Tabirim başka mecralara sürüklemesin ama, biz darbe kuşağıyız.
Üç buçuk darbe, dört buçuk muhtıra, üç ayrı idam furyası...
Sansaryan Han’lar, Otağ-ı Hümayunlar, Mamaklar, DAL’larıyla, hepsinin mekanı ayrı cehennem... İşkenceler.
Sınır içi-ötesi harekatlar, faili belli-meçhul infazlar, kayıplar, mahkemeye bile çıkmadan hapiste geçen yıllar...
* * *
Tümünün etkilerini, yansımalarını hissetti, bizim kuşak.
Benim gibi bir çok insan da, 12 Eylül 1980 darbesine giden yılları bizzat içinden yaşadı.
Sefer 20 yaşına gelince, Hatice ile evlenir. Lakin 3 ay sonra vereme yakalanır.
Keskin'den Ankara’ya yollarlar trenle; “Trene bindim de tren salladı /Zalim doktor ciğerimi elledi.”Çare bulunmaz “ince” derdine, aynı yıl ölür.
Geriye, dalgalı ak saçları dışında, gömleği, pantolonu, kundurasıyla simsiyah adamın, bas bariton, kıvamlı sesiyle okuduğu Keskin türküsü kalır:
“Ankara’da yedik taze meyvayı /Boşa çiğnemişim yalan dünyayı
Keskin’den de sildirmeyin künyeyi /Söyleyin anama anam ağlasın /Anamdan başkası yalan ağlasın.”
* * *Ruhi Su, 29 yıl önce 20 Eylül’de ayrıldı bu yalan dünyadan.
Ankara Devlet Konservatuarı şan ve opera bölümlerini bitirmişti.
Hayatım boyunca karşılaştığım inşaat manzaraları gelir geçer belleğimden...
Gözümün önüne katları yükselen, kabası biten inşaatların giriş katındaki, solgun ışıklı, perdesi gazeteden o tek oda da gelir.
Mukavvadan, kontrplaktan penceyi delen odun sobasının dumanı, alacakaranlığa karışır.
* * *
Emanet bir tüp, üstünde isli bir çaydanlık.
Bazen menemen, bulgur, tarhana tenceresi...
Yazsa karpuz, lor, ekmek. Olmadı yoğurt-ekmek.
Yıllar geçti sonra, unuttuk oyunları da...
Saklambaçta tek gözümüzü aralayıp hile yapmamayı, maç arasında musluğun başında sıramızı beklemeyi, Sanalı ekmeği bölüşmeyi, geceyarılarına kadar duvarda oturup sohbet etmeyi, gürültüyü durma atılan kahkahalarla çıkarmayı unuttuk.
Bir tek istop, tıp durdurabilirdi bizi; o da iki saniye... Onu da unuttuk.
Attila İlhan’dan mülhem, “sokaklarında mohikanlar gibi ateş yakıp, bu kente taptığımızı”, unuttuk sonra.
Her yeni mevsimin gelişini “sokak”ta, o mevsime uygun ritüellerle, tabiatla benzer bir doğayla karşılamayı da, unuttuk.
Baharı, yazı, sonbaharı, kışı uzun uzun “sokak”ta yaşamayı, terlemeyi, üşümeyi-donmayı, unuttuk.
Elimizde 5. mevsim kaldı.Ve gün kadar hızlı geçen, haftalar...
Edip Cansever'de ise şiirdir, bardaktan boşanırcasına:
“Ve yağmur hızlanıyor biraz /Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Tam öyle yapıyorum /Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum..."
* * *
Sanata bereket getirir de, siyasete getirmez mi.
Beraber yürünür o yollarda, beraber ıslanılır o yağmurda…Bereketi de, hava/sandıklar açılınca ortaya çıkar.
* * *
Sanayide karıncalanıp araçlardan sökülen rulmanlar da tornet tekeriydi elbette.
Gazoz kapağı, farı, stop’u... Sigara paketinin, çikolatanın yaldızı da, tornetin nikelajı...(“Tornete güzelleme” ve “saygı” borcumuz baki... kaykayın, mini scooter'ın atasıdır, o ayrı... Bir ara, Devrim Arabası’nın yapamadığı devrimi, çullu-çulsuz çocuklarıyla tüm yurda yayan bu müstesna icada binip, yokuş aşağı bırakacağız kelimelerimizi)
* * *
Organikti oyunlarımız sonra, cevizle, at kestanesiyle “baş” oynardık mesela.
Oyunlarımızın hikayeleri, türküler gibi gerçekti...
“Yaşamdan”dı, hem de...
“Ceviz oynamaya mı geldin odama /Nişanlın da bu mu da derler adama” türküsünü bizzat mahallede yaşadık. (Şimdi özetleyeceğim hikayemiz, isimler dahil gerçektir)
Bakkaldan alınan aynı naylon topla maç ederdik hep birlikte.
İki top alır birini göbeğinden yarıp, diğerine kılıf yapardık ki...
Futbol topu gibi ağırca olsun, hayallerimiz gibi uçmasın rüzgarda.
Dün dedim ya... İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmıştık da; yine de meşin futbol topu varsa birisinin...
Takım kaptanı o olurdu, fasulyeden.
Hak-hukuk, kıymet de bilirdik, diyelim.
SİZE KANMADIK KENDİMİZİ KANDIRDIK
Maçtan sonra aynı musluğa dayardık ağzımızı kana kana. Ama kolayına kanmazdık.
Ama demem, diyemem.
Geçmişte kalanla böbürlenme mıcırına çıkan yan yolların çok olduğu bulvarlar, yokuştur.Alışırsanız... “O baston” olmadan yokuşa vuramazsınız sonra... İster inerken, ister çıkarken...
İnsanı olduğundan ihtiyar kılar.
Kocamaktan beterdir; çünkü bunu bir tek sen fark etmezsin.
Ancak az anlatacağım, geçmişte kalan o sokakları. Bir iki gün...
Hoş ve mazur görün.
GÜNDÜZ GÜZELİYLE AKŞAM SEFASI