Kölelerin okumayı öğrenmesi, o nedenle yasaktır.
O nedenle, tarih boyunca toplatılır, “imha edilir” kitaplar.
İster kral-padişah, ister devlet, ister kilise-din olsun “Yakın, yok edin” emrini veren...
Hepsi tarihinde, öngördüğü kurallar bütününün harfi harfine uygulanması, egemenliğinin yürümesi için “kölesever”dir...
* * *
Bir tek harf... Evet, sadece ve sadece 1 harf.
Öyle önemlidir ki bazen.
O gözlerle Paris’te sanatçıların, aşkların mekanı La Coupole’da karşılaştı komünist şair Louis Aragon.Daldı, gitti... “Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de /Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm” diyecekti, sonradan.
“Hayatım seninle başladı” da diyecekti...
* * *
Ama 32 yıl önce bugün hayata veda eden Aragon'u dünya, “Mutlu Aşk Yoktur” şiiriyle tanıdı.
Aşk öyleydi belki, insan öyleydi, dünya öyleydi... Belki ondan yakın geldi.Aragon o şiirinde, bazı duyguları yaşamak için mutluluğun ille de şart olmadığını anlatıyordu sanki.
Aşka giden yolun ille de aynı yerlerden, aynı asfaltlardan geçmediğini...
Ve o şiiriyle aşka dair, çiftlere dair mutsuzluğun simyasını-kimyasını -kendince- satır satır özetliyordu:
Ve bu kesinlikle böyle olacak; burada önemli olan bu “kesinlikle”dir.
Savaşta bir askeri alın ve bir topun namlusunun ağzına getirin.
Kendisine ateş edilen ana dek bir umudu olacaktır askerin; oysa aynı askere ölüme hüküm giydirildiğini bildirin –kesinlikle-, ya çıldıracak, ya ağlayacaktır.
Kimbilir dünyada yüzüne ölüm hükmü okunup işkencesi başlatılan, sonra da bağışlandın, gidebilirsin denen bir adam vardır ve o adam bize anlatabilir burada neler duyulduğunu...”
* * *
Budala romanındaki bu satırların yazarı, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’dir. (İsmi nasıl da melodili...)
Ve anlattığı roman kahramanı da; yani, idam mangasının önünde “ölüm hükmü” yüzüne okunan, ama son anda affedilen de odur.Dostoyevski 165 yıl önce bugün, devlet aleyhine suç işlediği gerekçesiyle idama mahkum edilir.
Gündelik hayattaki sıradan şeyler, orada işkence aracı/yöntemi haline gelir.
Jimnastikteki insan kulesi, orada kurdurulur misal…
Altı kişilik dairenin üzerine 3-4 kat tutuklular çıkarılır ve gardiyanın “Yıkıl” komutuyla mahkumlar kendilerini öylece yere bırakır.
Sonuç kırıklar, çıkıklar, incinmeler…(1)
* * *
Şarkılar, türküler bile (ve elbet marşlar) işkence malzemesi olur cezaevinde.
Hürriyet Sosyal'de okudum.
Diğeri, ayrıldıklarında Ankara’ya küsen şair Metin Altıok’un sevdası Füsun (Altıok) Akatlı; “Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden /Bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden”... Ve yayıncı Nimet Tuna.
Çeyrek asır önce, sohbetleri aşka ve “aşksızlığa” gelip dayanıyor sonunda. Ardından da “aşık olunabilecek erkeğin özellikleri”ne...
Masaya uğrayan erkeklerin de görüşlerini alarak, başlıyorlar güle “oynaya”, erkeklerle ilgili manifestolarına.
“Kriterler”i özetleyerek, aktarıyorum *.
Adam, Tokyo (terlik) giymeyecek. Yatarken çorap da giymesin elbet. Ortalıkta pijamayla dolaşmasın.
(Spor olmayan beyaz çorap ya unutulmuş, yahut çok dert değilmiş herhal o senelerde)
Kızılderilileri tutardı hep, bizim mahalle.
Tom Miks’i muhallebici bulurdu, Kinowa dersen o zaman adını koyamasak da, ırkçıydı harbiden.
Ama Teks Willer’ı severdik nispeten; öldürülen karısı ve kankası (Tiger Jack) Kızılderili (Navajo) olduğu için.
Çünkü özgürlük, yabanlık kıymetliydi bizim için de...
Yani, ufacıkken.
* * *
Ata, eğersiz-çıplak binerlerdi mesela; onun özgürlüğüne de saygı gösterircesine... Dostlarıydı, atlar da…
Faşizmin en koyu zamanlarıdır.
Dünyaca ünlü Şilili şair Pablo Neruda da, küçücük bir adaya sürgün gider.
Adanın tek postacısı, şaire dünyanın her yerinden yağan mektuplar nedeniyle şaşkındır.
Mektupların hemen tümünün kadınlardan geldiğini -gıptayla- fark eder. Bunun sırrını öğrenmelidir mutlaka...
O da adanın en güzel kızına, Beatrice’e aşıktır çünkü.
* * *
Yanaşır şaire:
Adam, “İstanbul’dan, meşhur Lion Mağazası’ndan aldım. Koskoca mağazada bir tane vardı” der, hediyeyi verirken:
“Avrupa malı, İstanbul’un hanımlarına bile kısmet olmadan, seni Bursa’nın en şık hanımı yapacak bunlar...”
* * *
Kadın bir süre konuşamaz sevincinden. Hemen giyer elbisesini…
Ardından bu kadar güzel bir kıyafete, dümdüz saçlarının yakışmayacağını düşünerek, Bursa’nın tek kuaförü Osman Nuri Bey’e gider.
Kuaför karşısında Hayriye Hanım’ı görünce önce şaşırır, sonra telaşlanır:
“Ama kızım” der, “Salı günleri gelmeyin diyorum hep size…”