlilerinin uyarılarını hiçe sayarak zorla girdiler.
Operasyon öyle habersiz, öyle bir gece ansızın ki, Başkan Melih Gökçek için de sürpriz olmuş!
Belediyede yerel demokrasi, yerinden yönetim, yerel inisiyatif buna denir; Başkana bile haber vermeden topla onca ekibi, makineyi, kamyonu, gece karanlığında dal ODTÜ’ye...
Ki şüyuu da, vukuu da beterdir bu ülkede...
İnançtı, gelenekti-görenekti diye önce imam nikahı kıydırıp, kına gecesinde harem-selamlık eğlenip, ardından imama, cemaate söylenmek de yadırganmaz.
Yeri gelir, çok eşlilik de erkeğe haiz/caiz görülür.
* * *
Hayat tarzını, semboller üzerinden tartışıyoruz genelde.
Tartışmalar, kırıldı-kırılacak bir fay hattına yerleştirilen alkol üzerinden köpürtülüyor mesela.
Çünkü alkolle ilgili peşin hükümlü söylemler, önyargılı etiketlemeler gırla...
Paketle ilgili bakışını şafağa çevirenler de var, bardağın boş tarafından guruba dalanlar da...
Ben öncelikle “bir yerden başlama”nın önemine inanıyorum.
Ve devletçe hiç hazzetmediğimiz, milletçe yıllar boyu adını-sanını anmadığımız “yaşam tarzına saygı”, “ayrımcılıkla mücadele”, “nefret suçu” gibi alanlarda atılan adımları kıymetli buluyorum.
Bu alandaki düzenlemeler, demokrasi kültürü ve zihniyet değişimi açısından önemli hamleler.
Elbette bu adımları atan “otorite”nin, işleyişte bunu nasıl yorumlayacağı, nereye, ne kadar yontacağı da önemli...
Çünkü TCK ile güvence altına alınan yaşam tarzına, yani “bir kimsenin inanç, düşünce ve kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tercihleri”ne saygı, dini inanç ve ibadetten ibaret değil.
* * *
Hayat tarzı, siyasi bir kavram gibi gözükmese de aslında en siyasi mesele...
Tepkiler özetle, “sözlük”te bazı cinsiyetçi-ırkçı deyim ve atasözlerinin de yer almasıydı.
Çözüm ise basitti her zaman; geçmişte örneği-önerisi sık görülen bir yaklaşımla, “Kaldırın, atın”...
* * *
Oysa, “tarih” kazınarak değil, gerçeklerin rehberliğinde kazılarak temize çekilir.
Ayrımcı, ırkçı, cinsiyetçi deyimleri/deyişleri sözlükten sözlükten kaldırmak, bellekten silmeyi sağlamaz.
Dil de küfür de var, argo da...
Külliyen Argo Sözlüğü’nü kaldırsak, millet küfürsüz mü kalacak?
“İnadım inat...”la başlayan deyimler, “Laf ola, beri gele”ler boşuna yer almamış dilimizde.
* * *
Söz deyimden, atasözünden açılmışken, taze örneğini geçenlerde yaşadık.
Yazar, dilbilimci Ömer Asım Aksoy’un İnkılâp Kitabevi’nden yayınlanan “Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü” ile ilgili basında ve sosyal medyada -bir bardak suyu pek de taşırmayan- bir fırtına koparıldı.
Vay efendim, “On beşindeki kız, ya erde gerek, ya yerde...” atasözü, nasıl “sözlük”de yer alırmış...
* * *
Aslında “eksik” kızmışlar.
Bizim gibi ülkelerde bilhassa öyledir.
Yıllarca çalıştığınız işyerinden o dudaktan dökülen iki kelimeyle kovulabilir, hakkınızda verilen bir kararla ameliyat masasında kalabilir, tek kelimelik “Dur” ihtarına uymadığınız için vurulabilir, hatta askeri hakimin hükmüyle 25 yıl yiyebilir, vatanınızdan /vatandaşlığınızdan olabilir, asılabilirsiniz.
Bazen koca bir şehrin kaderinin de birilerinin iki dudağı arasında olduğunu fark edersiniz.
Birileri bir şehrin kalbi, kimliği, tarihi, geleceği ile ilgili karar alır, kentliye de alınan o kararın sonuçlarına katlanmak düşer.
* * *Bu en tepe örnekleriyle İstanbul’da da oldu-oluyor, Ankara’da da...
Taksim’de Topçu Kışlası mesela.
Birileri yıkmış geçmişte, bir başkaları da kalkıp taklidini inşa edecek...
Ve Edip Cansever’in deyişiyle, “Birden yürürlüğe girdi o yok olma duygusu”...
Altı yüz elli bin kişi gözaltına alındı, 7 binine idam istendi, 517’sine idam cezası verildi, 50’si asıldı.
Cezaevlerinde, emniyette, işkencede, açlık grevinde, “çatışmada”, sokakta ya da “kuşkulu biçimde” ölenlerin, öldürülenlerin sayısı 600’ü aştı.
On binler işinden oldu, on binler kaçıp, vatandaşlıktan çıkarılıp, yurdundan...
Ahmed Arif’in “Canım alırlar ecelsiz /Şifre buyurmuş bir paşa /Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız” dizeleri kaldı geride.
* * *
Yıllarca 12 Eylül’ün de, ülkeye her 10 yılda bir yerleşen 27 Mayıslar, 12 Martlar gibi, yargı-vicdan nezdinde hesabı sorulmadan geçip gideceğini düşündüm ben.