Yaşar Sökmensüer

Siyah-beyaz, guy-gay, dünya şehrinde dünyalı olmak

17 Ekim 2014
AMSTERDAM’ın Dam Meydanı’na girdiğimizde lunaparka çarpıyoruz. Çünkü lunapark şehrin göbeğinde. Tarihi kiliselerle yanak yanağa, tramvaylarla burun buruna... Dönme dolap, her yaştan, cinsiyetten insana çığlık atmayı öğreten “çekiç”, hemen tepemizde... Arada “bir bariyer” yok. İşte, anahtar kelimelerden birisi de bu.

Bariyer yokluğu”, Amsterdam’ı tanımanın ve sevmenin bir başka nedeni.
Bu “dünya şehri”nin sokaklarını, “dünyalı” olarak dolaşıyoruz.
Kimse yabancıya, “uzaylı” gibi bakmıyor.
Sosyal bariyerler yok.
Bu kıymetli hali fark edenlerimiz bir yana, Amsterdam’daki turistlerimizin döndüklerinde “ecnebi”ye, affedersiniz “gavur”a bakışı ne kadar değişir?
O ayrı mesele...

Yazının Devamını Oku

Gülümsemenin aksesuar olmadığı şehir

16 Ekim 2014
ÜZERİNDE şık, dökümlü bir döpiyes var. Saçları, “dağınık topuz”... Ayağında 5 dakika önce satın alınmış gibi duran, süet abiye botlar tamamlıyor kıyafetini. Yukarıya topladığı eteğinin rüzgarla açılması umurunda değil. Önümüzden bisikletiyle bir film karesi gibi geçen genç kadının eteğinin açılması, “oralı erkekler”in de umurunda (dikkatinde) değil doğrusu. Gözü değmiyor hiçbirisinin, o hoş silüete...

Ama biz bakıyoruz.
Kırmızı ipek fuları, bayrak gibi dalgalanıyor rüzgarda, uzaklaşırken.
İster etekli, pantolonlu, ister şortlu, taytlı, eşofmanlı bisikletleriyle geçen kadınları izliyoruz gözlerimizle.
Yüzlerce, binlerce...
Geçiyorlar, -usulca- bakıyoruz.
* * *
Bisikletin (de) başkenti Amsterdam’dayız.

Yazının Devamını Oku

Öptüm sol elimi, kendimle (de) bayramlaştım

8 Ekim 2014
BİR yaş geliyor, neredeyse tüm anılar, “bayramlık hatıralar”a dönüşüyor. Nostalji -sezdirmeden- hatıraları ayıklar, içinden mutlu, güzel olanları sağ bırakır ya... “Ah, nerede o eski bayramlar” deyip, aslında imkansızlıklar, yoksunluklarla dolu o günleri özlüyor kimimiz.

Oysa özlenen “o bayramlar”dan çok, o günler, o zamanlar.Yani çocukluğun, ilk gençliğin gülümseyen, mesuliyetten azade, ateş gibi, zıpkın gibi an(ı)ları...
İçtenlik, hesapsızlık, özgürlük, “delikan”ın o sonsuz enerjisi, günde yüzlerce kez gülümseyebilmek, onlarca kahkaha atabilmek...
Yitirilen o eski bayramlar değil sadece.
Kendimizden yitip giden bir şeyler.* * *
Ben o nostaljik iç çekişle, epeydir kapadım hesabımı.
Tamam güzeldi çocukluğumun bayramları da...
Bayramlık elbise-ayakkabı”yı, “bayram harçlığı”nı, "çatapat"ı saymazsan; o zamanlar bize her gün bayramdı, zaten.

Yazının Devamını Oku

Kuzuların Sessizliği “18+”, ama canlısı değil

4 Ekim 2014
BAZI alışkanlıklar zamanla “gelenek”e dönüşür. Kültüre, dine, tarihe dayalı bir gelenek değildir aslında ama, öyleymiş gibi sunulur. Bazısı da var olan bir geleneğe eklenir, yamanır. Bayramda güne yine “gelenek”i kendine uyduran, hatta deforme eden görüntülerle uyanacağız.

Kurban kesme kurallarına, usullerine, yerlerine dair yasal mevzuatlar, para cezaları bile yine geleneği “babadan gördüğünce” uygulayanların önünü kesmeyecek.
Yine trafikte can havliyle koşturan danalar kovalanacak.
Yakalanınca tek ayağından asılacak, vinçlere...
Kimi bahçede, kimi ara sokakta kan-revan kesilecek, yüzülecek, doğranacak...
Sokakta, kesimhanelerde geleneği “kanlı-canlı” seyreden çocukların fincan gibi açılan gözleri, gazetelere göbek fotoğrafı olacak.
* * *
Elde bıçak dirseklerine kadar kan içinde dolaşan “amatör kasap”ların bir kısmı, daha bıçağı bileyleme safhasında kendini kesecek.

Yazının Devamını Oku

Çıt çıt...

2 Ekim 2014
“ÇOK acı var, dayanamıyorum... Çok özür dilerim. Çok çaresizim, beni affedin. Lütfen Çıtçıt’a iyi bakın. Ve paramı ve her şeyimi hayvanlara bağışlayın.” Arkasında bu notu bıraktı. Boğaziçi Köprüsü’nden o güzel, incecik bedenini ekim ayazının sularına bırakmadan hemen önce...

Karasevda, ayrılık acısı sanmıştım haberi ilk okuduğumda.
Ezberimiz öyle olduğundan, ya da gazetelerin 3. sayfalarında öyle yakıştırıldığından belki...
Ama onu 37 yaşında hayattan koparan “o acı”, o değilmiş.
“Namus cinayetleri”ni araştırmaya vermiş, genç ömrünün son yıllarını.
Yani istatistikle kayda geçmiş-geçmemiş binlerce kadını vahşice yok eden “namus terörü”ne...
* * *
Son iki yılında, 30 şehri dolaşıp namus terörü, töre mağduru kadınlarla konuşmuş.

Yazının Devamını Oku

"Yumurta"nın cezası ona katı, buna rafadan

1 Ekim 2014
“İKİ metreden fırlatılan yumurta alnımda patladı. On adım arkamdan, uzun boylu, sarışın, melek yüzlü, yakışıklı bir oğlan yürüyordu, kibar bir sesle, “Yumurtalar pek yakıştı Ahmet Bey” diyordu. Hep aynı cümleyi tekrarlıyordu.

Çok memnundu. Ve hep on adım gerimde duruyordu.
Bana sataşırken bile “Ahmet Bey” diyecek kadar kibar, söylediği cümleye bir ikincisini ekleyemeyecek kadar yaratıcılıktan uzaktı.
Ceketim, pantolonum, gömleğim, ayakkabılarım, kravatım beyaz sarı bir sıvıyla kaplanmıştı, şakağımdan aşağıya yumurta akıyordu.
Bir çay ocağına girdim.
Yüzüme kederle bakan sevecen çaycının getirdiği bir şişe suyla yüzümü yıkadım, bir bardak çay içtim...”
* * *
Yazar Ahmet Altan, 12 yıl önce İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden bir grup öğrencinin yumurtalı protestosunu böyle anlattı yazısında.

Yazının Devamını Oku

Göl gibi susalım, çöl gibi susalım

29 Eylül 2014
VURUN uzun yola... İster batıya kırın direksiyonu, ister güneye. Yol boyunca “açık mezarlar” göreceksiniz. Kurumuş dere yataklarını. Üzerinde korkuluk gibi kalmış irili-ufaklı köprüleriyle... Hepsi aynı mezar yazısıyla birer şamar abidesi: “Bir zamanlar doğa vardı...”

Kuzeye çevirseniz yönünüzü; Rize’de bile... Kuruyor, kurutuluyor.Sapanca’da “Canımızı alsınlar, suyumuzu almasınlar” yazıyor pankartlara insanlar.
Yazı da, -yiten- suya yazılıyor.* * *
Bırakın dereleri...
İlk gençliğimde böyle yollara vurduğumuzda, adım başı gürül gürül akan çeşmeler vardı.
İki dakika elini tutamazdın soğuğundan, kana kana tadına varamazdın.
Özellikle bakıyorum.
Çeşme bile kalmamış; bir iki tane musluklu “hayrat”...

Yazının Devamını Oku

Tuz gibi tuzluk gibi...

28 Eylül 2014
HÜRRİYET Ankara’da “Tuz Gölü -göz göre göre- ölüyor” haberi vardı geçenlerde. CHP milletvekili Aylin Nazlıaka 3 yıl önce TBMM gündemine taşımıştı: “Tuz Gölü 2015’de tamamen yok olacak...” Aklıma Nazlıaka ile “mevzi savaşı”nı dün de sürdüren Başkan Melih Gökçek’in “tuz polemiği” geldi.

Ankara’yı esir alan geleneksel kar yağışı tartışmalarında twitterda vatandaşın biri sormuştu:
“Neden yollarda tuzlama yapmıyorsunuz?”Gökçek’in cevabı tuzlu geldi:
“Git bir tadıver karı, tuzlu mu değil mi anlarsın.”
Tuzdan giden gündeme, dün de “Daha az tuz” pankartlarıyla “hipertansiyon farkındalık yürüyüşü” haberleri eklendi.
Tuzla bu kadar meselemiz olması normal.Yemeğe tuzu-biberi serpmeden önce avuca dökmek, dünyada bir tek bizde mi var, bilemiyorum.
Sağım sarımsak solum soğan da... Masada tuzluk hangisi meçhul.* * *
Restoranlarda bakın etrafınıza...

Yazının Devamını Oku