Hepsini bir güzel seyretmeyi, hissetmeyi ondan öğrendim ben.
Çünkü o bende ayrıntı sevgisi yarattı.
Ve “canlı” olan hiç bir şeyin asla “ayrıntı” olmadığını...* * *
Bilirsiniz... Hani o Atikali’de dostu Pakize’yi öldürüp, cinayet nedenini “Çok seviyordum abi” diye açıklayan bitirim Hidayet’i, cebinde saklayan pardösülü yazar.
“Mahalle Kahvesi”ndeki “Lüzumsuz Adam”ın dert ortağı...
Medarı Maişet Motoru’nun tayfası...
Havadaki Bulut, Tüneldeki Çocuk.
Batıda, Uzakdoğu’da rögar kapakları artık sanat objesine, rögar kabartmaları rölyefe, asfalt resimlerine ilham verirken...
Bizde kapağın asfaltla seviyesi asla tutturulamaz.
Ya çukurdur, ya da tepecik.
Ayrıca çoğu da “tahterevalli düzeneği”ndedir; bir aşağı, bir yukarı…
Yağmur yağınca tıkanıp, “havuz tıpası”na dönüşmeleri de cabası.
* * *
O kapakları yerleştirenlerin tümü miyop, astigmat ya da hipermetrop filan mıdır.
“Çok farklı bir tatil oldu” desek, gıpta yaratırdı o yer, o tatil dinleyenlerde.
“Çok farklı, özel bir şey” diye teşekkür ederdi arkadaşımız, doğumgünü hediyesini açtığında...
Aynı ilgiyi, “Gerçekten farklı bir restoran”, “Farklı bir film” gibi cümlelere de gösterdik.
“Farklı” sözcüğü, “değişik olmasıyla” bir merak, çoğu kez olumlama yarattı zihnimizde.
Hayatımıza katılan çeşitlilik, zenginlik fırsatıydı farklı olan...
* * *
Ama “farklı” olan bir insansa eğer...
Altmış dört yıl önce 10 Kasım’da Ankara’daymış Orhan Veli Kanık.
Ulus’ta Üç Nal Lokantası’nda buluşmuş arkadaşlarıyla...(Üç Nal ismi, meyhanenin bir Ankara evinin eskiden ahır olarak kullanılan alt katında olmasından geliyor. Belki bir de hayatta sadece bir tek nal bulan o dönemin şairlerini, yazarlarını anarak "İş üç nalla, bir ata kaldı" sözünden)
Lokantadan eve dönerken belediye çukuruna düşmüş. Yeni kazılan bir çukura...
Başını vurmuş, dizi yaralanmış.
Ölümün sarsıntısı, 4 gün sonra İstanbul’da 36 yaşında almış onu.
“Bir ölünün hala yatağı sıcak /Birinin saati işliyor kolunda.
Yaşamak kolay değil ya kardeşler, /Ölmek de değil
Raporda “Kara Para Aşk” dizisindeki çiftin “lip-o-suction” stili öpüştüğü (anladığım kadarıyla emme-basma tulumba gibi bir şey) vurgulanıyor. Ve şöyle devam ediliyor:
“Burada erotizm kavramı ile aşktan ziyade çıplaklık ve çıplaklığın ön saflarında gelen öpüşme ve koklaşma ile başlayan cinsel ilişkiye geçişin davranış ritüelleri kastedilmektedir.
Dizideki çocuklara zararlı olabilecek içeriğin (uzun uzadıya gösterilen öpüşme sahnesi) ‘ayıklanması’ gereklidir.
Rapordan anladığım kadarıyla (yeni aşk mevzuatı), dizi ve filmlerdeki öpüşme sahnelerinin şöyle olması "arzu" ediliyor:
1- Öpüşme, öpüşme ve koklaşma ile başlayan cinsel ilişkiye geçiş çağrışımına yol açmamalı. O öpüşmeyi seyreden izleyicide “Yok canım, sevişmeyecekler. Azıcık öpüşüyorlar” hissiyatı yaratmalı.
(Şu “öpüşme ve koklaşmayla başlayan cinsel ilişki” meselesi bana daha çok doğa belgesellerini hatırlatıyor, ama o ayrı)
Renklerin en tablo hallerini taşıyan tüylerine, bıcırık hallerine bakıp, kendinizi tutamazsanız...
Yavaşça, özenle karnını da sevebilirsiniz.
Müzikle dans etmeyi de öğrenebilirler, zıp zıp. Ve kendi kendilerine...
Kağıttan bir top yaparsanız oynarlar saatlerce.İnsanlar gibi renkli görürler dünyayı.* * *
“Konuşma”yı da becerirler. Onlarca kelime, hatta cümlelerle....
“Cici kuş cici kuş” diye seslenirsiniz, sesinizin aynı tonuyla yineler, sanki onaylarlar.
Ve yalnızlığa, sevgisizliğe dayanamazlar.
Darbenin ikinci ayında alıyorlar İlhan Erdost’u, ağabeyi Muzaffer Erdost ile birlikte.
Suçları “yayıncı” olmak, “yasak kitap bulundurmak”... Oysa yayınevinde bir tane yasak kitap yok!
Maksat başka zaten.
Sıkıyönetimden yollanan “yakalama emri”ne, “Delil bulunmadığı takdirde derin uygulama yapılması” notu düşülmüş, elyazısıyla...
“Derin uygulama” zaten, “işkence”nin "vaka-i adiyeden" şifresi.
O dönemler işkence merkezinin de adı; “Derinlemesine Araştırma Laboratuvarı” (DAL).
Akün Sahnesi 6 yıl kapalı gişe oynayan Bir Delinin Hatıra Defteri ile hala anı olamayacak kadar taze hafızamızda.Ve hafıza önemli; bir şehrin “hafıza mekanları” da bir o kadar kıymetli.Çünkü hatıraları, o mekanlar yaşatır. Sezdirmeden, “Unutma” der. Hem biriciktir, hem birliktedir...Ve “hafıza mekanı” parayla, pulla oluşmaz.
Uzun yıllar içinde, gördükçe, dokundukça birikir.Bellek ve yürekte, yuva kurar.
Akün ve Şinasi Sahnesi gibi mekanları “başka bir şey”e dönüştürürseniz...
Mesela ve kuvvetle muhtemel bir AVM’ye...
Şehrin, kentlinin hafızasını silersiniz.Geri gelmez, sonraki kuşaklara erişmez.* * *
Ama bu şehirde (nam-ı diğer “başkent”te) ismi, mönüsü, adresi her dalgalanmada değişen köfteci kadar itibarı yoktur hafıza mekanlarının.Yıllardır böyledir.