Paylaş
Daha çok kızların özene-bezene hazırladığı, erkeklerin ise hazırlamaktan değil, yanıtlamaktan pek hoşlandığı “özel sorular” defteri.
Önce nüfus cüzdanı sureti, ikametgah ilmühaberi benzeri “resmi” sorularla başlardı. Ürkütmeden...
Ardından dozu usulca artırılarak, en sevdiğiniz yemek, şarkı, film vs.’den, “En samimi arkadaşlarınız”a uzanır...
Oradan da, “Hoşlandığınız kız/erkek isimleri”, “Hoşlandığınız insanda ne gibi özellikler ararsınız?”, “Hoşlandığınız birisi var mı” sondajlarıyla derinlere inerdi.
Hatta anket defterini aslında bir kişinin yanıtlarını merak ettiği için hazırlayanlar, daha nokta atışı sorularla “O da benden hoşlanıyor mu? (Acaba nedir, nedir)” teoremini çözebilecek kuvvetli ipuçları arardı.
Vakayı, soru işareti bırakmayacak kadar netleştirmeye yönelen “Hoşlandığınız kişinin adının baş harfi” gibi cüretkar, tezcanlı sorular da olurdu bazen.
Ve “Anket defteri sahibi hakkındaki düşünceleriniz”le gelirdi, finali.
Defterde “ilam-ı aşk”ı bulursan, o velet ama gururlu “refüzefobi”ni aşar, “ilan-ı aşk” ederdin.
* * *
Bir flört girizgâhıydı, bir çok şey gibi.
Ders notu alışverişi, sınıfta yakınına, olmadı göz menziline oturmak, bakmıyor gibi bakışmak, hatta saç çekmek bile flört enstrümanları arasındaydı zaten.
Bir çok yolla “o da hoşlanıyor mu” verileri toplanır, sonra yakın arkadaş sohbetlerinde derlenen sözlü-sözsüz iletişimler, mimikler, jestler masaya sıralanırdı.
Baksa da “hoşlanıyor” sonucuna gidilebilirdi, bakışlarını kaçırsa da...
Çünkü hoşlandığın kişinin sana dair hislerinin analizini, sonuçta hoşlandığın kişinin içinden sürekli gelip-geçtiği muhayyilende, o sevdalı muhitte yapardın.
Şarkıdaki gibi, “Bir kıvılcım yeter, ben hazırım bak”tı bütün mesele.
* * *
Anket defteri, seçilen hedefin, senden arkadaş gibi değil de, “öbür türlü” hoşlanıp-hoşlanmadığını anlamanın daha kestirme ama daha mesafeli yoluydu elbet.
Hem “yazılı belge” kıymetlidir her devirde; onun bir mimiğini, beden dilini defalarca seyredemezdin o zamanlar ama, hoşlandığı kişiyi tanımladığı paragrafı 10 kez okuyabilirdin.
* * *
İçine sevilen sanatçıların, gençlik dergisi kupürlerinin, hoş manzaraların resimleri yapıştırılan, kenar süsü kıvamında fonlar eklenen o Harita Metod Defterleri hâlâ var mıdır, bilemiyorum.
Yoksa da ne gam, başta facebook, bir çok sosyal site var.
Sosyal medya aracılığıyla başkalarının hayatını göz(et)lemekten, kendi hayatımızı vitrine koyma evresine çoktan geldik zira.
Beş aşağı, beş yukarı oralardan fikir sahibi olmak mümkün.
Ancak vitrine koyduğumuz “kendi hayatımız”, acaba vitrindeki gibi mi?
Zira sadece kelimeler değil, fotoğraflar bile bazen yalan söyler.
O insanın “hayatı”nı değil, o saliselik “an”ı anlatır çoğu kez.
“An” ise, yaratılabilen bir şeydir. Ve fotoğrafta mizansen olarak kendini gösterebilir.
* * *
Yine de yabana atmayın.
Bir insanla tanışarak-görüşerek evlenmeye niyetlensen, belki onun facebook, instagram, twitter vs. hesaplarından anında edindiğin istihbarata, hissiyata, haftalar sonra ulaşırsın.
Öyle ki muhallebicide buluşsan, sohbet tıkandığında “Twitterda yazdığın gibi konuş, facebookda paylaştığın gibi anlat, instagramdaki gibi gülümse” diyebilirsin.
Bunca iletişim teknolojisiyle, görücü usulü de çağ atlayacaktır tabi.
* * *
Ama ekrandaki hayat, ekrandaki insan yine de muamma.
O yüzden heyecan yapmadan önce, “Hoşlandığınız kişinin adının ilk harfi”, yahut daha garantili olması için “ilk ve son harfi” sorusunu yöneltmek daha mâkuldur derim.
Tabi adınız, misal Alican olup da, “İlk harfi A, son harfi N” yanıtının ardından döküldüğünüzde, “Ne alâka... Ben Abidin’i, Adnan’ı, Alişan’ı, Aytekin’i, Affan’ı, Altan’ı yahut Atılgan’ı seviyorum” karşılığını alırsanız, sayım-suyum yok.
Olsun... “Çanak-çömlek patladı” dersiniz, oyun yeniden başlar.
Paylaş