Yaşar Sökmensüer

Bugün 12 Eylül'ü farklı idrak edelim

12 Eylül 2014
BUGÜN 12 Eylül’ü farklı “idrak ediyoruz”... Evren ve Şahinkaya’ya verilen müebbet hapis cezasının üçüncü ayındayız. Peki... Bugün 97 yaşında olan Evren’le, 90’ınına tabure dayayan Şahinkaya, yaşamıyor olsaydı...“12 Eylül davası” açılacak mıydı? Ve nasıl? Bir “Yetmez ama evet” hali daha mı duruyor önümüzde?

Tabirim başka mecralara sürüklemesin ama, biz darbe kuşağıyız.
Üç buçuk darbe, dört buçuk muhtıra, üç ayrı idam furyası...
Sansaryan Han’lar, Otağ-ı Hümayunlar, Mamaklar, DAL’larıyla, hepsinin mekanı ayrı cehennem... İşkenceler.
Sınır içi-ötesi harekatlar, faili belli-meçhul infazlar, kayıplar, mahkemeye bile çıkmadan hapiste geçen yıllar...
* * *
Tümünün etkilerini, yansımalarını hissetti, bizim kuşak.
Benim gibi bir çok insan da, 12 Eylül 1980 darbesine giden yılları bizzat içinden yaşadı.

Yazının Devamını Oku

İade-i itibar sanatın değil siyasetin ihtiyacıdır

9 Eylül 2014
BİR toplumu anlamak, “hissetmek” istersek, kültürüne bakarak kendimizce bir sonuca varabiliriz. Hissetmenin ana kılavuzu da, benim için o toplumun müziğidir. Çünkü hepsinin -ön ya da geri planında- bir çığlık, bir yakarış, bir coşkuyla dile gelen hikayesi vardır. Sözüyle, sazıyla, ritmiyle o toplumu ve insanını, bağrından anlatır.

Sefer 20 yaşına gelince, Hatice ile evlenir. Lakin 3 ay sonra vereme yakalanır.
Keskin'den Ankara’ya yollarlar trenle; “Trene bindim de tren salladı /Zalim doktor ciğerimi elledi.”Çare bulunmaz “ince” derdine, aynı yıl ölür.
Geriye, dalgalı ak saçları dışında, gömleği, pantolonu, kundurasıyla simsiyah adamın, bas bariton, kıvamlı sesiyle okuduğu Keskin türküsü kalır:
“Ankara’da yedik taze meyvayı /Boşa çiğnemişim yalan dünyayı
Keskin’den de sildirmeyin künyeyi /Söyleyin anama anam ağlasın /Anamdan başkası yalan ağlasın.”
* * *Ruhi Su, 29 yıl önce 20 Eylül’de ayrıldı bu yalan dünyadan.
Ankara Devlet Konservatuarı şan ve opera bölümlerini bitirmişti.

Yazının Devamını Oku

Hepsi mevsimlik, hepsi mevsimsiz

8 Eylül 2014
“YAPICILAR türkü söylüyor /Yapı türkü söyler gibi yapılmıyor ama...” Ne zaman rengarenk ama rengi atmış-solgun gömlekleri, öylece alınmış üzerinde ne denk gelirse yazan tişortlarıyla inşaatlarda çalışan işçileri görsem... Nazım Hikmet’in bu dizeleri düşer aklıma.

Hayatım boyunca karşılaştığım inşaat manzaraları gelir geçer belleğimden...
Gözümün önüne katları yükselen, kabası biten inşaatların giriş katındaki, solgun ışıklı, perdesi gazeteden o tek oda da gelir.
Mukavvadan, kontrplaktan penceyi delen odun sobasının dumanı, alacakaranlığa karışır.
* * *
Emanet bir tüp, üstünde isli bir çaydanlık.
Bazen menemen, bulgur, tarhana tenceresi...
Yazsa karpuz, lor, ekmek. Olmadı yoğurt-ekmek.

Yazının Devamını Oku

Anneciğim Nezahet de bizimle oynayabilir mi?

8 Eylül 2014
GEÇEN hafta, oyun adımlarıyla o eski “mahalle”nin ara sokaklarını dolaştık. Derken… Bir gün birden büyüdük. Sanki bir günde bitti o oyunlar. Çarşamba oynadık son oyunumuzu... Perşembe bitti. Top sokakta kaldı, bir kaç misket çekmecede…

Yıllar geçti sonra, unuttuk oyunları da...
Saklambaçta tek gözümüzü aralayıp hile yapmamayı, maç arasında musluğun başında sıramızı beklemeyi, Sanalı ekmeği bölüşmeyi, geceyarılarına kadar duvarda oturup sohbet etmeyi, gürültüyü durma atılan kahkahalarla çıkarmayı unuttuk.
Bir tek istop, tıp durdurabilirdi bizi; o da iki saniye... Onu da unuttuk.
Attila İlhan’dan mülhem, “sokaklarında mohikanlar gibi ateş yakıp, bu kente taptığımızı”, unuttuk sonra.
Her yeni mevsimin gelişini “sokak”ta, o mevsime uygun ritüellerle, tabiatla benzer bir doğayla karşılamayı da, unuttuk.
Baharı, yazı, sonbaharı, kışı uzun uzun “sokak”ta yaşamayı, terlemeyi, üşümeyi-donmayı, unuttuk.
Elimizde 5. mevsim kaldı.Ve gün kadar hızlı geçen, haftalar...

Yazının Devamını Oku

“Yağmur yine başladı, ne yapacağım küfrettim”

7 Eylül 2014
YAĞMUR berekettir; böyle bilir, öyle söyler, şöyle de ıslanırız. Hem sadece toprak için değil, roman, şiir, sinema… Cümle sanatta bereket getirir mevzuya. Sait Faik için Atikali yolunda, "Öyle bir hikaye" olur yağmur. "Singing in the rain" ile, hem film, hem dans, hem şarkı...

Edip Cansever'de ise şiirdir, bardaktan boşanırcasına:
“Ve yağmur hızlanıyor biraz /Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
Tam öyle yapıyorum /Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum..."
* * *
Sanata bereket getirir de, siyasete getirmez mi.
Beraber yürünür o yollarda, beraber ıslanılır o yağmurda…Bereketi de, hava/sandıklar açılınca ortaya çıkar.
* * *

Yazının Devamını Oku

Delikanlı genç kıza mahallede rastlamış

6 Eylül 2014
“MAHALLE” deyince, 7/24 envai oyundan söz etmemiz gerekiyor. Oyunlarımızın malzemesi geri dönüşümlüydü, bir kere... Saklambacın kukası Filiz Çay’ın teneke kutusu, kılıç tahtadan, kalkanı atık ambalaj mukavvası... Çay kaşığından da, “şövalye yüzük”.

Sanayide karıncalanıp araçlardan sökülen rulmanlar da tornet tekeriydi elbette.
Gazoz kapağı, farı, stop’u... Sigara paketinin, çikolatanın yaldızı da, tornetin nikelajı...(“Tornete güzelleme” ve “saygı” borcumuz baki... kaykayın, mini scooter'ın atasıdır, o ayrı... Bir ara, Devrim Arabası’nın yapamadığı devrimi, çullu-çulsuz çocuklarıyla tüm yurda yayan bu müstesna icada binip, yokuş aşağı bırakacağız kelimelerimizi)
* * *
Organikti oyunlarımız sonra, cevizle, at kestanesiyle “baş” oynardık mesela.
Oyunlarımızın hikayeleri, türküler gibi gerçekti...
“Yaşamdan”dı, hem de...
“Ceviz oynamaya mı geldin odama /Nişanlın da bu mu da derler adama” türküsünü bizzat mahallede yaşadık. (Şimdi özetleyeceğim hikayemiz, isimler dahil gerçektir)

Yazının Devamını Oku

İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış "mahalle"

5 Eylül 2014
“TÜM dünyanın çocukları birleşin” mi demişti ana/babamız, bilemiyorum. Ama Marks, Engels halledemedi de, "mahalle" becerdiydi sanki... Esnafın, işçinin, memurun, bürokratın, işadamının çocuğu aynı “saha”da...Ki, her yer sahaydı o zamanlar: “Bütün kara parçalarında, Afrika dahil...”

Bakkaldan alınan aynı naylon topla maç ederdik hep birlikte.
İki top alır birini göbeğinden yarıp, diğerine kılıf yapardık ki...
Futbol topu gibi ağırca olsun, hayallerimiz gibi uçmasın rüzgarda.
Dün dedim ya... İmtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmıştık da; yine de meşin futbol topu varsa birisinin...
Takım kaptanı o olurdu, fasulyeden.
Hak-hukuk, kıymet de bilirdik, diyelim.

SİZE KANMADIK KENDİMİZİ KANDIRDIK

Maçtan sonra aynı musluğa dayardık ağzımızı kana kana. Ama kolayına kanmazdık.

Yazının Devamını Oku

Bizim kuşak tesadüfi bir icattı herhal

4 Eylül 2014
PERVAZA, pencere çiçeği (cam güzeli) gibi sıralanan çocukları her gördüğümde, aklıma Bülent Ortaçgil’in “Benimle Oynar mısın” 33’lüğünün albüm kapağı gelir. Ve “Ey pencereden bakan cümle çocuklar, bizim kuşak çok sever(di) sokağı... Sokaklar, ağabeyimizdi bizim” demek geçer içimden.

Ama demem, diyemem.
Geçmişte kalanla böbürlenme mıcırına çıkan yan yolların çok olduğu bulvarlar, yokuştur.Alışırsanız... “O baston” olmadan yokuşa vuramazsınız sonra... İster inerken, ister çıkarken...
İnsanı olduğundan ihtiyar kılar.
Kocamaktan beterdir; çünkü bunu bir tek sen fark etmezsin.
Ancak az anlatacağım, geçmişte kalan o sokakları. Bir iki gün...
Hoş ve mazur görün.

GÜNDÜZ GÜZELİYLE AKŞAM SEFASI

Yazının Devamını Oku