Yaşar Sökmensüer

Kadehi şişeyi kırmayın nolur

18 Mart 2010
"GELMEYİN üstüme sakın gelmeyin<br>dostu arkadaşı kırarım bugün<br>bir sevgi yüzünden düştüm yollara<br>kadehi şişeyi kırarım bugün<br>(...)içimden bir şeyler koparcasına<br>kadehi şişeyi kırarım bugün..."

Geçenlerde Ugly'yi gezdirirken, Cengiz Kurdoğlu, Ümit Besen ile "meyhane hafif müziği"nden "taverna ünlemesi"ne "org"anlanan bu şarkı geldi aklıma.

Ardından da tavernada tabak kırma ritüelleri filan...

* * *

Bir süredir, bir çok sokakta, kuytuda, park köşesinde, kırılmış şişe parçaları çarpıyor gözüme.

İçki, bira ya da alkolsüz meşrubat şişeleri.

Belli ki son yudumun lezzetini, elindeki şişeyi kırarak şapırdatıyor/haşmetlendiriyor birileri.

"İçtim ülennn, kadehi şişeyi kırarım bugün" diye "Yaban"lanıyor belki.

Belki de, yenik düşen ordunun geride bıraktığı boş tüfekleri tahribi gibi bir duygu, gen, gelenektir.

Yazının Devamını Oku

Hatayla karışık

17 Mart 2010
“SEVERİM her güzeli senden eserdir diyerek <BR>Ah, koklarım goncaları sen gibi terdir diyerek <BR>Çekerim sineye her cevr’i kaderdir diyerek <BR>Yanarım ömrüme vallahi hederdir diyerek...” * * *
Sadri Alışık, eşi Çolpan İlhan’a söylermiş, Lemi Atlı’nın bu hicaz şarkısını...
Tam 15 yıl önce, 18 Mart’da verdi selamı, ayrıldı dünyadan.
Dost Kitabevi yayınlarından çıkan “Kahkaha ve Hüzün: Sadri Alışık”ı okuyorum.
Kadim dostu Ayhan Işık ölünce iyice çoğaltmış, rakıyı ve Sipahi sigarasını...
Bedeli 10 yıl sonra, Karaciğer nakli...
Beş yıl idare etmiş “emanet” karaciğerle.
Herkes vurgunu “kara”sından beklerken, akciğerden gelmiş.
Üşütmüş biryerlerde, toparlayamamış bir daha, atlatamamış bronşiti.
Hürriyet’ten baktım o günün manşetine:
“Turist Ömer cennette...”
* * *
Çocukken Bahçelievler’de ailecek gidilen Zevkli Sinema’da, en çok onun filmleri cezbederdi bizi.
Şoför Ali, Balıkçı Ahmet, Turist Ömer, Ofsayt Osman, İstanbul efendisi Haşmet İbriktaroğlu...
Büyüyünce fark ettim.
Bilmem kaçıncı sınıf senaryolara mahkum olsa da, Sait Faik’in “Çok sevdim be abi” hikayelerinin seslendirilmiş, perdedeki haliydi aslında.
Şakayla karışık, ama hüzün had safhada:
“Uzun hikaye abi.
Bütün bi ömür sabahları evden çıkarken karısının boynuna sarılan, akşama eve milyoner gireceğim diye hayaller kuran, sonra gün kararırken meyhane köşesinde rüyasını cilalayan, yenik bir adamın hikayesi benim hikayem.”
“Jön” değil, hataları sevdiren adamdı...
* * *
Söylediği şarkılar gibi, vedası da hicazkar:
“Bir sabah uyandığınızda, beni bulamayacaksınız.
Bir hicaz şarkı, rüzgar olacak denizlerinizde
Üşüyeceksiniz...”
Yazının Devamını Oku

Bogard ve Dean sigarayı bıraksın

16 Mart 2010
HEMEN her gün gözüme çarpıyor.

İnsanları, kurumları "özgürlük"te buluşturamıyorsunuz da...

Mevzu yasak olunca, herkes kuyrukta.

Sigara yasağının TV ekranını, sinemayı, hatta tiyatro sahnesini kuşatması mesela.

* * *

RTÜK sigara içildiği için çizgi film Tenten'e 50 bin lira ceza kesti.

Ondan önce de Amerika'nın 1960'lı yıllarını anlatan, bol ödüllü Mad Men'e...

Gerekçe de "sigara güzellemesi" gibi:

"Sigara yakma, içme, dumanını havaya üfleme, başkasına ikram etme, söndürme ve içki içme gibi sahneler nedeniyle..."

Yazının Devamını Oku

Sanata darbe

14 Mart 2010
ANKARA Resim ve Heykel Müzesi, binasının restore edilmesiyle Nisan 1980’de faaliyete geçmiş.<br><br>Dört buçuk ay sonra da 12 Eylül darbesi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, müze ile ilgili tartışmaların o yıllara uzandığını açıkladı:
“O dönemde devletin üst makamlarına gelmiş olanlara, devletin zenginliklerini armağan etmek, yerini sağlamlaştırmanın temel yollarından birisi olmuş...”
Bakan Günay bu durumun 1996 ve 1998’de raporlarla tespit edildiğini de savunuyor.
Ve soruşturmaların zamanaşımına uğratıldığını...
Armağan edilen devletin, ülkenin zenginlikleri.
Ama kime armağan edildiği, o armağanların şimdi nere(ler)de olduğu belli değil.
* * *

Yazının Devamını Oku

Ne sirk!

13 Mart 2010
“BİR süre, gençlikte özellikle talihin senden yana olduğunu sanabilirdin, bazen senden yanadır da gerçekten. Ama senin farkında bile olmadığın ve senin aleyhine işleyen birtakım ortalama hesaplar ve kanunlar vardır, her şeyin yolunda gittiğini sandığın zamanlarda bile...
Bir gece, sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin, sensin o ucuz pansiyon odasında olan, ve daha önce o odalarda olmuş olmanın da bir yararı olmaz.
Daha da kötüdür hatta, çünkü bir daha bu duruma düşmemeye karar vermişliğin vardır.
Bir sigara daha yakmaktan, bir içki daha içmekten, o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz, bir çift dudak aramaktan başka bir şey de gelmez elden.
(...) Yaşamak ölmekten daha çok cesaret gerektirir bazen.
Karayolunda seyreden arabaların ışıklarını görebiliyorum.
Sonu gelmeyen bir ışık akışı.
Bu kadar insan.
Ne yaparlar?
Ne düşünürler?
Hepimiz öleceğiz, hepimiz, ne sirk!
Bunu bilmek birbirimizi daha çok sevmemiz için yeterli bir neden olmalı, ama değil.
Son derece önemsiz şeyler bizi dehşete sürükleyip dümdüz ediyor, yutuyor.
(...) Ekmek parası için çalışıyorum diyene, maaşını un ile ödeyeceksin, istediği kadar ekmek yapsın...”
* * *
Charles Bukowski öleli, 16 yıl olmuş.
74 yaşında öldü.
Hayatı çok zor ama bildiğince yaşadığı, ötesi yazdığı gibi yaşadığı düşünülürse, 74 yıl az değil.
Hayatı yok saydığına değil, sanılanın aksine önemsediğine inanırım.
Ama “ömrü” değil, hayatı...
Hayatın bir “sirk” olduğunu, ölümlü olduğumuzu bilmek, gerçekten bir çok şeye sevgi ile bakabilmek için yeterli bir neden.
Peki ya bu pürtelaş koşu, sevgisizlik, bu kötü tohum?
Zor katlanmak.
Ondan belki bu vesileyle yine Bukowski okuyorum:
“Hayat ile sanat arasındaki fark, sanatın daha katlanabilir olmasıdır...”
Yazının Devamını Oku

Müzelik

12 Mart 2010
"TÜRKLER müze sevmez, müzeye gitmez..."

Bu "tespit"in sadece bir gözlem değil, bir araştırma sonucu olduğunu da hatırlıyorum.

Topkapı, Ayasofya gibi bir kaç örnek dışında ne zaman müzeye gitsem, hep aynı manzarayla karşılaşırım.

Ya öğretmenleriyle bir grup çocuk, ders zoruyla...

Ya da içlerinden birinin ilgiyle gezdiği, diğerlerinin tavana bakıp bunaldığı küçük gruplar.

Dışarıda sigara içen ziyaretçi sayısı, içerdekinden fazla gelir hep bana.

* * *

Ya müzelerin durumu?

Son skandalı, Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde yeni yaşadık.

Yazının Devamını Oku

Mr. Bean aranıyor

11 Mart 2010
MR. Bean tiplemesiyle ünlü olan İngiliz komedyen Rowan Atkinson'ın 1997 yapımı "Bean" filmini, televizyonda izlemiştim.

Eski model Mini Cooper'ı, yanından ayırmadığı oyuncak ayısı, inanılmaz mimik, beden hakimiyeti ile skeçleri de bir dönem gösteriliyordu TV'de.

Filmde, Mr. Bean'in ABD'deki müze macerası anlatılıyordu.

Los Angeles Müzesi'nin küratorü, Amerikan tarihi açısından da büyük önem taşıyan 50 milyon dolar değerindeki bir tabloyu sergileyecektir.

Açılışta Londra'dan da bir uzman isterler.

Londra'daki Kraliyet Müzesi ise uzman yerine, hiç bir işe yaramayan Bean'i yollarlar.

Mr. Bean, orijinal tabloyu dolmakalemi ile lekeler. Tinerle mürekkebi silmeye çalışırken, tabloyu iyice berbat eder, portrenin yüzü silinir filan...

Bean sorunu çözmek için harekete geçer.

Tablonun reprodüksiyonunu, posterini bulur.

Yazının Devamını Oku

Parkta

10 Mart 2010
KUĞULU Park eriyip gidiyor, kentin hercümercinde, trafiğin kıskacında...

Oysa Kuğulu Park, yaşayan konukseverliğiyle var.

Eğer uzak bakışlı bir kadın, kolyesiyle oynayarak Gül Bahçesi'nden Kuğulu Park'a doğru yürüyorsa, bir aşk hasar görmüştür.

Çünkü Kuğulu çağırır, yatıştırır insanı.

Roman(tika) bile olan.

* * *

Gül Bahçesi Parkı, pervazı sardunyalı küçük penceresiyle tavanarasıdır.Kuğulu ise ortak bahçe, hatta park değil kentin ortasındaki amfi-tiyatro. Düşleri, hayalleri, aşkları orada oynar, o "sahne"den anlatırız biz Ankaralılar.Kuğunun öleceği, bülbülün susacağı hiç aklımıza gelmez.* * *İzliyorum. Havuzun uzak kıyısında bir kadın, beyaz kuğularla, ördeklerle mesafeli duran kara kuğuya doğru eğilmiş.Kara kuğuya arkadaşça- salladığı kolye parlıyor, parmaklarının arasında. Kuğu inceliyor.Boynu, bembeyaz bir kadın elinin hareketli- tereddütü gibi.* * *Elinde kısa koparılmış bir gül ile, bir sokak çocuğu yaklaşıyor kadının yanına. Uzatıyor gülü. Kadın, kara kuğu, sokak çocuğu...

Küçücük kalıyorum; gül'ü'ver devler ülkesinde.

Kadın gülü aldı mı, göremiyorum.

”Dilerim para vermemiştir kadın, dilerim para istememiştir kara çocuk” diyorum sadece.

Ah Kuğulu...

* * *

Franz Kafka "sein" sözcüğünün Almanca'da iki anlama geldiğini yazmıştı:

Varolmak ve onun olmak...

Roman(tika) bile olan.

* * *

Gül Bahçesi Parkı, pervazı sardunyalı küçük penceresiyle tavanarasıdır.

Yazının Devamını Oku