Paylaş
Oysa Kuğulu Park, yaşayan konukseverliğiyle var.
Eğer uzak bakışlı bir kadın, kolyesiyle oynayarak Gül Bahçesi'nden Kuğulu Park'a doğru yürüyorsa, bir aşk hasar görmüştür.
Çünkü Kuğulu çağırır, yatıştırır insanı.
Gül Bahçesi ise saklar kuytuda, sır konuklarıyla ünlüdür.
Roman(tika) bile olan.
* * *
Gül Bahçesi Parkı, pervazı sardunyalı küçük penceresiyle tavanarasıdır.
Kuğulu ise ortak bahçe, hatta park değil kentin ortasındaki amfi-tiyatro.
Düşleri, hayalleri, aşkları orada oynar, o "sahne"den anlatırız biz Ankaralılar.
Kuğunun öleceği, bülbülün susacağı hiç aklımıza gelmez.
* * *
İzliyorum.
Havuzun uzak kıyısında bir kadın, beyaz kuğularla, ördeklerle mesafeli duran kara kuğuya doğru eğilmiş.
Kara kuğuya arkadaşça- salladığı kolye parlıyor, parmaklarının arasında.
Kuğu inceliyor.
Boynu, bembeyaz bir kadın elinin hareketli- tereddütü gibi.
* * *
Elinde kısa koparılmış bir gül ile, bir sokak çocuğu yaklaşıyor kadının yanına.
Uzatıyor gülü.
Kadın, kara kuğu, sokak çocuğu...
Küçücük kalıyorum; gül'ü'ver devler ülkesinde.
Kadın gülü aldı mı, göremiyorum.
”Dilerim para vermemiştir kadın, dilerim para istememiştir kara çocuk” diyorum sadece.
Ah Kuğulu...
* * *
Franz Kafka "sein" sözcüğünün Almanca'da iki anlama geldiğini yazmıştı:
Varolmak ve onun olmak...
Böylesi zıt ve ikiz, ve böylesi "ikiz ruhlu (soulmate)" dağarcığımız olmadı da, ondan mı "bozkır aşkı" oldu hep, kazandıklarımız ve yitirdiklerimiz...
Şehir eksikti zaten de, dilimiz de mi yetmedi?
* * *
"Ben sende imkansızlığı sevdim, asla ümitsizliği değil".
Nazım Hikmet'in bu dizesini "aşk muskası" bilip de, imkansızlığa değil ümitsizliğe mi yenildik?
Yazık kuğuya, bize...
Paylaş