Paylaş
Ve Edip Cansever’in deyişiyle, “Birden yürürlüğe girdi o yok olma duygusu”...
Altı yüz elli bin kişi gözaltına alındı, 7 binine idam istendi, 517’sine idam cezası verildi, 50’si asıldı.
Cezaevlerinde, emniyette, işkencede, açlık grevinde, “çatışmada”, sokakta ya da “kuşkulu biçimde” ölenlerin, öldürülenlerin sayısı 600’ü aştı.
On binler işinden oldu, on binler kaçıp, vatandaşlıktan çıkarılıp, yurdundan...
Ahmed Arif’in “Canım alırlar ecelsiz /Şifre buyurmuş bir paşa /Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız” dizeleri kaldı geride.
* * *
Yıllarca 12 Eylül’ün de, ülkeye her 10 yılda bir yerleşen 27 Mayıslar, 12 Martlar gibi, yargı-vicdan nezdinde hesabı sorulmadan geçip gideceğini düşündüm ben.
Ama geçen yıl nisan ayında12 Eylül davası başladı.
Belki şimdi unuttuk ama dava başlamadan önce de, başladıktan sonra da bunun bir kandırmaca, martaval, hayal olduğunu kuvvetle savunanlar çıktı.
Daha ölçülüsünden, “Bu davadan bir şey çıkmaz” diyenler de...
Oysa, Türkiye’de gerçekleştirilen bir askeri darbenin, kendi halkına karşı bir insanlık suçunun sorumluları ilk kez yargı önüne çıkarılıyordu.
Öyle ya da böyle, yargılanacaklardı...
* * *
Kenan Evren, “darbe yapmak suçundan” ifade veriyorsa, telekonferansla da olsa darbecilikten sorguya çekiliyorsa, az mıdır?
Bunu da yetersiz bulanlar oldu. Müdahil avukatlardan birisi, Evren’in mahkemeye kafes içinde getirilmesini önerdi mesela.
Oysa böylesi “şekil”ler, “buluş”lar da, binbir suratlı 12 Eylül zihniyetine uzak değildi sanki.
* * *
Asıl meselenin, 12 Eylül’ü sorgularken onun yöntemlerine yakın düşmek değil, darbelerle araya koyulan mesafeyi, sınırları koyuca çizmek olduğunu bu süreçte öğreneceğiz belki.
Gerekli “yüzleşme”nin yolunun Evren ile mahkemede yüzyüze olmaktan değil, anayasası, yasaları, kurumları, üniversiteleri, politikacıları ile sadece hayatın değil siyasetin, seçimlerin çerçevesini de çizen o dönemle, o sistemle yüzleşebilmekten geçtiğini de, böyle algılayacağız.
12 Eylül davası, 33 yıl sonra yenebilen soğuk bir yemek olarak intikamın değil, darbelere dair tarihe yerleştirilen miladın -her dile/her gönüle- tercümesi, tecrübesi olmalı.
* * *
Halen bir çok alanda sürüp giden bir sistemin kurucusunu yargılamakla bitmiyor elbet mesele.
Yargının, ülkeyi 12 Eylül darbesine taşıyan süreci, darbeyi olgunlaştıran -zincirleme- kanlı olayları, 11 Eylül’de sokakta 20 kişi ölürken, 13 Eylül’de ortalığın bir anda sütliman olmasındaki “o kanlı sırlar”ı ele alması gerekli.
Milat, 12 Eylül’ün izlerini hayata, topluma, hala kurumsal, yasal olarak taşıyan tüm düzenlemeler ayıklanarak, 1982 Anayasası ile araya çekilecek duvarla da yükselmeli.
Sivil ya da askeri otoritenin keyfiliği, kılıktan kılığa giren zorbalık, halkı, iradesini, varlığını hiçe sayan küstahlık, her türden zulmü vakayı adiyeden sayan pervasızlık, evde, sokakta, işyerinde “Sen bir hiçsin” diyebilen zihniyet... O “yok olma”, o “hiçlik” duygusu da kazınmalı, hayattan.
* * *
Davaya, yine bir cuma günü, 27 Eylül’de devam edilecek.
Bir de buralardan bakmalı, bence...
Paylaş