Yaşar Sökmensüer

Sanılgı

27 Şubat 2010
GAZETELERİN 3. sayfasına her baktığımda aklıma gelir.

Hayatımız "sanılgı"ların ağır yanılgılarıyla dolu.

Biliyorum, "sanılgı" diye bir kelime yok, sanı var.

Ama sanmanın ardından yanılgı geliyorsa ve "sanma" önce "inanma"ya, ardından da "sanılan" şeyin, bir "doğru", bir "bilgi" gibi sunulmasına, hatta "eylem"e yol açıyorsa, uyar.

Bu örnekte masum "sanı"dan çok farklıdır, bedeli.

* * *

Ve bazen insanı zapt edebilir.

Artık o insanın edindiği tüm bilgiler, duyguları, tutum ve davranışları "sanılgı"nın kölesi olur.

"Bilgi"

Yazının Devamını Oku

“Ada”da yas var

26 Şubat 2010
SAMSUN'dan gelmiş Ankara'ya.

Karısını, iki çocuğunu orada bırakmış da, iki buçuk aydır direnen "yol arkadaşları"nı yalnız bırakamamış.

Tekel işçisi Hamdullah Uysal.

Adını, henüz kırkına bile basamadığını biliyoruz.

Bir de ölmeden önce, namaza gittiğini...

O kadar.

* * *

Kızılay'da karşıdan karşıya geçmek isterken veda etti hayata.

Şehrin göbeğinde,

Yazının Devamını Oku

Konuşa konuşa

25 Şubat 2010
"ALOOO, Avrupa üçüncüsü olmuşuz..."

Cep telefonunuzla sağı-solu arayıp, hatta cümle aleme sms atıp bu müjdeyi verebilirsiniz.

 

Türkiye, aylık ortalama 189 dakikalık cep telefonu görüşme süresiyle, Fransa ve İrlanda'nın ardından Avrupa'da üçüncü sırayı almış.

 

Öyle konuşmuşuz ki, İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya filan hepsi, sus-pus gerimizde kalmış.

 

Eh zaten, onların konuşacak neyi var ki!

Yazının Devamını Oku

Internet dili ve hiyeroglif

24 Şubat 2010
DÜN yayınlanan "Te(s)ekkür eden jargon" yazımın ardından yakın bir arkadaşım aradı.

Konuşma ve yazı dilinde Türkçe kullanıma, herzaman büyük özen gösteren bir arkadaşım...

"Ciciş dili", "teletabi jargonu" tanımlamasını yakıştırdığım "yeni dil"den söz etti.

Hani konuşurken ş harfini "s"leyen, telaffuzunu "şirin" sandığı bir tür "teenage ecnebi aksanı"na büründüren bazı gençlerden...

Harf kaybıyla, telaffuz zorlamasıyla başlayan dil değişiminde, bilgisayar sohbetlerinin etkili olduğunu düşünüyor:

"Çocukların, gençlerin msn, facebook gibi internet yazışmalarını izleseniz, vahametin büyüklüğünü anlarsınız.

Yazdıklarını anlamanız için kendi jenerasyonlarından birini yanına çevirmen olarak oturtmanız gerekir.

Gelecek yıllarda, böyle kalır mı bilmiyorum ama şu anda konuştukları, yazdıkları dile saygılarının olmadığını düşünüyorum."

* * *

Yazının Devamını Oku

Te(s)ekkür eden jargon

23 Şubat 2010
"RASTGELE Durağı" yazımın ardından okurumuz Ahmet Tekin, Kuğulu'da bizzat tanık olduğu durumu aktarmış.

Atatürk Bulvarı'ndan Cinnah Caddesi'ne gidiş yönünde de, Kuğulu Park'ın karşısında ve özellikle otobüs durağında da her an taksilerin park ettiğini anlatıyor.

 

Yine Kuğulu Park çıkışında da taksilerin yola park edip dönüşü engellediğini...

 

Başka okurlarımız da aynı sorundan sürekli yakınıyor.

 

* * *

Yazının Devamını Oku

Acı Hayat

21 Şubat 2010
ALTINDAĞ'ın çeşitli semtlerinde yaşayan 10-18 yaş arasındaki 250 çocuk.

Görüşüyorsunuz tek tek...

Ve görüştüğünüz 250 çocuğun yüzde 92'sinin, (yani neredeyse hepsinin), aile içi fiziksel şiddete uğradığı, anne-babasından dayak yediği ortaya çıkıyor.

Dr. Meryem Bulut'un yaptığı ve yeni çıkan "Şiddet ve Çocuk" kitabında aktardığı araştırmanın sonuçlarından birisi de bu.

* * *

Bulut görüşmelerde, çocuklara ilk kez fiziksel şiddet gördükleri yaşı da soruyor.

Ama hiçbirisi ilk kez ne zaman dayak yediklerini hatırlamıyor.

Öyle küçük yaştan beri var ki şiddet...

* * *

Yazının Devamını Oku

Yataksız çocuklar

20 Şubat 2010
ANKARA Üniversitesi Kültür Şube Müdürü Dr. Meryem Bulut’un, yeni çıkan “Şiddet ve Çocuk” kitabını okuyorum. Bulut, başarılı, mesleğine tutkun, ideallerinden hiç yorulmayan bir Sosyal Hizmet Uzmanı.
Kitabında da, Altındağ’da yaşayan 10-18 yaş arası 250 çocukla yaptığı görüşmelerin sonuçları var.
Çoğu Çinçin, Yenidoğan, İçaydınlık’da oturuyor.
* * *
Çocukların yarısından fazlası, sadece iki odalı gecekondularda yaşıyor.
Sadece tek odalı bir konduda ailecek kalanlar da var.
Yüzde 80’inin değil odası, kendine ait bir yatağı bile yok.
Yatağını kardeşleriyle ya da anne-babasıyla paylaşıyor.
* * *
Üç çocuktan birisi “çalışıyor”.
Çalışıyor dediysem, yüzde 40’ının “işyeri” sokaklar.
“Sokakta çalışan” annelerinin oranı ise yüzde 17.
Annelerin yüzde 40’a yakını, babaların yüzde 20’si hiç okula gitmemiş.
Araştırmaya katılan 17 yaşındaki bir kız çocuğunun söylediklerini okuyorum.
Okurken, yanaklarına ayaz kızılı yerleşmiş yüzü de gözümün önüne geliyor:
“Annem Kızılay’da kağıt mendil satıyor.
Annemin yaptığı işi söylemek istemiyorum, utanıyorum.
Ama söylemediğim zaman da annemi fahişe sanmalarından korkuyorum...”
Çalışan kız çocuklarının bir kısmı, annesiyle birlikte gündelikçiliğe gidiyor.
Bir kısmı onunla birlikte sokaklarda...
* * *
Yarısı hiç sinemaya gitmemiş, bir tek kitap bile okumamış.
Yüzde 40’ının beğendiği/dinlediği kadın şarkıcı yok.
Diğer yüzde 40’ı ise Yıldız Tilbe’yi kendine yakın buluyor, seviyor.
Hani, acının, elemin şarkısını/şarkıcısını...
Okulu bırakıp 12 yaşında düğünlerde şarkı söyleyen, küçücükken evlenip-boşanıp sonra da çocuğuna bakmak için yolu pavyondan da geçen o dal gibi dik/gergin, “deli” Tilbe’yi...
* ,* *
Yarın bu çocukların maruz kaldığı şiddeti de aktaracağım.
Yarına kadar Başkent’te yatacak -kendi- yatağı bile olmayan bu çocukları, bir düşünün.
“Başkent’i, Ankara’yı nasıl bilirsiniz?..”
Yazının Devamını Oku

Rastgele durağı

19 Şubat 2010
DAHA önce de yazmıştım. Ama okurlarımızdan gelen iletiler yine gündeme taşıyor “Rastgele Taksi Durağı”nı...
Bulvarları, caddeleri, hatta “işlek” sokakları, üçlü-dörtlü korsan taksi durakları sardı.
Taşınabilir, seyyar taksi durağı...
İyice yerleşti artık Ankara’ya.
Her gün geçerken bakın.
Mesela Milli Kütüphane-7. Cadde kavşağındaki ışıkların hemen altı.
Cinnah-Tunalı Kavşağı’nda Kuğulu Park’ın hemen karşısı.
Atatürk Bulvarı’nın hemen her köşesi.
Ve daha bir çok yerde, bir kaç taksi, tek şeridi kapatarak park halinde.
Aslında geçen yıl “park halinde”ydiler.
Şimdi “durak halinde”ler.
* * *
Atatürk Bulvarı’nda Kuğulu Park’ın hemen önünde bizzat tanık oldum.
Bekleyen üç taksiden ikincisine bindi bir müşteri.
İlk “sıradaki” taksinin sürücüsü indi:
“Sıra bende” dedi, ikinci taksiciye.
O da kabullendi.
Müşteri inip bulvarda bekleyen ilk taksiye bindi.
Yani taksi durağı korsan/seyyar ama sıra sabit...
* * *
Dönüşlerde bekleyen taksiler de trafiği aksatıyor.
Işıklarda diğer sürücülere zaman kaybettirmek bir yana, geçişleri-dönüşleri tıkıyor.
Birisi yolcu bulup ayrılınca “durak”tan, yerini başka taksi alıyor.
Kızılay’daki taksi sorunu ise, trafik polisleri uğraşsa da artık zaten “şebeke”.
Bekleyen taksiye klakson çalan sürücüler ise, en hafifinden “Noluyo, bir şey mi var birader” bakışıyla karşılaşıyor.
* * *
Öncelikle taksiciler kent trafiğinin “dükkanları” olmadığının bilincinde olmalı.
Ama asıl sorumluluk yetkililerde.
Vaktiyle Ankara’yı Gölbaşı vs. ilçelerin taksilerine açıp, bugünkü taksi enflasyonuna neden oldular.
Şimdi çözüm bulmak, tüm yetkililerin görevi.
Taksiciyi de ekmeğinden etmeyecek.
Mağdur olmasına yol açmayacak bir çözüm.
Yazının Devamını Oku