Hişt hişt...

LODOSTA ada vapurunun gerinmesini, çımacıları, hayatı “iskeleden iskeleye” yorulan iç deniz kaptanlarını... “Sokak çocuğu” martıları, köpeklerin iç yakan bakışını, balıkçıları, balıkları/balıkların gözlerini... Kışın rıhtım boyunca yürüyenleri, aylaklığı, hatta lüzumsuz olduğu için bana lüzumlu gelen tüm insanları...

Haberin Devamı

Hepsini bir güzel seyretmeyi, hissetmeyi ondan öğrendim ben.
Çünkü o bende ayrıntı sevgisi yarattı.
Ve “canlı” olan hiç bir şeyin asla “ayrıntı” olmadığını...
* * *
Bilirsiniz... Hani o Atikali’de dostu Pakize’yi öldürüp, cinayet nedenini “Çok seviyordum abi” diye açıklayan bitirim Hidayet’i, cebinde saklayan pardösülü yazar.
“Mahalle Kahvesi”ndeki “Lüzumsuz Adam”ın dert ortağı...
Medarı Maişet Motoru’nun tayfası...
Havadaki Bulut, Tüneldeki Çocuk.
Semaver’in demi, Sarnıç’ın suyu.
Hepsinin yazarı şapkalı hikayeci, Sait Faik.
* * *
“Sait Faik 108 yaşında”
diyor, usul aksak yıldönümü anmaları...
Ama 48’inde ayrıldı bu dünyadan.
Yalnızlığın envai çeşidini yaşamış hayatı boyunca.
Beyoğlu’nda dolaşsa, yine fark etmez.
Beyoğlu’nun her hali ona şu koca şehirde yapayalnız olduğunu söyler:
“Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
* * *
Ben yalnızlığın “tek başınalık” alameti olmadığını da ondan öğrendim.
“Birbaşına” olmanın, illa yalnızlık gerektirmediğini de...
Ve yalnızlığa kalabalıktan daha çok saygı duyuyorsam bazen, onun da tuzu vardır bunda, denizin de...
Hişt hişt...

Sanırım kulağını en çok, Sakarya Caddesi’nde çınlatırım. Balık tezgahlarının, çiçekçilerin, rakı kokularının arasında...
O, “Çiçek ve balık adlarını bilmeyenler, hikaye yazamaz” der. Aynen katılırım.
Bakarım geceyarısı nemlenmiş asfalta... Yanında “kurt köpeği ile av köpeği piçi” Fındık’la onun silüeti geçer usuldan:
“Caddelerde şimdi yalnız sarhoşlar, şunlar bunlar var.
Hepsi de hoş hoş adamlar. Hepsinin sırtında talihleri ve kendileri. Yalnız yalnız...
Bir açık yer bulsam. Bir bira daha içsem.
Yok, her yer kapanmış...”
* * *
Ne zaman biri seslense, “Hişt” dese mesela... (İnsan yaş aldıkça, ardından “Hişt, hişt” diye sesleni de azalıyor, kalmıyor)
Yine onu hatırlarım:
Nereden gelirse gelsin; dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten...
Bir hişt hişt sesi gelsin de nereden gelirse gelsin.
Bir hişt sesi gelmedi mi fena...
* * *
Ne zaman öldürseler insanları... Aklımda o:
“Bir insan bir diğerini, kendi gibi ağlayan, gülen, sakalı uzayıp, hastalanınca biçare olan bir benzerini öldüremez, bu denize, bu uzak camilere, vapurlara bakmaktan mahrum edemez.”
* * *
Ya yuvası, Burgaz Ada...
Dünyanın “Yedi harikası”nı saymaya, oradan başlarım.
O Burgaz Ada’da yakaladığı küçük balıkları öper, yeniden denize bırakır.
O gözyaşı gibi tuzlu tat dudağıma gelir, anlarım.

Yazarın Tüm Yazıları