Paylaş
Oysa özlenen “o bayramlar”dan çok, o günler, o zamanlar.
Yani çocukluğun, ilk gençliğin gülümseyen, mesuliyetten azade, ateş gibi, zıpkın gibi an(ı)ları...
İçtenlik, hesapsızlık, özgürlük, “delikan”ın o sonsuz enerjisi, günde yüzlerce kez gülümseyebilmek, onlarca kahkaha atabilmek...
Yitirilen o eski bayramlar değil sadece.
Kendimizden yitip giden bir şeyler.
* * *
Ben o nostaljik iç çekişle, epeydir kapadım hesabımı.
Tamam güzeldi çocukluğumun bayramları da...
“Bayramlık elbise-ayakkabı”yı, “bayram harçlığı”nı, "çatapat"ı saymazsan; o zamanlar bize her gün bayramdı, zaten.
Ama o deli kan aktı, geçti.
İçinde kalsa, bir kuytuda hep dursa da, o beden değişti, o damar daraldı.
* * *
Notlarını kaybetmiş, belleği her yıl eksilen yorgun vakanüvisler, “zaman yazıcıları” gibi o anıları yeniden üretmeyi bıraktım.
Şimdi bayramları “farklı” seviyorum.
Bayramda caddelerden trafiğin, merkezlerde itiş-kakış yaya selinin dindiği, o sakin, görece sessiz, "hoş ve tuhaf" şehrimi...
Kuşların hala öttüğünü “duyuyorum” mesela.
Bahçedeki kırmızı sardunyaların, sonbahara nasıl direndiğini fark ediyorum.
Zakkumun zaten umrunda değil.
Ama yaseminin son demleri...
Kurbandan nasiplenen köpekler daha neşeli, kediler daha zıp zıp geliyor bana.
Bir salyangoz usul usul kayıyor, yaseminin pembesine doğru...
Cep fotoğrafını çekiyorum, telaşsız...
O duruyor, ben de duruyorum.
Durmak, ikimize de iyi geliyor.
Kimseye minnet etmeyen, sırtındaki eviyle, güçlü antenleriyle hayatı çözen o sevimli salyangozun, dünyayı saran “Yavaş Şehir (cittaslow)” hareketinin logosu olduğunu biliyorum.
Daha bir anlıyorum şairin sözlerini:
“Yaşamak değil bizi bu telaş öldürecek...”
* * *
Hah... Köşedeki bakkal da açmış, tezgahını...
Bayramlaştığı köyünden, süt gibi, tereyağı gibi lor getirmiştir yine.
“Kahvaltıda da olur, dereotu, yağda iki döndürülmüş kırmızı-kuru acı biber, biraz cevizle rakıyla da iyi geçinir” diyorum, ağır ağır oraya yürürken.
* * *
Yetişeceğim hiç bir şey yok.
Sokak sakin, kuşlar cıvıltılı, sardunya hala kırmızı... Zakkum ondan daha ömürlü, boylu olduğu için mi, duru beyaz.
Yasemine bakıyorum, "Bizim de baharlarımız sayılı, üzülme" diyorum.
Mahallenin Çomar’ı peşimde... Mutlu mutlu, tırısta.
Sessizliğe, bu büyülü sukunete eklenen bir puzzle parçası gibi hissediyorum kendimi.
* * *
Nazım, “Bu anda ne düşmek dalgalara, /Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım /Toprak, güneş ve ben... /Bahtiyarım...” diyor.
Onu alıyorum Moskova’dan, vasiyetince bir köy mezarlığına yatırıyorum usulca.
Sağ elimle, sol elimi tutasım, -gizlice- öpesim...
Kendimle (de) bayramlaşasım geliyor...
Paylaş