16 Mayıs 2010
ANKARA Hürriyet Genç Nota Liselerarası Müzik Yarışması'nda bugün Başkent'in gençleri final için yarışıyor.
Genç Nota'ya aylardır hazırlandıklarını biliyoruz.
Ama kimbilir, "ön-eleme"den önceki son 24 saati nasıl yaşıyorlar.
Kimini uyku tutmuyor belki.
Kimi, seçtiği/seslendireceği parçanın bas partisyonlarını kimbilir kaçıncı kez geçiyor.
Kimi geceyarısı, masasında parmaklarıyla trampetliyor aylardır çalıştığı davul solosunu...
* * *
Bugün Ankara'dan 46 lise finale çıkmak için seslendirecek, yüreğindeki müziği...
Finalde, 20 Mayıs'ta Ankaralı gençlere Ege ve Akdeniz'den 11 liseli grup daha katılacak.
Yazının Devamını Oku 15 Mayıs 2010
“AL, arabanın aynasına asarsın amca” dedi, elindeki nazar boncuklu tespihi camdan uzatarak... Gözleri nazar değecek kadar güzel, yüzü kendini nazardan saklayacak kadar kirliydi.
“Bana nazar değmez, artık öyle yaşlıyım ki” diye yanıtladı adam.
“Olur mu amca” diye ısrar etti, “Köyde bizim kara ineğe bile nazar değmişti, süt vermez oldu”...
Gülümsedi.
“Nazar değmeyen çocuklar vardır, değil mi” dedi, kendi kendime...
* * *
Nazarla da, tespihle de, aynayla da pek ilgisi olmadığını anladığından mıdır (ki anlarlar), uzaklaştı adamın yanından.
Yandaki otomobile yanaşıyordu ki... Otomobilin camından ona bakan, blucin montlu, kırmızı beyzbol şapkalı yaşıtını fark etti.
Kırmızı şapkalı çocuk da süzüyordu, “hür” gözüken yaşıtını...
O da çocuktu ya, kaçırmadı bakışını.
Hani sadece “kediler ve çocuklar krallara bakabilir” ya, ürkmeden...
Bakıştılar kısa bir süre.
Sonra uzaklaştı sokak çocuğu.
Elindeki tespihi bitirim bir edayla sallayarak, o otomobili de diğerlerini de -bu seferlik- pas geçti.
Ve caddenin hakimiymiş gibi, yeşile dönüşen trafik ışıklarına doğru ağır adımlarla yürüdü asfaltta.
Arkasındaki arabalar, her birden bastıkları kornalarıyla yine onun marşını çalıyordu, elbette.
“Patladınız mı” gibilerinden, dikeldi bakışları.
“Herşey gölgesi kadar ağır” der ya Ahmet Telli.
Öyle vurdu gölgesi çocuğun, uzadı öğle güneşi değen asfalta...
* * *
Baktı arkasından adam:
Ne “aşkolsun çocuk sana” diyebildi.
Ne de “maşallah”...
Arkasında kornaya abanan külhanı fark etti sonra.
Ve çocuktan ödünç aldığı o bakışı, dikiz aynasından aynen salladı ardındaki adama:
“Patladın mı...”
Yazının Devamını Oku 14 Mayıs 2010
TELEFONLA konuşmanın adabı muaşereti de, “cebe” sığacak kadar daraldı. “Cep adabı” mı demeli yoksa?
Bazen birisi arıyor.
Uzun uzun anlatıyor, kendince önemli olanı...
Arada hiç “es” vermeden.
Söylediği aynı cümleyi 2-3 kez yineleyerek.
Uzun uzun, ballandıra ballandıra...
Anlatıyor.
Ardından da, pürtelaş bir tonlamayla, nefessiz kalarak saliselere sığdırıyor şu kelimeyi:
“Sağol, sağol, sağol, sağo, sağ, sa.....”
Sağol kelimesini, ağzında isteksizce yuvarlayarak, flulaştırarak.
Hani şu edayla:
“Ben anlatacağımı anlattım.
Şimdi hemen kapatmalıyım.
Hadi kaybol.
Sağol, sağol, sağol, sağol...”
* * *
Cep -telefonu- dili, beden dili gibi bir şey.
Kimi konuşurken elini beline koyup, kendince meydan okuyor.
Kimi kollarını göğsünde kavuşturup, sadece kendi derdine odaklanıyor.
Kimi telefon açtığı, kendi aradığı kişiye, “Alo, kimsin” diye gürlüyor.
* * *
“Sen”, “Siz” özenini çoktan geçtik.
Artık, “.....cığım”lardayız.
Sevgisizliğin bu kadar göze sokulduğu bir dönemde, “cığım”lı konuşmanın artması ne tuhaf değil mi?
Acaba sosyolojik, sosyal psikolojik bir nedensellik mi?
Yaşamda, yüzyüze iletişimlerde eksilen ya da gizlenen sevginin yarattığı boşluk; hitaplarda, telefon görüşmelerinde mi, uzaktan uzağa “cığım”laşıyor.
Henüz tokalaşmadığımız birinin bile cebi kapatırken, “Hadi öptüm”lerinde...
Cebini kulağına dayar dayamaz, yanağını yanağına dayayan söylemlerde.
Bilmem, abartıyor muyum?
Yazının Devamını Oku 13 Mayıs 2010
BATI, güçlü yerel yönetimlerle, katılımcı demokrasinin, etkili sivil inisiyatifin doktorasını yapıyor yıllardır.
Biz ise yerelleşmeyi, yerel demokrasiyi, Türkiye'de alabileceği biçimleri izleyerek yaşıyoruz her gün.
Bazen hayretle, bazen 16 yıllık teranenin yorgun alışkanlığıyla...
Dünyada güçlü yerel yönetimler, barınma, sağlık, eğitim, kültür, ulaşım gibi temel sorunları, ulusal politika ve olanaklarla sınırlı kalmadan -demokratik katılımla- yerinde çözüyor.
Bizde güçlü yerel yönetimler, demokratikleşme ekseninde değil tam tersi yönde yansımalar yaratıyor.
Yazının Devamını Oku 12 Mayıs 2010
ANKARA Hürriyet'in Başkent'te 550 bin okura ulaşan haber ailesi, yeni dönemde yeni katılımlarla güçleniyor.
Artık yazar ailemizde, Ferzane Zenan, Haldun Armağan, Nusret Cömert'in ardından Gamze Cizreli de yer alacak.
Cizreli herkesin tanıdığı bir isim, ötesi bir marka...
Arjantin Caddesi, "Arjantin" de, "cadde" de değilken Cafemiz'i açtı.
Ve "kafe kültürü"nün, bambaşka bir "stil"in ilk halkasını yarattı.
Kuki House, Quick China ve Big Chefs de onun imzasını taşıyor, "stil"ini yansıtıyor.
Ve bunların hepsini Ankara'da yarattı/yaşattı.
Ama Türkiye'ye marka oldu.
Yarattığı markalar, her zaman Hürriyet'in özel jürisinin Türkiye düzeyinde belirlediği "en iyi 10'lar" arasında yer aldı.
Yazının Devamını Oku 11 Mayıs 2010
DENİZE bakmanın, sadece bakmanın bile saadetini, sanırım Sait Faik'le keşfettim.
Kokusunu, geceye egemen olan sesini, serin temasını, sonsuzluğunu, yazını-kışını, yağmur altındaki kıpırtısını, birlikte ve ayrı ayrı yaşayabilmenin saadetini...
Lodosta vapurun gerinmesini, "sokak çocuğu" martıları, balıkçıların tuzlu/uzak bakışını, iskeleden iskeleye iç deniz kaptanlarını, kışın rıhtım boyunca yürüyenleri, balıkları/balıkların gözlerini, lüzumsuz olduğu için bana lüzumlu gelen adamları, hepsini.
İlkokuldan beri okurum ama "teşhis"i çok sonra koydum.
Sait Faik bende ayrıntı sevgisi yarattı.
Yazının Devamını Oku 9 Mayıs 2010
AKDENİZ Akdeniz'de ne zaman otursam, bahçeyi çevreleyen kırmızı sardunyalar Zeki Müren'i (de) gelir aklıma.
Müren ile yapılan bir röportajda okumuştum:
"Babaannem küçük, boş havuzun etrafına sardunyaları dizerdi.
Benim ilk sahnem, o sardunyalı havuzlar oldu..."
Adı Mesut, soyadı Bahtiyar...
Yazının Devamını Oku 7 Mayıs 2010
BİZİM mahallenin oldum olası “acil merkezleri” vardır. Elektrik arızası yaşasan, priz, telefon, hatta musluk bozulsa... Emektar Bahçelili Cengiz Usta, oğullarıyla gece-gündüz koşar yardımına.
Kapıda kalsan ne gam, Anahtarcı Öztaş hemen Emek 4. Cadde’de (Adı 4. Cadde, Kazakistan Caddesi değil).
Sucun da kadimdir, sokağından geçen taze patates-beyaz soğanın da...
Öztürk Kuru Temizleme acil davetlerin kurtarıcısı, emektarıdır. Yüz elli metre aşağısında Gözde Cam-Çerçeve, ilgili her ihtiyacın... Acıksan, geceyarılarına kadar nöbettedir 4. Cadde’deki “Dedem Sandwich”in biraderleri...
Örnek Kasap ise semtini çoktan aşan hizmeti-lezzetiyle her tada deva. Karşısında Erkay Tekel-Gıda mahalleli-aydın stiliyle, semtin gececi delikanlısı...
Sağında Karakuş Emlak yılların tecrübesi. Mutlu Ocakbaşı’nda ise semtlisi/esnafı geçim derdiyle demlenir.
Hemen aynı sırada, az ileride liselilerin eski Oba Hamburger’deki Selahattin abisi, şimdi Oba Emlak ile gece-gündüz peşindedir medar-ı maişetin...
Aşağıda Emek Taksi, yukarıda Birlik, her naza/niyaza güleryüzle cevap verir.
* * *
8. Cadde’de (Adı 8. Cadde, Bişkek Caddesi değil) Bülbül Lastik, zordaki her sürücüye hızır gibi yetişir.
Palais Pastanesi’nin karşısındaki Ayçörek Ekmek, her dem taze ekmek-gazete nöbetinde...
64. Sokak’ta Zamuş Market, kepengini bile parçalayan kimbilir kaçıncı hırsızlığa direnir.
Paralelinde/az yukarıda Bahçe Sokak’ın emekçileri, sessiz-sitemsiz ağır geçim şartlarına...
* * *
Birazından söz ettim yazımda. Yazdığımdan katbekat fazlası şu an ekmek teknesinde geçim, hatta çoğu ölüm-kalım mücadelesinde...
Ki hepsi adını semtten alır, hepsi hala adını semtine verir: Emek!
Sayıca çoktur esnaf ama gidin bir bakın, “Bir kişi bile değildir, yalnızlıktan”...
Ve sizsiniz onları yalnız bırakan; “Emek”e -evet emeğe- hiç yolu düşmeyen, hükümeti-muhalefeti, başbakanı/bakanı/başkanı...
Sizsiniz. Bir gezin-dolaşın, görün-dinleyin ilk ağızdan...
Deva olmasa da, bir selam olur belki.
Yazının Devamını Oku