Paylaş
O gözlerle Paris’te sanatçıların, aşkların mekanı La Coupole’da karşılaştı komünist şair Louis Aragon.
Daldı, gitti... “Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de /Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm” diyecekti, sonradan.
“Hayatım seninle başladı” da diyecekti...
* * *
Ama 32 yıl önce bugün hayata veda eden Aragon'u dünya, “Mutlu Aşk Yoktur” şiiriyle tanıdı.
Aşk öyleydi belki, insan öyleydi, dünya öyleydi... Belki ondan yakın geldi.
Aragon o şiirinde, bazı duyguları yaşamak için mutluluğun ille de şart olmadığını anlatıyordu sanki.
Aşka giden yolun ille de aynı yerlerden, aynı asfaltlardan geçmediğini...
Ve o şiiriyle aşka dair, çiftlere dair mutsuzluğun simyasını-kimyasını -kendince- satır satır özetliyordu:
İnsan her şeyi elinde tutamazdı... Gücünü-güçsüzlüğünü, yüreğini. Ama aşk, doğası gereği "elinde tutma" güdüsüyle iç içeydi.
Ona kollarını açtığında, aşkın mezarına dikilen bir haç gibi düşerdi önüne gölgesi.
Tam sarıldığında, bağrına bastığında, kırardı sevdiği şeyi.
İçinde yaralı bir kuşa dönerdi, sevdiği...
Aşk dolu ürperişini, nice pişmanlıkla öderdi. Bir gitar sesi duyduğunda, nice hıçkırıkla...
Silahsız askere dönerdi aşık olduğunda insan.
Ve vakit çok geçti artık, hayatı öğrenmek için.
Aragon’un 1943 yılında yazdığı bu şiir, Elsa 1970 Haziran’ında öldüğünde yüzleşeceği "o an" ile ilgili bir sezgi, talihsiz bir kehanet miydi...
Bilmiyorum.
Ama o şiirin, Mutlu Aşk Yoktur'un son dizesinde Elsa’yla birlikteliğine atfen, “Böyledir ikimizin aşkı da...” ya da “bu aşk ikimizin, böyle de olsa...” yazdığını biliyoruz.
* * *
Elsa 32 yaşındaydı Aragon’la evlendiğinde... 74 yaşında “yürek enfaktı”ndan ölene dek, 42 yıl onunla yaşadı.
Öldükten sonra, ormanın içinde eski bir su değirmeninden restore edilen ve içini mimarlık okuyanElsa’nın dekore ettiği evde yapayalnız kaldı Aragon:
“Yalnız insan kayıp mektup /adresi mi yanlış, nedir /sevgiler der fırlatılır /kimbilir kim tarafından...”
Birlikte onca yıl yaşadıkları evde, o hayatın kalan izlerine, Elsa’nın çalışma masasına dokundu, çekmeceyi açtı.
Çekmeceden bir defter çıktı.
İçinde bir liste vardı; bir bölümü tanıdığı erkek isimlerinden oluşan upuzun bir liste...
Elsa’nın kendisiyle beraberken, birlikte olduğu ya da olmayı arzuladığı, hayal ettiği erkekler.
* * *
Elsa çocukluk yıllarında tuttuğu günlükte, “çok büyük bir sevgi açlığı” hissettiğini yazmıştı.
Yıllar sonra “Mahrem Yazılar” adıyla yayınlanan günlüğünde, “Herkes beni sevsin, bütün erkekler bana hayran olsun istiyorum” cümlesi de vardı.
Beyaz At romanının, uçarı, efsane kahramanı Michelle’e de özlediği o şarkıyı söyletmişti:
“Bir tek sokak vardır bütün şehirde /Bütün şehirde bir tek ev vardır /Ve bir tek kadın bütün Paris’te /Çılgınlığımın bir tek nedeni vardır”...
Herkes için biricik olma tutkusuydu belki, içini kemiren.
Belki koyu mutsuzluğuydu; “Yazar değilim ben, mutsuzluğunu yazan mutsuz bir kadınım sadece”...
Belki hiç bilemeyeceğimiz, sapa bir patikaydı, yürüdüğü...
* * *
O defteri okuduğunda, belki Aragon için o an yine “kainat parçalandı, paramparça oldu orta yerinden”...
Ve belki yine şöminedeki ateşin içinden parladı; “gözleri Elsa’nın gözleri Elsa’nın gözleri...”
Hepsi, belkiler... Belki belki...
Tanık olduğumuz, hatta öylesine duyduğumuz bir ilişkinin ardından -fütursuzca- üretmeyi, fısıldamayı çok sevdiğimiz, o mahrem “belki”ler.
* * *
O belkilere verdikleri yanıt ise, o değirmenin bahçesinde şimdi birlikte yattıkları mezarın taşında yazılıdır:
“Ölüler savunmasızdır. Ama umut ediyoruz ki, kitaplarımız bizi savunacaktır...”
Paylaş